İlay Bilgili’nin ikinci öykü kitabı, “Leyla, Mektubum Eline Ulaştı mı?” 2022 yılının ilk aylarında İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaya çıkan her metin, yaratıcısının suretinden kelimelere dökülür. Ben de bu minvalde sorularımı bazen yazar İlay Bilgili’ye, bazen yarattığı karakterlere ve depremde çırpınan, depremin enkazı altından kalkmaya çalışan İlay Bilgili’ye yönelttim.
Bilgili’yle kitabı, yaşamı ve yaptığı şeyler, işler üzerine konuştuk.
Kadir Işık

İlk kitap ilk göz ağrısı, ikinci kitap ne oluyor İlay? İkisi arasındaki fark ne?
Sevgili Kadir önce depremi yaşamış on bir ilimize tekrar geçmiş olsun diyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Bu süreci atlatmada en önemli dinamiğin devam etmesi gereken bir dayanışma olduğunun da altını çizmek isterim bir Hataylı olarak.
İlk kitap ilk göz ağrısından ziyade benim sağlam atmaya çalıştığım bir temeldi. Depremde de gördük ki temeli sağlam olmayan her şey en ufak sarsıntıda elimizden avucumuzdan kaymaya mahkûm. Dolayısıyla ilk göz ağrısı bana biraz romantik bir söylem olarak geliyor. Öykü hakkında tek şey bilmeyen bir öğretmen olarak geri dönüp baktığımda keşke dememek için çok çabaladım, başladığım yerin önemini hissettim hep.
İkinci kitaba gelirsek, kendimce daha özgür bir alanda olduğumu hissettiğim bir yerden yazdım. Talan, bana bu özgürlüğü ve alanı verdi. İçimde hiç susmayan, öfkeli bir kadın vardı. Onu susturmadan, kendimle ve kadınlarımla hesaplaşmadan yazmaya güçlü devam edemeyecektim. Ben de o özgürlüğü kullanıp bu hesabı kapattım Leylâ ile.
Kitabın ilk öyküsünde anlatıcı yazma sancıları çeken bir yazar, senin için yazmak nedir İlay?
Saçmalasam da, üzerine çok çalışsam da yazmak benim yapabildiğim tek şey. Yazmak benim için bu bağlamda kendimi ortaya koyabilmek demek. Hayatın başka hiçbir alanında, özellikle de sosyal hayatta kendim olamıyorum. Yazma sancıları çekiyorum, yazınımı eğmek bükmek, hikâyemi daha güzel anlatabilmek üzerine düşünüyorum, ne yazacağımı, nasıl yazacağımı düşünüp kara deliklere giriyorum bolca. Buradan da besleniyorum. Yazmak adına yaptığım en güzel ve en önemli şey okumak. Okuduğumda ya yazmaktan uzaklaşırım, yazılacak en güzel şeyler yazılmış gibi hissederim ya da ilham alıp sadece yazarım.
“Leyla, Mektubun Eline Ulaştı mı?” öykünde ana karakteri iktidar karşısında suskunluğa iten şey ne? Üstelik anlatıcı, ben onlar gibi değildim, diyor. O da bir yazar, bir yazarın iktidarla ilişkisi nasıl olmalı?
Kadın, toplumda sesini çıkarmaya daha yeni başladı. Yükselen kadın hareketi bize bir sesimiz olduğunu, korkmamamız, utanmamamız gerektiğini söyledi. Yalnız değilsiniz, dedi, cesaret verdi. Fakat genlerimize, içimize işlemiş bu öğretilmiş kadın olma durumundan sıyrılmak da öyle kolay değil. Bu kadının yeniden doğumudur. Benim kadınım Talan’da da vardı. Orada bir sorun olduğunun daha yeni yeni farkına varan bir hayaletti. Leyla’da en azından kendine, belki bir kadın arkadaşına ya da artık hayatını paylaştığı adama bunu ancak sesli söyleyebiliyor. Kafası bozuk, öfkeli ama belki de önce sindiriyor kafasında. Benim yazınım kasıtlı olmasa da hep kadın çatısında birleşir. Leyla’daki karakterim de yazar, onu kaleme alan ben de yazarım. Kendi kadınlık yolculuğumu sindirerek yürüdüğüm bu yolda altı boş bir öfkeyle yürüyemem. Talan’da “Hayriye’nin Yok Oluşu” diye bir öykü var, yazdığımda kendimle gurur duymuştum. Leyla’da o Hayriye’ye gözlerini dikmiş geri dönen bir Hayriye var. İlki gidişini çözümlemeseydi belki hiç geri dönemezdi. Gelecek kadınların olacak, bundan eminim. Sadece sağa sola saldırmak yerine birlikte ve emin adımlarla yürüyorlar.
İki öykü karakterlerin, hayatlarının çocukluk dönemlerinde cinsel tacize maruz kalan kadınlar. Bir kadının tacize maruz kalması, bir de bunu ömür boyu saklaması, susması, toplumun tacizciye değil de tacize maruz kalan kişiye, kadına göstereceği tepkiden çekinmesini gene bir kadın olarak nasıl açıklarsın?
Yukarıda da belirttiğim gibi yüzyıllardır bize kodlanan kadın olma durumu sana sus da diyor. Bunu aşmak, susmamak, göğsünü gere gere anlatmak çok zordu. Ta ki geçmişte kadın hareketi için seslerini çıkaran birkaç cesur kadınla başlayıp elden ele ve büyüyerek günümüze kadar gelen kocaman bir çığlığa dönüşene kadar kendimizi yalnız hissettik. Artık hissetmiyoruz. İfşalar, evlerde erkeklere hatta hep söylerim evin en erkeği olan annelerimize, sokakta iktidara, polise karşı artık susmayan, korkmayan bir kadınlar ordusuyuz. Eskiden bizi taciz ettikleri gibi bir de bize kendimizi suçlu hissettiriyorlardı. Susuyorduk, yalnızdık ama artık değiliz. Yüzyıllardır bu utançla yaşamış tüm yitmiş kadınların ruhlarını da aldık yanımıza, bize ait olmayan bu utancı yan yana durarak asıl sahibi olan erke teslim ediyoruz. Sustuğumuz ne varsa artık dünyanın her yerinden yükselen bir ses oldu.

Kitabında yazardan ne kadarını görebiliyoruz? Kurmaca nerede başlıyor, nerede bitiyor?
“Leyla Mektubum Eline Ulaştı mı?” öyküsü benim kasabamda geçer, benim muhabbet kuşumu anlatır, benim ergenliğime de uzanır. Fakat birinci tekil ile yazıldığı için her şeyde kendimi anlattım sanıyor insanlar. Bunu gülünç buluyorum açıkçası. İnsan insanı insanda tanırmış, bence herkes bir ayna gibi bir şeyler buluyor o öyküde. Bana göre, benim gibi feodal bir aileden gelmiş, kökleri taşraya dayanan, öğretmen ve anne olan bir kadın için, sevgili toplumun özellikle bir kadın için bolca kodu ve sıfatı vardır, oldukça cesur bir metindi. Başkası kolayca yazabilir, aman canım ne var diyebilir. Benim için hayatımda tanıdığım hemen her kadının içinde olduğu bu uzun öykü onların çıkarmaya korktuğu, utandığı şeylerin benim gelecekte tekrar bunları yaşamayalım diye yazmak zorunda olduğum bir borçtu. Tüm cesaretimle yazdım, korktum da, sindim de ama pes etmedim. Çünkü kadınların çoğu hâlâ iç seslerinden bile utanır. Utanmasınlar, utanmamaları için yazıyoruz. O öyküyü okuyup bana ulaşan o kadar çok kadın oldu ki. Bir tek ben sanıyordum, yalnız değilmişim dediler. Evet, Leylâ daha özgür olmayı düşleyen bir kadını anlatıyor. Ben öyle miyim, evet. Ama annem de öyle, kadın arkadaşlarım da öyle, kız öğrencilerim de öyle. Kurgu diye bir şey yok. Hepsi gerçek, birçok kadının hayatını anlatan gerçek bir hikâye. Hadi, hepsi benim hikâyem diyelim, ne fark eder? Ya da bunu okuyan bir başka kadının hikâyesi… Ne fark eder? Leylâ’lar vardır.
Niçin cümlelerin devrik, özel bir seçim mi yoksa yazı dilin sen istemesen de bu yönde mi eğilim gösteriyor?
Ben yazarken bir şeyi kasıtlı yapmam. Mekanik yazına inanmıyorum. Yazmanın öğretileceğine de inanmıyorum ben, okumak öğretilir ama. Okuyarak, çözümleyerek, iz sürerek yazmayı geliştirebilirsin. Cümle kalemimden devrik çıkmıştır, öyle yazmışımdır. Bana öyküde devrik cümle olmaz demişlerdi. İçimden, bu ne saçma bir çıkarım, dediğimi hatırlıyorum. Türkçede devrik cümleler vardır, Türkçe yazıyorum, dilin ve yapısının her imkânını kullanırım. İstemeyen kullanmaz.
Bu kitapta neyi yazmadın İlay, ne yazmak isterdin, kitap bittikten, yayımlandıktan sonra geride keşke dediğin şeyler kaldı mı?
Bu kitapta maalesef her şeyi yazdım sevgili Kadir. Özellikle “Leylâ Mektubum Eline Ulaştı mı” yazma hayatıma devam edebilmek için her şeyi yazdığım bir uzun öyküdür. Bu uzun öykü tek başına bir novella olarak çıkmalıydı. Onu öngöremedik. Ardından gelen sekiz öyküm bu uzun öykünün gölgesinde kaldı maalesef. Ama keşkelere takılan biri değilimdir, olan oldu. Keşkelerden öğrenmeyi daha çok seviyorum.
Sosyal medyayı aktif kullanan yazarlardansın, sosyal medyanın yazara kattıkları neler? Yazarı hangi yönlerden geliştiriyor?
Sosyal medya, yazarı yazma anlamında geliştirmez bence, bu anlamda yazara bir şey katmaz. Yazar çok yazar, çöpe atar, çok okur, çok düşünürse çok gelişir. Sosyal medyanın bana katkısı, sadece edebiyat yapan ve edebiyatçılardan oluşan bu küçük dünyanın içinde kalmamam olmuştur. Beni kendi okurumu bulabilmem için yüreklendirmiştir. Orada yaptığım paylaşımlarla ben okurumla tanıştım çünkü yayınevlerinin kitabı tanıtma olanağı kısıtlı ve az. Oradaki görünürlüğü çok önemsemezseniz, oraya bağlı var olmazsanız çok güzel dostluklar edinip okurlarınızla birinci elden tanışabilirsiniz.
Deprem, hepimizin hayatında öncesi ve sonrası diye konuşulacak bir doğal afet, insan eliyle felakete dönüştürüldü. Toplum olarak nerede yanlış yaptık?
Şimdi müteahhit, imar yasası vs vs günlerdir binlerce kez duyduğumuz şeyler var. Yanlışlar bunlar değil. Bizim yaptığımız yanlış kolayca ayrışmak oldu. Hemen her şeyde diğerini yalnız bıraktık. O benden değil, şu senden derken ne oldu biliyor musun? Yalnız kaldık. Yalnız kalınca da aynı o tacize uğrayan kadının susması gibi sustuk işte çünkü yalnızlık tek başına gelmedi. Yalnızlık yanında korkuyu getirdi. Korku bizi güçsüzleştirdi. Güçsüz olunca sesimizi yitirdik. Eğer herkes aynı anda korkmazsa ne depremde ölürüz ne de kadın cinayetinde. Çünkü aynı anda korkmazsak kocaman bir ses oluruz. Bir daha asla imar yasası çıkamaz, bir daha asla temeli, kirişi çürük bina yapılamaz, bir daha asla o kadının da orada ne işi var diyemezler. Aynı anda korkmazsak hukuk ve adalet sistemi kendiliğinden yeniden inşa olur. Hukuk olan yerde de her şeyin bir karşılığı olur. Yanlış yaptığımız şey buydu bence. Umarım ders almışızdır.
İlay Bilgili kimlerden besleniyor, niçin yazıyor, bu aralar ne yazıyor ya da neler yazmak istiyor?
Ben özgürlüğe, eşitliğe, adalete, saygıya inanırım. Tüm yaşamımı bunun üzerine kurmaya çalışıyorum. Kızımı da böyle büyütmeye çalışıyorum. Dolayısıyla, bunların karşısında olan her şeye çomak sokmak istiyorum. Yapı olarak da susup kenara çekilen birisi değilimdir. Dolayısıyla, kalemim ve yazınım bana göre toplumda çarpık olan her şeye değinir, bunu taktiksel olarak da yapmam. Yazdığım ne varsa kalbimde gece beni uyutmayan şeylerdir. Depremden önce, hazır şu içimde bas bas bağıran kadından da kurtulmuşken maden ve maden göçüklerine kafayı takmıştım. Sürekli aynı sebepten tekrar eden bu faciaların göz göre göre olmasına katlanamıyorum. Sebeplerine bakmaya çalıştım bir ara. Cahillik, yine korku, yine kadercilik en az güçlü patronlar kadar suçluydu. Sonra deprem oldu. Deprem hakkında yazar mıyım bilmiyorum ama yazsam bile acı pornosu değil bir değişimi yazmak isterim. Enkazın altında binlerce can kaldı, bu enkazda korkunun, kolektif sessizliğin ne kadar payı var bunu aramak isterim.
Memleketimi ve diğer on bir şehri yeniden kuracağız. Kırgınız, öfkeliyiz, üzgünüz ama umutluyuz. Oradaki insanların bize ihtiyacı var, bunun unutulmamasını istiyorum. Güvendiğiniz her türlü dayanışmada elinizden geldiğince yer almaya çalışın lütfen. Elli gün oldu, hâlâ terlik, erzak, hijyen malzemesi sıkıntısı var. Unutmayacağız demeyiniz, unutmamak bir eylemdir. Dayanışmayla kalın. Çok teşekkür ediyorum Kadir, bu zor zamanlarda bir küçük nefes oldu.
Sevgili İlay tüm kalbimle yazmaya, anlatmaya devam etmeni dilerim. Kalbimiz kırık hem de çok. Birlikte, el ele iyileşmeyi umuyorum.