Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla):

4 milyar 540 milyon 874 bin 674. Yıl, 125. Gün: 

ÖLÜMÜN SÜT DİŞLERİ

Elimde dura-okuya okuduğum bir kitap var. Aslında ince sayılabilir ve bir solukta okunabilir. Gelgelelim, kazın ayağı öyle değil: Kurşun gibi ağır ve insanın yüreğine çöküyor. Osman Şahin’in (d.1940) özyaşamsal öykülerinin yer aldığı Ölümün Süt Dişleri’nden (Kırmızı Kedi Yayınları, 2014) söz ediyorum.

Köy öykülerinin üretken yazarı ve Türk sinemasını besleyen senaristlerin başında gelen Osman Şahin’in adını ilk duyuşum (1970’di sanırım) Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir öyküsü sayesindedir. Cumhuriyet Gazetesi, kitap ekleri henüz icat edilmemişken hafta sonları ikinci sayfasında bir öyküye yer verirdi. “Kırmızı Yel” öyküsü etkili anlatımıyla daha ilk tümcede beni çekmişti: “Biz oralarda sıçmayı unutmuştuk hakim beğ. Yiyeceğimiz yoktu ki bokumuz beslene.”

Şahan Yatarkalkmaz’ın 2011’deki “Edebiyat Ve Değişim: Osman Şahin’in Erken Dönem Kısa Öyküleri” başlıklı akademik çalışmasının özetinde şöyle deniliyor:

“Yazar Osman Şahin, edebi üretimine 1970 ve 1983 yılları arasında ‘Köy Edebiyatı’ olarak da bilinen türde yayınladığı dört öykü kitabıyla başladı. Bu kitaplardaki öyküleri sonraki eserlerinde olmayan özellikler gösteriyordu. Biçim olarak mesellere benzemelerine rağmen çoğunluğu türün klasik örneklerinde olan çözüm kısımlarından noksandı.”

Şahin’in meselimsi öykülerinin klasik mesellerden farkının, bir anlam dünyasından ötekine geçişi dışavurmak için radikal bir yol olduğu belirtilmektedir.

Ölümün Süt Dişleri, Şahin’in diğer eserleri gibi çok sinematografik. Yazarın senaryolarından otuza yakın film çevrilmesi de bu açıdan şaşırtıcı değil. Baş karakter Osman’ın serüveni, kitabı okurken aklıma François Truffaut’nun ünlü, “400 Darbe”sini (1959) getirdi. Osman Şahin’in ve köy kökenli yaşıtlarının çocukluğuyla karşılaştırıldığında, “400 Darbe”nin talihsiz Antoine’ı, –“denize ulaşma” metaforlu yüce duygusuna rağmen– vicdanımda, okuyacak okul bulmuş da bir de okulu kırmayı düşünen şımarık bir çocuk derekesine düşmekten kurtulamadı. Korkarım bu yargımı, tüm zamanların en saygın film eleştirmenlerinden Roger Ebert’in, sinemanın bir “empati makinesi” olduğunu söylemiş olması bile yumuşatamayacak.

129. Gün: 

“7 UP” BELGEDİZİSİ YA DA YAŞAMIN SARSINTILARI

“Bir ağaç gibi ol ve ölü yapraklarını düşmeye bırak.” – Mevlana.

Mevlana bu sözüyle bize kendimizi yenileme güvenini ve cesaretini veriyor. Ortak yaşanmışlıklardan bir çıkarım: İnsanlar her yedi yılda bir, rutini kırmak adına yaşamlarında önemli bir değişiklik istiyor.

Bu düşünceden hareketle çekilen bir belgesel olan 7 Up, kamerayı İngiltere’de üst, orta ve alt sınıflardaki ailelerin ilkokula henüz başlayan 7 yaşındaki çocuklarına çevirir; 4’ü kız ve 10’u erkek olan katılımcı çocukların yaşamından her yedi yılda bir kesitler alır. 

İzleyiciler bu çocukların 14, 21, 28, 35 ve 42 yaşlarına tanık olacaklar ve 1964 yılında çekimi başlayan belgesel 21. yüzyıla girilirken son bulacaktır. En azından program budur. Yönetmen Michael Apted (1941-2021) belgeselin, İngiltere toplumunda güçlü bir şekilde var olan sınıf sistemi gerçeğinin 20. yüzyıl sonunda ne şekil alacağı merakıyla yola çıktığını söyler. 

Her ne kadar ilk bölümü, daha çok 7 yaş çocukluğuyla ilgilenen Kanadalı Paul Almond tarafından yönetilse de, belgeselin geri kalanı Michael Apted’ın imzasını taşır: “Bazılarının her şeye sahip olduğu ve bazılarınınsa hiç bir şeye sahip olmadığı bu çocukların gelecekleriyle ilgili bir yapım beni daha çok ilgilendiriyordu.” 

Gelgelelim, alışılmadık uzunlukta bir zaman süresini kapsayan ve dünyada bir ilk olan belgesel, öngörülemeyen sonuçlarıyla yönetmenin niyetini aşacaktır: Michael Apted, belgeselin sonuna gelindiği düşünülen bir tarihte, bir çocuğun ait olduğu sosyal sınıfın onun geleceğini ne derece belirleyeceği gibi toplumsal bir soruyla başladığı projede yaşamın kendisinin ağır basarak, belgeseli bambaşka bir insanî boyuta taşıdığını açıklar.

“Up” serisindeki kadınlar ve erkekler, 20’li yaşlarındayken.

Gerçekten de, 7 Up belgedizisi, adını aldığı birinci bölümden itibaren bir avuç insanın çocukluklarını, ergenliklerini; bunalımları, neşeleri, aşkları, evlilikleri ve işleriyle yetişkin yaşamlarını; kararlarını ve kararsızlıklarını; kısaca onların ekonomik, sosyal, psikolojik ve sağlık durumlarına ait tüm ayrıntıları yedi yıllık sürelerle izleyenlerin önüne sermektedir.

Kendilerine belirli bir ödeme yapılsa da, bir kaç bölümden sonra, bazı katılımcılar belgeselin özel yaşamlarını ortaya dökmesini, bazılarıysa işlerinin olumsuz etkileneceğini ileri sürerek yapımdan ayrılırlar. Her yedi yılda bir, saatlerce süren söyleşinin rahatsızlığını dile getirerek bazı bölümlerde görünmemeyi seçenler de vardır.

Kalan katılımcılar için periyodik belgesel artık onların yaşamlarının bir parçası olacaktır. Yönetmenin, çoktan çoluğa çocuğa karışmış bu insanlarla kurduğu zamanla güçlenen arkadaşlık bağı ve her bölümü merakla yıllarca bekleyen izleyicilerin arzusu, projenin zamanında sonlanmasının önüne geçer. Michael Apted, 21. yüzyılın başında 42 Up’dan sonra da çekime devam etme kararı alır.

2019’a değin 56 yıl süren 9 bölümlük belgesel, katılanlardan bazılarının birbirleriyle tanışmaları ve arkadaş olmaları sonucu, kendini yeniden üreten bir kurguyla yönetmenin ölümüne dek sürecektir. Belgedizinin son bölümü 63 Up yayınlandığında, İngiliz şakacılığıyla “99 yaşıma geldiğimde 84 Up’ı da yapacağım,” dediği söylenen yönetmen, iki yıl içinde yaşama veda eder.

Projede yer alanlardan biri de, bugünlerde kanseriyle yaşamaya alışan fizik profesörü Nick’tir. 56 yaşındaki söyleşisinde, diziyi izlediğinde kendisini tanıyamadığını, sanki anlatılan kişinin bir başkası olduğunu ve projeyi değerli kılanın da bu olduğunu söylüyor.

Yukarıda da sözünü ettiğim ünlü film eleştirmeni Roger Ebert, 1991’de, belgeselin 28 Up bölümünü “tüm zamanların en iyi 10 filmi” arasına almakta tereddüt etmemiştir. Her türlü insanî unsuru barındıran, belgesel sinema tarihinin bu nadir eserini ne yapın edin bulup seyredin, derim. Bugün artık, en azından benim 1983’den beri yaptığım gibi her bölümden sonra 7 yıl beklemek zorunda değilsiniz.

133. Gün: 

ŞAPKA

Eski arkadaşlar, kız kıza kafede toplandık. O, başında afili bir şapkayla çıkageldi. Otururken, “Şapkan konuşuyor,” dedim. “Bu konuda alçakgönüllü olmayacağım, canım şapkam konuşmuyor adeta konferans veriyor,” diye yanıtladı.

135. Gün: 

Her yaşam sesle başlar ve sessizlikle biter.