Peter Ackroyd’un “Blake – Bir Biyografi” adlı kitabı Alfa Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Burcu Alkan ile konuştuk.

“Blake – Bir Biyografi”yi çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Blake akademik çalışmalarımdan dolayı bana tanıdık bir isim. Hatta Ackroyd’un kitabını ilk Helsinki’de bir ikinci el kitapçıda görüp kendim için almıştım. Bundan birkaç yıl sonra Alfa’nın o zamanki çeviri editörü yakın bir arkadaşım aracılığıyla bana ulaştı. Bu kitaba çevirmen bulmakta zorlanmışlar. Kitabı çevirdikten sonra diyebilirim ki, hiç şaşırmadım; kolay bir metin değil çünkü. İlk çeviri süreci aslında COVID’e denk geldi. O zamanlar Manchester’daydım ve dar bir alana sıkışmış herkes gibi hem akıl hem beden sağlığımı korumaya çalışırken üzerinde ufak ufak denemeler yapmaya başladım. Bu arada editörler değişti. Daha sonra çevirinin sözleşmesi geldiğinde Berlin’e geçmek üzereydim ve çeviriyi Berlin’de tamamladım.
Nasıl karar verdim? Galiba bir yandan COVID sürecinde zor bir işle kafamı meşgul etme isteği kararımı etkiledi. Ama asıl (benim çalışma alanım olmamakla beraber) Blake’e karşı özel bir ilgim hep vardı. Şiirleri, çizimleri ve kendine özgü tavrıyla değişik bir karakter Blake. Biraz da deli… Nev-i şahsına münhasır…
Sadeliğinde rahatlıkla anlayabileceğiniz ama derinliğini yakalayabilmek için ciddi bir altyapı gerektiren bir şair. Kolay anlaşılabilirliğine kanmamak lazım. Ayrıca epik anlayışında kaybolabileceğiniz bir sanatçı. Resimleri için güzel denir mi emin değilim. Onun estetiği o kadar kendine özgü ki, güzel olmadan da kuvvetli ve etkileyici bir sanatı var. Peter Ackroyd’un çok detaylı, çok çalışılmış biyografisi Blake’i ve sanatını anlamak için ciddi bir kaynak. Okuduktan sonra her şey daha bir anlamlı geliyor. Bazı biyografiler gibi kuru bir anlatı da değil. Blake’in biyografisinde Blake olduğu kadar Ackroyd da var.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Öncelikli mesleğim çevirmenlik değil, aslen akademisyenim. Genelde akademik metinler çeviriyorum. Bir dönem çocuk kitabı da çevirdim. Eskisi kadar sık olmasa da arada öykü çeviriyorum. Bunlar daha önce Notos’ta yayımlandı. Ama asıl şiir çevirmeyi seviyorum. Bu daha çok benim için kişisel bir keyif. Şiirlerin sesini, ritmini, ruhunu yakalamayı seviyorum. Beni zenginleştiriyor. Şiiri çevirme sürecinin kendisi de çok hoşuma gidiyor. Bir de Türkçe edebiyatı İngilizceye kazandırmak gibi bir derdim de var(dı). İşin bu kısmı sektörel açıdan biraz daha karışık ve uzun hikâye.
Düzenli bir çeviri rutinim yok. Bazen bir şiir ya da öykü dikkatimi çekiyor, hatta içimi çekiyor, bunu çevireyim diyorum. Bana iyi geliyor.
Ama daha uzun metinlerde önce bir tur kabataslak bir çeviri yapıyorum. Cümle yapılarını, başını sonunu oturtmak için. Bu kısmı biraz mekanik oluyor. Atladığım bir şey olmasın diye dümdüz ve adım adım kontrol ederek ilerliyorum. Sonra geri dönüp daha dikkatle yeniden yazmaya başlıyorum. Farklı anlamlı ya da karmaşık ya da derinlikli vs. olan kısımları biraz kurcalayıp işaretliyorum. İçime sinen bir taslak metin ortaya çıktığında ise en baştan tekrar tekrar okuyup ince ayarını yapıyorum. Bu süreç birkaç tur sürüyor ve asıl burada yazarlık inceliklerini işliyorum. En son turlarda ise bol bol yüksek sesle okuyorum. Metnin kulağıma doğru gelmesi benim için önemli. Ancak metnin sesinden tatmin olduğumda çevirinin bittiğine karar veriyorum.

“Blake – Bir Biyografi”nin çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Hemen söyleyeyim: zordu. Cidden. Çevirirken en çok zorlandığım metinlerden biri oldu. Bu Blake’in kendisinden çok Ackroyd’un yazarlık üslubuyla alakalı. Uzun ve yüklü cümleleri seviyor Ackroyd. Bir de tabii kendine özgü bir mizacı var ve sizin de onun mizacına ayak uydurmanız gerekiyor. Blake’in İngilizce metnini okumak dahi yorucu. Çevirirken kendimi sık sık Blake’in kendisini çevirsem daha kolay olurdu derken buldum. Bir de tabii Blake’in yaşadığı döneme dair bazı detayların Türkçe karşılığını bulmak zordu, kiminin Türkçede karşılığı dahi yoktu. Bu tür durumlarda biraz kendi dilsel yaratıcılığımı kullandım, biraz da sevgili dostum Clive Goodhead’in önerileri yardımcı oldu. Clive özellikle benim bilmediğim çok eski metinler ve çok eski ifadelerin ne olduğunu açıklayarak karşılıklarını bulabilmemi, hatta yer yer uydurabilmemi sağladı.
Uzun ve zor bir metin Blake, çevirisi de uzun sürdü. 1,5-2 yıl kadar. Ama bunun bir kısmı çevirinin kendisinden çok çeviriye asıl ne zaman başladığımla ilgili. İlk başlarda kitabı çevirme fikri varken ama henüz bir anlaşma yokken birazına başladım. Elimi, dilimi denedim diyelim. Yayıneviyle sözleşme imzalandıktan sonra ise başına oturdum. Bir yandan kendi akademik çalışmalarım da devam ediyordu elbette. Kaldı ki, uzun bir metin olduğu için zihnimi yakmadan ilerlemem gerekiyordu. Öyle bir metni bir oturmaya çevirmek mümkün olur muydu emin değilim. Ben yapamazdım. Son 6-7 ay ise yoğun çalıştım, artık amacım bitirmekti ve yorucu bir süreç sonunda tamamladım. Çeviriyi teslim ettikten sonra bir süre pek başka bir şey yapamadığımı itiraf edeyim.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Peter Ackroyd? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Peter Ackroyd’u daha önce okumuştum. Önemli bir İngiliz biyografi yazarı. Çok kendine özgü bir üslubu var. Sanırım ismine bakmadan metnini görsem rahatlıkla Ackroyd olduğunu tahmin edebilirim.
Peter Ackroyd orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Ackroyd’un yazarlığının öne çıkan en net özelliği karmaşık ve sarmallı yazmayı tercih etmesi. Çeviriyi yaparken şakasını yaptığım oluyordu: Ackroyd’u çevirirken eğer öznesiyle yüklemi arasında başka iç cümleler yoksa mutlu oluyorsunuz. Böyle cümlelerin sayısı kitap boyunca o kadar az ki! Ama bu yazarın zihni hakkında bize fikir veriyor diye düşünüyorum. Ne kadar çok bilgi topladığını ve ne kadar çok şeyi bir araya getirip ifade etmek istediğini anlıyorsunuz. Bu da sizi onun ikinci önemli özelliğine getiriyor. Ackroyd müthiş bir araştırmacı. Yakaladığı detaylar en önemsizinden en çarpıcısına o kadar çok ki… Arşivlerden inanılmaz malzemeler çıkarıp sunuyor. Eh, biraz da yazarın kafa karışıklıklarına şahit oluyorsunuz.
Sanırım bir çevirmen değil de bir araştırmacı olarak şunu ekleyebilirim. Yakaladığı detaylardan vardığı bazı sonuçların ve yaptığı bazı analizlerin ne kadar geçerli olduğundan emin değilim. Ackroyd yer yer araştırmasına ve araştırma nesnesine çok fazla kişisel yatırım yaptığından önündeki malzemede kendi görmek istediğini gördüğünü düşünüyorum. Bazı yorumlarına baktığımda aynı sonuçlara ben varır mıydım, sanmam. Ama bu büyük bir mesele değil, elbette her birimiz yazar olarak metinlerimize kendimizi de katıyoruz.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
Özellikle Blake’in hayatta nasıl bocaladığına dair olan kısımlardan çok etkilendim. Zor bir hayatı olmuş ve zor da bir adammış açıkçası. En büyük ve çoğu zaman tek desteği karısıymış. Hayatı boyunca anlaşılmamış ve bu onu çok zorlamış. Sosyal hayatı çok zarar görmüş. Asıl olduğu kişiyle olması beklenen kişi arasında sıkıştığı dönemler çok. Fakat bu mücadelesinde çoğunlukla kaybetmiş ve bu dönemlerden çoğunlukla zararlı çıkmış olsa da inadına devam etmiş. İnatçı bir adam Blake. Belki anlaşılmamış ve değer görmemiş olabilir ama bugün bir dengi daha olmayan bir sanatçı. Kendine ihanet ettiği dönemlerdeki iç yıkımı ve herkese ve her şeye rağmen doğru bildiği yolda devam ettiğinde ulaştığı özgünlük onu belki inatçı ama her şeyin ötesinde büyük bir figür yapıyor. Ben de hayatının anlatısına yüzyıllar sonra ucundan müdahil olmuş biri olarak onu dostlukla hatırlıyorum.