Gazetecilik temelli bir yazar olan ve farklı kategorilerde çeşitli ödüllere layık görülen Elizabeth Day’in Türkçede iki kitabı var. Geçen sene çevrilen ilk kitabı “Tepetaklak: İşler Sarpa Sardığında Yapılacaklar Kılavuzu”, Day’in hazırlamaya devam ettiği “How to Fail with Elizabeth Day” adlı podcast’inden yola çıkarak yazdığı bir kitap. Ayrıntı Yayınları etiketine sahip olan kitabın çevirmeni ise Seda Peker.

Day’in geçtiğimiz günlerde raflara giren Saksağan adlı kitabıysa kendisinin son romanı. Yine Seda Peker’in çevirdiği kitap, Ayrıntı Yayınları’nın markalarından biri olan Düşbaz Kitaplar etiketine sahip.
“Oyunlu” Bir Roman
Saksağan sarsıcı ve tabiri caizse “oyunlu” bir kitap. Size ilk gösterdiği yüzüyle sonrasında açığa çıkan yüzü ve bunun karakterler üzerindeki etkisi pek tahmin edilir değil. Ancak Day, kitabın bütün yükünü bu tip oyunlara yüklemiyor. Zira romanın temel çatışmalarını oluşturan aile, annelik, hamilelik vb. gibi kavramlar kendi başlarına bile yeterinde tartışma barındırabilecek güçte.
Kabaca konusuna bakalım:
Yirmili yaşlarının sonunda olan Marisa tek tabanca yaşayıp hayatla mücadele eden bir kadındır. Yalnızlığı ta çocukluğundan beri yakasına yapışmıştır. Aile içi tartışmalardan bunalan annesi, günün birinde, henüz bebek denecek yaştaki çocuğunu alıp evden gider. 6-7 yaşlarındaki Marisa’ya da, onu dönüp alacağına dair söz verir. Ancak bu sözü tutmaz. Marisa da babasının hezeyan dolu günlerinde onunla beraber yaşar. Terk edilmenin acısını üzerinden bir türlü atamadığı için, ilerleyen yıllarda ailesiyle ilişkisini tamamen koparır.
Çocuk kitaplarına yaptığı illüstrasyonlarla hayatını kazanan Marisa’nın aşk hayatı da geçmişi gibi terk edilişlerle doludur. Ne var ki günün birinde, bir flört uygulaması aracılığıyla Jake adlı yakışıklı bir adamla tanışır. Kırklı yaşlarında olan Jake, son derece net ve dürüsttür. Bir an evvel evlenip baba olmak istediğini söyler. Marisa ilkin şaşırır, ama o da bu rüzgâra kapılıp gider.
Marisa ve Jake birkaç ay sonra evlenip mutlu bir ilişki yaşamaya başlarlar. Ancak Jake’in işleri giderek kötüleşir. Maddi durumlar can sıkıcı bir hal almaya başlayınca da evlerinin bir odasını geçici süreliğine Kate adlı bir filmciye kiralarlar.
Başlarda her şey normaldir. Bir zaman sonraysa işler yavaşa yavaş şirazeden çıkmaya başlar. Zira Kate diş fırçasını onlarınkinin yanına koyar, etrafta rahat rahat dolaşır ve hepsinden tuhafı, Jake’le samimi bir ilişki kurar.
İşte bütün mesele bundan sonra başlar.
Kim misafir kim ev sahibi?
The Guardian’dan Michael Hogan’a verdiği röportajda Day, bu kitabı kişisel bir acıdan yola çıkarak yazmaya başladığı söyler. O da tıpkı Marisa gibi flört uygulamalarından bulduğu biriyle evlenir. Ancak bir türlü hamile kalamaz. Bunun halli için bir sürü şey yapar; tüp bebek tedavileri, yumurtalarını dondurma vs. Ne yazık ki sonuç değişmez.

Day, 40 yaşında çocuksuz bir halde boşanıp “How To Fail With Elizabeth Day” podcast’iyle günden güne popülerlik kazanınca, içinde gezinip duran bu boşluktan yola çıkarak Saksağan’ı yazmaya başlar. Elbette anne olmak onun hayatının merkezinde yer almaz, ama isteyip de bir bebeğe kavuşamama hali, onu uzun süre “eksik, yetersiz” hissettirir. Day, bir yönüyle de bu hisse karşı gelebilmek için romana sarılır.
Roman boyunca Marisa bir yandan hamile kalmaya çalışırken bir yandan da Jake’le Kate’in tuhaf yakınlaşmalarına şahit olur. Ancak kocasına hemen toz kondurmak da istemez. Bazen Jake’in işlerinin bozulmuş olmasına lanet eder, bazen Kate’i evden göndermek için çeşitli girişimlerde bulunur, ama bütün bunlar sonuçsuz kalır.
Kitabın içindeki oyunları açık etmeden bu yazıyı yazmak her ne kadar zor olsa da, Day’in bunu ustalıklı şekilde kotardığını söylemek mümkün. Roman akışkan bir dile sahip. Gerilim unsuru da giderek yükseliyor. Böylece okuma zevkinin arttığını da söylemek mümkün.
Aile ve annelik meselesine başka bir yerden bakmak, İngiliz romanlarının o soğuk gerilimini hissetmek isterseniz, Saksağan listenize alınmaya değer bir kitap. Zira günün birinde herkesin evine beklenmedik bir misafir gelebilir. Ancak kim misafir, kim ev sahibi işte esas sorun buradadır.
Okan Çil