8.Nisan.23

Bir köy varmış, çok uzakta, çok uzak bir geçmişte… Hikaye anlatıcılığının köklü bir geleneği varmış bu köyde, insanlar hikaye anlatıcılarına saygı duyarmış. Anlatıcılardan biri anlatmaya başladığında herkes işi gücü bırakıp onun çevresini sararmış; tek bir cümlesini dahi kaçırmak istemezlermiş hikayenin. Köyün büyük meydanında toplanan onlarca kişi pür dikkat dinlermiş anlatılanı.

Gel zaman git zaman, hikaye anlatıcılarının sayısı artmış. Öyle bir artmış ki dinleyici bulunamaz olmuş çünkü kimse kendini dinleyici olarak görmez olmuş. Dinleyici değil, anlatıcı olmak istiyormuş herkes. Herkes konuştuğu için de duyan dinleyen kalmamış. Kendi hikayesinden başkasını duymaz olmuş anlatıcılar.

–Mutlu Son–

Herkes kendi kendine, kendi hikayesini anlatıp durmuş boş odalarda. Dinleyen varmış yokmuş, kimsenin umrunda değilmiş artık.

12.Nisan.23

Seçim sathı mailine çoktan girdik. Bir seçim yapacağız vatandaşlar olarak. (Kafamdaki fonda hep rahmetli Aykut Oray’ın sesi: “Vatandaşa cart curt yok!”) Bazı arkadaşlarımı müthiş bir bezginlik ve yılgınlık ele geçirmiş durumda. Mevcut iktidarı zinhar desteklemeseler de oy kullanmayacağını söyleyen bile var.

Oysa çok net önümüzdeki seçenek… Cart curttan, höt zötten başka bir şey bilmeyeni, bizi durma yoksullaştıranı mı seçeceğiz? Bizi yoksulluğun dibine itenlere, kadın düşmanlarına mı vereceğiz vekâletimizi? Soru bu. Bu kadar net.

Meşhur Bektaşi fıkrasındaki gibi hani: Bektaşi’nin önüne iki şişe şarap getirmişler. Hangisi iyi, bir bak bakalım demişler. Bektaşi ilk şişeyi dikmiş kafasına, ağzını burmuş, elinin tersiyle silmiş ağzını ve diğer şişeyi işaret etmiş, “o daha iyidir,” demiş. Yahu demişler, onun tadına bakmadın ki! “Bundan kötü olacak değil ya,” deyivermiş.

Çok net bir seçim bu. Çocuklar da anlayabilir…

Ergin Günçe’nin şiirinden el alalım, hani, “Faşizmi çocuklar da anlayabilir” dizesiyle başlayan:

“Nerde bir kuvvet birikmişse haksız
Nerde bir zartzurt ya da carcurt
Nerde elimizden kapılmışsa ekmek
Sınıfta, sokakta, evde, çarşıda
İşte çocuklar faşizm ordadır”

13.Nisan.23

Yordam Kitap’ın bir dizisi var: Gençlerle Baş Başa. Genç insanlar için tasarlanmış epey kitap varmış bu dizide. Bazılarına el atacağım, niyetliyim.

Genç sayılmam ama bu diziden çıkan, İsmail Gezgin’in “Gençlerle Baş Başa: Mitoloji” adlı kitabını zevkle okudum. Güzel bir kurgu yapmış İsmail hoca, anlatacağını bu basit ama etkili kurgu içinde güzelce anlatmış.

Arkeolog Zeynep, bir müze gezisine gelen lise son sınıf öğrencilerine heykellerden yola çıkarak mitolojik hikayeleri aktarır. Öğrenciler ve öğretmenleri soru sorar, Zeynep yanıtlar.

Zeynep, Asklepios’tan, onun insanları iyileştirdiğinden bahsedince bir soru gelir gençlerin öğretmeninden. Asklepios, insanları nasıl tedavi ediyordur acaba?

Zeynep’in verdiği yanıtın bir kısmını dinleyelim:

“Asklepios tapınakları aynı zamanda birer hastaneydi ve orada rahiplerin yanı sıra sağlık konusunda eğitimli hekimler vardı. Hatta bugünkü hastanelerin en eski örnekleri olduğu söylenebilir. Üstelik beden sağlığının ruh sağlığıyla da ilişkili olduğu anlayışıyla burada felsefeyi, güzel sanatları, müziği de tedavi amaçlı kullanıyorlardı. Bu hastanelerin işleyişi biraz ilginçti elbette, çünkü işin içinde bir de inanç boyutu bulunuyordu. Anadolu’nun pek çok antik kentinde Asklepieion adı verilen bu hastaneler vardı ama en güzeli ve bugüne kadar ayakta kalmayı başaranı Bergama’dakidir. Şehre mermer döşeli kutsal yolla bağlanan bu tapınakta/hastanede büyük bir kütüphane, açık hava tiyatrosu, uyku odaları, tanrı için bir tapınak ve tedavi merkezlerinden oluşan dev bir kompleks vardı.” (İsmail Gezgin, “Gençlerle Baş Başa: Mitoloji”, Yordam Kitap, s. 83)

Doğrudur, Bergama’daki Asklepion çok güzeldir. Yakın zamana kadar konserlere, kültür etkinliklerine ev sahipliği yapmış olan Asklepion’daki tiyatroda mezuniyet törenleri de yapılırdı eskiden.

2002 yılının bahar aylarında, Akif Ersezgin Anadolu Lisesi’nin üçüncü dönem mezunları tiyatronun basamaklarında oturuyorlardı. Birazdan oturdukları basamaklardan inip sahneye doğru yürüyecekler, keplerini sevinç ve heyecanla havaya fırlatacaklar. Dikkatli bakarsanız göreceksiniz: Tiyatronun basamaklarında oturan heyecanlı gençlerden biri de bendenizim.

İşe bakın, tam 89 yıl önce bugün, 13 Nisan 1934’te aynı basamaklarda oturan biri daha olmuştu. Fotoğrafta gördüğünüz üzere Mustafa Kemal, Bergama’yı ziyaret etmiş, kentin köklü tarihinden etkilenmiş ve burada bir kültür festivali düzenlenmesi talimatını vermişti.

Böylece dünyanın ikinci en eski yerel festivali, 1937’den beri aralıksız olarak (bir iki yıl müstesna) Bergama Kermesi olarak her yıl (genellikle) bahar aylarında yapılır durur. Ama bu Bergama’nın güzelliklerinden sadece biridir ve apayrı bir konudur.

Asklepion’daki tedavi yöntemlerinden biri de telkindir ki bizim ilk Dünlüğümüzün başlığı da oradan gelir. Kendinden alıntı yapmak hayra alamet değil ama bu seferlik hoş görülsün:

Pergamon Krallığı’ndan günümüze kalan önemli tarihi kalıntılardan biri de Asklepion’dur. Burası bir şifahanedir aslen. Girişinde “Ölümün girmesi yasaktır!” yazan bir hastane. Burada tiyatro, kutsal su, perhiz ve telkin gibi çeşitli yöntemlerle hastalar sıhhatlerine kavuşturulurmuş. Tünelde yürüyen hastalara, yukarıdaki mazgallardan “İyi olacaksın!” telkininde bulunurmuş hekimler. Günümüzde, biz fani SGK hastalarının en muzdarip olduğu konu da bu olsa gerek; derdimizi sıkıntımızı anlatabileceğimiz, bize iyi olacaksın diyecek hekimlerle karşılaşma olasılığımızın hayli düşük olması… Binbir özveriyle çalışan hekimlerin gereğini yaptıklarına şüphe yok ama tercih hakkım olsaydı eğer, İsa sözünün henüz dolaşımda olmadığı o yıllara dönmek ve yukarıdaki mazgaldan birinin bana “İyi olacaksın Onur bilader!” demesini tercih ederdim. (“Dünlük 1: İyi Olacaksınız”, 30 Temmuz 2015)

On yılı geçmiştir, dostlarla güzel bir gezi yapmıştık bir yaz günü. Asklepion, Akropol, Kızıl Avlu ne varsa gezmiştik. Kendime seslenmiştim; hasta da bendim hekim de: “İyi olacaksın…”

Hâlâ olamadım.

14.Nisan.23

Bugün benim güzel dostumun doğum günü. 30 yıla yaklaşan dostluğumuz, benim bu dünyadaki en büyük zenginliğimdir. Haydar Ergülen’in “Ölüm Bir Skandal” kitabından dizelerle kutlayacağım:

“hemen büyür ruhuyla oynayan çocuklar
arkadaşları onları henüz bahçede bilir
çocuklar çocukluktan çıkmış olur
yağmur dinince büyüyen bahçeye bak
Ömer biz bu büyük bahçede
birbirimizi nasıl buluruz bir daha”

Konuşarak anlaşmak mümkün değil. Bunu belli bir yaşa gelmiş herkes bilir zaten. Nedir, konuşmadan da anlaşabilmek pek az insana nasip olur bu hayatta. Ömer’le ben, bana kalırsa, bunu başarmış iki dostuz. Daha büyük zenginlik bilmiyorum hayatta: Anlamak ve anlaşılmak. Bunları asgari çabayla yapabilmek.

15.Nisan.23

MUBI’nin “Uzun Kısalar” başlığı altında gösterdiği, her biri 20 dakika civarında olan dört kısa film.

Plastik Rüya (Merve Bozcu, 2021): Bu tür kurgunun çok kolaya kaçmak olduğunu ben de geç öğrendim. Çok kabaca, “meğer rüyaymış” dediğimiz türden bahsediyorum.

Siz Biraz Uzak Kaldınız (Elif Refiğ, 2021): Kadınlar vardır, eşcinseller vardır, eşcinsel kadınlar vardır! Baştaki gerilim (muhafazakar-modern arasında olduğunu sandığımız, yönetmenin bizi böyle olduğuna inandırdığı, kandırdığı gerilim) biraz daha sürdürülebilseydi çok daha iyi bir film olurdu sanki.

Suçlular (Serhat Karaaslan, 2020): İşte tam bir kısa öykü! İkiyüzlü ahlak anlayışını çok net anlatan bir kısa anlatı. Oyuncular da çok iyi. Ercan Kesal, Erdem Şenocak dışındakiler de: Lorin Merhart, Deniz Altan.

Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada (Özgürcan Uzunyaşa, 2022): Masalsı, akışkan bir anlatım. Bilinçaltı, bilinçdışı, hayal, olasılıklar… Hepsi mümkün çünkü cehennem boş, tüm şeytanlar jürilerde.

16.Nisan.23

Şahsi Ankara ansiklopedisine devamla…

Ankaralık (9): Pavyon

Pavyon denilince, normalde, fuarlardaki standlar gelir akla ama Ankara’daysanız başka. Ankara pavyonları, malum, meşhurdur.

İki kere bulundum pavyonda. Büyük konuşmamak gerekir ama üste para verseler, gene de adımımı atmam bir daha.

Kötü müzik dinlemek, loş karanlıkta karşınızdakini bile zor seçmek, gürültülü müzik yüzünden sohbet edememek istiyorsanız karar sizin tabii. Sigara dumanı ve tuhaf tipler de cabası.

Nedir, iyi meyve yersiniz pavyonda. En taze ve en pahalı meyveyi yersiniz. Belki de tek iyi özelliği budur pavyonların.

Ankaralık (10): Nisan

Ankara’nın en saçma ayıdır. Bir gün evden botla ve kabanla çıkarsınız, kar vardır yerde. Ertesi gün kısa kollu giymek durumunda kalırsınız. Doğrusu, ay bitmeden ne olacağını kimse kestiremez. Nisan sonu bahardır Ankara’da, öncesi değil.

17.Nisan.23

Çocukların anladığını yetişkinler anlayamıyor bazen. Görünen durum bu. Başka türlü açıklanamaz bu siyasetsizlik. Bunca yoksulluk varken, bu kadar somut derdin tasanın içinde halen etkili siyasi söylemler üretilemiyorsa, halen üçün beşin hesabındaysa muhalif siyasetçiler, yapacak bir şey yok. (Var aslında: Biraz Edirne’ye baksınlar, feyz alsınlar.)

Dert değil, ömrümüzün ilk kırk yılını böyle geçirdik. Sakallı Celal’in meşhur lafından mülhem, doğuya giden bir geminin güvertesinde batıya doğru koşmaya çalıştık. Birbirimize çarptık koşalım derken, bazılarımız denize düştü boğuldu; ayağımız kaydı, kolumuzu bacağımızı kırdık. Bundan sonraki ömrümüzde güvertede sessizce otururuz, ne yapalım.

Biz yine de üstümüze düşeni yapalım: “İyi olacaksınız, iyi olacağız merak etmeyin.”

Onur Çalı