Selma Tonay Elhan

Yalnız kaldığından beri daha sık uğruyoruz ona. Eşim onun için alışveriş yaparken biz de sohbet ediyoruz. Ziyaretine gelen dostları azaldı, arayan soranı kalmadı artık. Bizi uzak akraba ile dost arası bir kategoriye koyuyor, sıfatları sevmiyor. Biz de istediği gibi adıyla sesleniyoruz ona: Luna! Üç kız kardeşin en küçüğü, en güzeli, en bilgilisi, ablaları ile birlikte bir zamanlar sosyeteyi giydiren, zevkli, modern Luna.

Eskileri anlattırmak hoşuma gidiyor. Her zaman olduğu gibi kasetçalardan klasik müzik yayılıyor salona. Ruhuna iyi geldiğini söylüyor. Özel çantaları içinde taşıdığı bu kasetleri dinlemekten hiç vazgeçmedi. Bir de dergileri var pek sevdiği. Eskiden Avrupa’ya giden dostlarına ısmarladığı moda dergileri kaç zamandır görünmüyor ortalıkta. Nerede olduklarını soruyorum.

“Ne modeller vardı o dergilerde, inceler bakar sonra da müşteriye uygun bir şeyler çizerdim. Onları kopya etmezdim asla, sadece modanın gerisinde kalmamak için takip ederdim,” diye anlatıyor. Yine kendi istediğini söylüyor. Üstelemiyorum, bırakıyorum anlatsın.

“Kimler için neler diktik, neler…”

Daha önce de bahsetmişti biliyorum. Öyle her geleni kabul etmezler, dostları ve ancak onların referans verdiği kişileri giydirmeyi severlermiş. Ama gelen müşterinin konuşmasını, davranışlarını ya da vücudunu beğenmezlerse dikecekleri elbiseyi taşıyamayacağı için geri gönderirlermiş. O çizer, ablaları da biçip diker, onun çizgilerine can verirlermiş. En çok abiye elbise çizmeyi severmiş. Yazın uçuşan ipek ya da şifon kumaşlardan yapılan abiyeler pek havalı olurmuş. Kendimi tutamayıp araya giriyorum.

“Neden hiç gelinlik dikmediniz?”

Yıllardır merak ediyorum hikâyesini. Nişanlıyken benim için gelinlik dikip dikemeyeceklerini sormuştum. Buz kesmişti üçü de. Sonra “Biz yeminliyiz, gelinlik dikmiyoruz ama sana kumaş için öneride bulunuruz,” diyerek konuyu geçiştirmişlerdi.

Yine aynı şey olmuş, soruyu duyunca bir an beklemiş, o malum gülümsemeyi yüzüne konduruvermişti. Bu gülümsemeyi hazırda bekletip sinirlendiği zamanlarda yerleştiriyor yüzüne. Öyle kolay değil, damarına basıldığında sinirleniyor. Bir de bizlerden sakladıklarını korumak istediği zamanlarda. Eskileri, arkadaşlarını, dostlarını anlatmayı seviyor da bir tek kendini anlatmıyor. Ne zaman istemediği bir soru sorulsa, bu sahte, sinirli gülümsemesiyle konuyu değiştiriveriyor. Sanki biz sormadık, o da duymamış gibi asılı kalıyor dilimizin ucunda kocaman bir NEDEN? Sesini yükseltiyor.

“Yeminimiz var.”

Onu sinirlendirmekten çekiniyorum. Tabii merakım da ağır basıyor. Sırrının onunla birlikte kaybolmasını istemiyorum. Bir kez daha şansımı deniyorum.

“Neden yemin etmiştiniz Luna?” Son anda vazgeçiyorum sormaktan, üçünün de hiç evlenmemesi ile ilgisi var mı?

Lafı değiştirmeye çalışıyor.

“Başka kaset koy.”

Konsolun içine hapsedilmiş kasetlerin arasından bir tango kaseti bulup yerleştiriyorum kasetçalara. Havamız değişsin istiyorum. Eski ünlü tangocu söylüyor: “Sana nerden gönül verdim, ah keşke vermez olaydım.”

Luna haykırıyor: “Nereden buldun bunu? Kapat!”

Bir hamlede yetişip susturuyorum sesi.

“Ne yapmaya çalışıyorsun?”

“Havamız değişsin diye…” Lafı geveliyorum. İstemeden eski bir anıyı hatırlattığımı anlıyorum. Özür diliyorum. Duymamazlığa geliyor.

“Nerede kaldı seninki?”

Gitmemi istiyor ama doğrudan söylemiyor. Arıyorum benimkini. Onun istediği markayı bulamamış. Uzaktaki markete gitmiş.

“Geliyor, az işi kalmış.”

Duvarda asılı çizgilerini, renklerini ezbere bildiğim tablolara bakıyorum. Koyu, karamsar renkler. Üst üste bindirilmiş sert fırça darbeleri. Susuyoruz. Luna başını öne eğiyor. Halının üzerindeki dairelerin kara deliğine doğru çekiliyor bakışları.

Ben de bir hikâye uyduruyorum kendime: Bir adam düşünüyorum, kültürlü, hoş sohbet biraz da çapkın. Kız kardeşlerle yollarını kesiştiriyorum bir sergi açılışında. Arkadaş oluyorlar. Sonra adam kur yapıyor her birine. Olacak iş değil ama zamanla seviyorlar üçü de bu adamı. Adam kararsız, kimi seçecek belli değil…

Zil çalıyor. Hikâyem yarım kalıyor. Luna’nın sırlar bohçası düğümlü…

Selma Tonay Elhan