“Bu kitabın öyküsü, bir gün Pompei’de, kadınlar tuvaletinin önündeki uzun kuyrukta sıraya girmek yerine erkekler tuvaletinde işediğim için yaşlı bir kadın beni paspasla pataklayıp orospu diye küfrettiğinde başladı.”

“Dünya kadınlara neden uymaz?”

Rebekka Endler’ın kaleme aldığı ve İletişim yayınları tarafından Aralık 2022’de yayımlanan “Eşyaların Patriyarkası” adlı kitap, “Feminizm Herkes İçindir”[1] diyen herkesin okuması gereken, feminist kitaplık için önemli bir kaynak. İsmiyle dikkat çeken kitap, dünyaya özellikle de gündelik hayata toplumsal cinsiyet rolleri ve patriyarkal düzen odağında yeniden bakabilmeyi fark ettirmesi açısından oldukça ufuk açıcı.

Endler’a bu kitabı yazdıran şey, çoğu insanı güldürecek olan ancak durup düşününce sadece gülünç bir andan çok fazla şey ifade eden küçük bir anı:

“Bu kitabın öyküsü, bir gün Pompei’de, kadınlar tuvaletinin önündeki uzun kuyrukta sıraya girmek yerine erkekler tuvaletinde işediğim için yaşlı bir kadın beni paspasla pataklayıp putana[2] diye küfrettiğinde başladı.”[3]

Endler, bu olaydan sonra cinsiyetler arasında tuvalet eşitliği olup olmadığına dair bir araştırma yapmaya karar verir ve böylece –ilerde bir kitabın meselesi haline geleceğinden habersiz– tuvaleti tasarım ve fikir olarak mercek altına alır. Tuvalet örneğini başka eşya, tasarım, nesne ve uygulama örnekleri takip eder. Eşyalar ve tasarımlar odağında cinsiyet eşitsizliğinin izini süren Endler, çoğalan örneklerle birlikte erkeğin her şeyin ölçütü olduğu bu dünyanın deyim yerindeyse ipliğini pazara çıkaran bir kitap yazacak kadar bilgiye ve örneğe sahiptir artık.

Bağımsız bir gazeteci olan Endler, mesleki merakını gündelik hayata ve gündelik hayatın içindeki her türden eşyaya çeviriyor. Burnuna gelen birtakım kötü kokuların rehberliğiyle geçmişten günümüze kronolojik bir araştırma yaparak dünyanın kadınlara uymadığı gerçeğini, geçmiş ve güncel olan bir dolu örnek eşliğinde ve sağlam bir literatür desteğiyle ispatlıyor. Feminist teoriye ve tarihsel gelişimine farklı bir bakış açısıyla katkı sağlayan, feminist eleştiriye yeni bir görme biçimi ve yepyeni bir ışık kazandırdığına inandığım bu kitap, erkek egemen düşünce tarafından kurgulanan dünyayı didik didik ediyor. Bu kitabı okumak gündelik hayat pratiklerine, eşyalara, sistemlere ve dünyanın tasarımına olan bakışımızı kökten değiştiriyor. Kitap kazandırdığı, fark ettirdiği bu yeni görme biçimi ve bilinciyle dokunduğumuz, kullanıcısı olduğumuz eşyalara yeniden bakmayı, yeniden tanımayı ve hayatımızdaki bütün o eşyalar hakkında yeniden düşünmeyi öğretiyor.

Pratikten teoriye hareket eden (nesne ile cinsiyet arasında / nesneden cinsiyet pratiğine doğru) bir kapsamla feminist bilinci başka türlü bir sesle yükselteceğini düşündüğüm kitap şunu gösteriyor ki ataerki sadece toplumsal cinsiyet rolleriyle, normlarla, kültürel kodlarla değil baştan aşağıya her detayı cinsiyetçi düşünceyle tasarlanmış, geliştirilmiş ve uygulanmakta / sürdürülmekte olan bir yaşantı sarmalıyla da beslenip güçlenerek pekişiyor.

Eşyaların cinsiyeti var mıdır?

Eşyaların ve nesnelerin cinsiyeti var mıdır? Yaşantının tasarımı ve kurgusu neden erkeklere göredir? Neden bisiklet selesi erkeklerin cinsel organ anatomisine uygunken kadınlar için bir ıstıraptır? Neden elektrik süpürgesinin hortum boyu kadınlara göre tasarlanmışken erkek kullanıcılar için oldukça kısa ve kullanışsızdır? Neden blenderlerin tutamakları kadınların avuçlarına sığarken erkekler tutmakta zorlanır? Neden havaalanı kontrolü yapan vücut tarayıcıları Afro ya da dalgalı, gür saçlı, örgülü kadınlara alarm verir? Neden ilaç deneyleri hep erkek fareler üzerinde gerçekleştirilir? Neden kadınlar için özel pembe seri bilgisayar üretme gereği duyulur? Neden kadın, erkeklerle olan ilişkisi üzerinden tanımlanır? Edebiyat tarihinde bazı kadın yazarlar neden erkek mahlasıyla yazıyordu? Nobel ödüllü kadın yazar sayısı neden çok az? Neden kadın kıyafetlerinde cep sayısı az ya da hiç yoktur? Neden erkek kıyafetlerinde bu kadar çok cep var? Neden erkek, kadının kalbini “fethetmek” zorundadır? Neden resmi kıyafet ya da kamu üniformaları erkeksidir? Neden trafik kazası geçiren bir kadının ölme olasılığı erkeğe göre çok daha yüksektir? Regl sancısını normal gören tıp bilimi neden erkeklerin cinsel iktidarsızlığını sağlık sorunu olarak görüp çözüm üretir? Neden kadınlar regl günlerinde kasıklarındaki ağrıyla sürüne sürüne işe gider ve çalışırken çektikleri acıları gizleme konusunda profesyonel olmak zorundadır? Neden öfke kadını çirkinleştirir? Kamusal alan ve dil kime aittir, nasıl üretilir? Sosyal medyadaki çıplaklık sansüründe kullanılan ölçütler neye ve kimlere göre belirlenir? Hangi meme uçları ahlaklı hangileri ahlaksızdır? Verilen emri yerine getiren itaatkâr yapay zekâ ve robotların ses tasarımında neden kadın sesi kullanılır? Neden Siri[4]Viagra ya da yakındaki seks işçilerini bulma konusunda sorulan sorulara cevap verirken, kürtaj yapan bir klinik arandığında cevapsız kalır? Kadınlar ve erkekler aynı tornavidayı kullanabilir mi? Matkap, testere gibi aletleri kullanmak neden erkeklere göredir? Sosyal, kamusal ve özel alanlarda kullanılan eşyaların, uygulamaların tasarımını kim, neye göre yapıyor? Neden kadınlara bol gelen yaşantı pratiği erkekler için tam kalıptır?

Endler, bu ve bu gibi soruların cevabını arşivlerde, tarihte, bilimsel verilerde, popüler hayatta, sanatta, dilbilimsel yapıda, kamusal ve özel alanda, kültürde, sporda, politikada, modada, bilgisayar programlarında, sosyal medyada, dijital üretimlerde, cinsel sağlık sektöründe, oyuncaklarda, bisiklet tasarımında, mimaride, teknolojide, seks oyuncaklarında, işemenin anatomisinde, tuvalet tasarım ve kullanımlarında arıyor. Genelde Almanya olmak üzere dünyadan birçok örnek ve veriyle hayatı zenginleştiren (?) ve kolaylaştıran (?) eşyaların nasıl tasarlandığının, hangi paradigmalarla sunulduğunun, hangi koşullarla dolaşımda olduğunun, ihtiyaçların neye göre ve kimler tarafından nasıl belirlendiğinin peşine düşüyor. Ve karşımıza hayatı cinsiyetçi bir biçimde tasarlamaktan ödün vermeyen işin uzmanı aktörler (!) çıkıyor. Bu aktörlerin kapitalist patriyarkayı ve cinsiyetçiliği durmadan üreterek örtük bir şekilde pekiştirdiğine dair güçlü argümanlar sunuyor, patriyarkal kapitalizmin kirli ve sinsi yüzünü ortaya çıkararak hem yazar hem kadın hem de bir gazeteci olarak eylemde bulunuyor. Eşya ve nesnelerin eril ve dişil kodlu alet, cihaz ve teknolojiler olarak ayrıştırılması, toplumsal cinsiyet rollerinin gündelik hayatta nasıl sarsılmaz bir pratiğe dönüştürüldüğünü ortaya koyuyor. Bizleri bu tasarımların erkek egemen kökleriyle ve buluşların cinsiyetçiliğiyle yüzleştiriyor.

Rebekka Endler (Fotoğraf: Emily Piwowar)

Endler, soruları ve bulduğu sarsıcı cevaplarıyla, feminizm ile bağıntılar kurarak patriyarkanın yarattığı normlara, bu normlarla kurguladığı yaşamı kuşatan iktidarına farklı bir bakışla bakmaya davet ediyor. Araştırma sonuçlarını öyküleyerek sıralaması, sonuçlar arasında ilişkiler kuran sorgulama biçimi, yalın, meydan okuyan ve muzip yazınsal üslubuyla Endler, eşyalara ve tasarımlarına sinen patriyarkal tahakkümün sinsi zehrini ortaya çıkarırken coşkulu, gayretli ve her şeye rağmen umutlu. Kadınlara uymayan bu dünyanın değişimine olan inancını baştan sona hissettirip bu inancı okura da bulaştırmayı başarıyor.

Kültürel söylemlerin, sanatın, dilin ve günlük hayatta kullandığımız nesne ve eşyaların cinsiyetler arası eşitsizlikle tasarlandığını, nesne ve eşyalara yönelik cinsiyet atamasının da yine erkeklerin kontrolünde olduğu bu “erk yaratıcı sistem” kendisini ustalıkla saklıyor. Ancak Endler’ın dediği gibi, “(…) patriyarka, sıklıkla olduğu gibi ayrıntıda gizleniyor.”[5] Sözü edilen ayrıntıların bir kısmının Endler’ın kuşku ve gözlemleriyle anlam kazanması oldukça değerli ve elbette cinsiyetsiz yeni bir dünya ihtiyacına olan inancın öfkeli motivasyonu.

Bundan yaklaşık on yıl önce bir arkadaşım, bir üniversitenin inşaat mühendisliği bölümünü kazanmış ve bu başarı onu çok mutlu etmişti. Ancak bir sorun vardı, bölümü tercih eden arkadaşım kadındı. Ailesi başta olmak üzere çevresinde bulunan bütün erkekler ve ataerkinin çarkında erkekleşmiş cinsiyetçi bazı kadınlar, bir kadının inşaat sektöründe çalışma fikrine sıcak bakmamış, “erkek işine” soyunan bu kadını ciddiye almakta zorlanmışlardı. Bütün bu cinsiyete indirgenmiş olumsuz ve aşağılayan fikirlere rağmen arkadaşım güçlü bir kararlılık gösterdi. İçindeki isteğin cesaret veren ateşiyle umutsuzluktan bir uçuruma dönüşen toplumsal engelin üstünden atladı ve üniversiteye kaydını yaptırdı. Eğitim sürecinde ise erkeklerden oluşan bir sınıfta iki kadın öğrenciden biri olmanın zorluklarını yaşadı. Dört yılın sonunda her şeye rağmen arkadaşım için her şeyin mükemmel ilerleyeceğini umuyordum. Ne ki içindeki o istek ve cesaret, her engeli aşacaktı. Mezun olduktan sonra maalesef uzun yıllar iş bulamadı. Çünkü baştan aşağıya erkeklerin tekelinde olan inşaat sektörü, bir kadın çalışanla uğraşamayacak kadar kendinden emin, yetkin, oldukça “erkek işi” ve yeterince de “ciddiydi.” Nihayetinde ne mi oldu? Arkadaşım pes etti ve inşaat mühendisi olmak yerine bu kez malzemesi yine taş, beton, kil, çamur olan başka bir yola direksiyon kırdı: Heykel sanatı. Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümünde yeni bir eğitim sürecine başladı. Birdenbire yadırgayan, ama nasıl olur, diyen bütün o ağızlar kapanıvermişti. Çünkü dişil kodlu meslek ya da uğraşlar açısından, bir kadının estetik gerektiren herhangi bir işle, zanaat ya da sanatla ilgilenmesi garip ve aşırı değildi. Yine de birkaç erkek şunları söylemekten kendini alıkoyamamıştı: “İyi de sen o koca koca mermerleri nasıl taşıyacak, mermer tozuna nasıl katlanacaksın. Çamur tırnaklarını mahveder, maniküründen ödün verebilecek misin? Bu iş sana kadın olduğunu unutturur.”

Yukarıda aktardığım bu küçük hikâyeyi yıllar sonra belleğimin tozlu raflarından çıkararak gündemime taşıyan şey, Endler’ın bu alarmlarla dolu kitabı oldu. (Belki de “mayın” demeliyim. Çünkü gündelik hayatın neresini, hangi alanını, hangi şeyi kurcalarsak kurcalayalım orada üstü olağanlıkla örtülmüş, bir mayın kadar tehlikeli cinsiyetçi tasarım ve pazarlama düşüncesi vardı.) Bu hikâyeyi geçmişte sadece şöyle yorumlamıştım: “Bir dakika ama bu büyük bir haksızlık!” Kitabı okuduktan sonraysa bu hikâyeyi başka bir gözle tahlil etme zorunluluğu duyarak bu kez şöyle dedim: Evet bu tam da Endler’ın kitabında verdiği yüzlerce örneğin hayatımdaki karşılıklarından sadece biriydi. Eşyanın ve gündelik hayatın tasarımında örtük ama güçlü, baskın, söz sahibi eril bir taraf, sistematik ve tarihsel bir patriyarkal tahakküm söz konusuydu.

Bilindiği üzere yakın zamanda ülkemizin on bir ilini etkileyen iki büyük deprem yaşandı ve depreme dayanıksız olduğu için yıkılan binalar binlerce insana mezar oldu. Peki bu dayanıksız binaları kimler hangi bilinçle ve hangi yetkinlikle tasarladı, kimler inşa etti? Bu yıkımın ardında erkek egemen bir düşünce olabilir mi? Endler, –birçok soru gibi– bu soruyu da yanıtlıyor: “Kadın mimarların, inşaat mühendislerinin ve şehir planlayıcılarının sayısı son yıllarda sürekli bir artış gösterse de Almanya dahil pek çok ülkede hâlâ azınlıktalar. Kaldı ki karar vericiler çoğu zaman hâlâ sadece erkeklerdir.”

İşte Endler’ın gayreti, öfkesi, merakı, şaşkınlığı ve sorgulamalarıyla örtüsünü çekip aldığı, çırılçıplak kalan o gerçek: patriyarkal-androsentrik tasarım ve üretimin toksikliği. Toplum olarak patriyarkanın tasarladığı, inşa ettiği hayatları yaşıyoruz ve bu hayatın özensiz, kapitalist, oportünist yanlışlarından zarar görüyoruz. Elbette patriyarkal tahakküm ve fikrin altında kadınlar kadar erkekler de can çekişiyor.

Endler, kitabın son sözlerinde okuru, elini taşın altına koymaya davet ediyor ve şimdi sıra sizde diyerek kitabı sonlandırıyor. Aslında bir bakıma kitap okurun bilincinde ve edindiği bu yeni görme biçimiyle yazılmaya devam ediyor. “Bir şeyleri kaçırdığınızı sanıyorsanız, endişelenmeyin, uzağa bakmanıza gerek yok, bu şeyler her yerde. Daha fazlası bir kitabın iki kapağı arasına sığmıyor.”[6] diyerek kitaptaki örnek ve deneyimlerin çoğaltılabileceğine işaret ediyor. Okuru kendi yaşamından deneyimlerle kitapta verilen örnekleri –bir yerde kitabı– devam ettirebileceğine dair gönüllü sorumluluğa çağırıyor. Bu sorumluluğu hem kişisel hayat bağlamında hem de sosyal, toplumsal ve gündelik yaşantının parçası olan bir birey olarak duyumsayan, bu kitapla birlikte bakış açısı değişmiş biri olarak diyebilirim ki: Şimdi, şu andan itibaren –özellikle kitabı okuduktan sonra– neredeyseniz oradan gözlerinizi dış dünyaya çevirin ve yapıları, eşyaları, bütün o şeyleri edindiğiniz bu yeni görme biçiminin, farkındalığın merceği altına alın. Göreceğiniz ve gördüğünüz şeylerin, nesnelerin, eşyaların, tasarımların neden, niçin ve nasıl hayatınızda olduğuna ilişkin bir irdelemeye kalkışın. Bütün o gördüklerinizin bir cinsel organı olup olmadığını anlamaya çalışın. Artık hiçbir şeyi eskisi gibi görmediğinizi fark edeceksiniz.

Cinsiyeti belirlenmiş, toplumsal cinsiyet rolleriyle tasarlanmış bu dünyayı cinsiyetsiz bir bakışla yeniden tahayyül edip değiştirebileceğimizin cesareti ve umuduyla…

Serpil Canalan


[1] “Feminizm Herkes İçindir” Bell Hooks’un feminist teoride önemli bir yeri olan kitabının adı. Cinsiyet gözetmeksizin herkesi tutkulu politika olarak tanımladığı feminist düşünceye davet eden, yaklaştırıcı ve kucaklayıcı sloganı.

[2] Orospu.

[3] Rebekka Endler, Eşyaların Patriyarkası, Çeviren: Çiğdem Canan Dikmen, İstanbul: İletişim Yayıncılık, s.13

[4] Siri: Apple’ın iOS, watchOS ve tvOS işletim sistemlerinin bir parçasıdır. Bu bilgisayar yazılımı, akıllı kişisel asistan ve bilgi gezginidir. Bu programın amacı, soruları cevaplamak tavsiyelerde bulunmak ve web hizmetlerindeki eylemleri gerçekleştirmektir. Ayrıca biliyoruz ki Siri yazılımında kullanılan ses; itaatkâr, hizmet sunmaktan mutluluk duyan bir kadın sesidir.

[5] Rebekka Endler, Eşyaların Patriyarkası, Çeviren: Çiğdem Canan Dikmen, İstanbul: İletişim Yayıncılık, s.159

[6] A.g.e., s.309