
Bana kötü bir anne olduğumu söyledi. Babasının, kız kardeşinin önünde. İki ay önce. Yaz tatili başladığında. Hasan karşıladı onu istasyonda. Mutfak penceresinden gördüm valizleri arabadan çıkarıp merdivenlere koyuşlarını. Kilo vermiş. Hasan bana seslendi. Ceyda ellerini yıkayıp koştu, kapıyı açtı: “Ağabey! Sana ıspanaklı börek yaptık!”
İt. Tam bir ite dönüşmüş oğlum. Onu mutfak penceresinden gördüğümde böyle düşündüm. Pireli, cılız bir it. Yine de saldırgan. Diş bileyen. Yemeğe oturduk, kalktık. Valizlerini açtık. Kitaplarını yerleştirdik. Bildiklerimi sıradan söyledim: İyice karnını doyur, uzun bir banyo yap, odana yerleş. Bir eksikle: Yaz bitince toplan, geri git!
“Kız Hasibe, ne yapıyorsun burada?”
Elinin körünü yapıyorum Ayşe. “Hava alayım dedim Ayşe.”
“Haa, hava aşağıda yok mu?”
Öfkeliyim. Değneğine yaslanmış yüzüme aval aval bakan, gülümsememden gayri bir cevap alamayınca bohçasını yüklenip tepeden aşağı yollanan Ayşe’ye değil öfkem. Yazın yüzünde al kavakların ötesindeki bu çıplak tepede saatlerce oturuşuma. Deli bir kadın gibi bir şeyler anlatışıma. Kuşlara bir şeyler anlatmanın öfkesi. Kırlangıçlara.
İlçe gazetesinde okumayı en sevdiğim köşe Mehmet Bey’in köşesi. Hayattan, değişik yaşantılardan alıntılar. Japonları yazmış. Japonlar, söylemek isteyip de kimseye söyleyemedikleri göğüslerinde birikir, ağırlaşıp bir gülle halinde yüreklerine oturunca, çıkıp bir tepeye, bir kavak kovuğuna anlatırlarmış. Kavak dediysem, Japon’un ağacı ne ise artık, ona.
Anlattıklarım bir ağaca anlatılmaz. İlçenin ağacı da ispiyoncudur. Seneler boyu aynı yerde dikilir durur, her duyduğunu biriktirir, soluğunu toplamaya yanına kim çökerse dile gelir, bildiklerini rüzgârla fısıldar. Yoksa her söz nasıl bu kadar yayılsın? Yok, en iyisi kuşlar. Kırlangıçlar. Şimdi geldiler, yaz bitince toplanıp geri gidecekler.
“Son zamanlarda telefonlarıma da çıkmaz oldu. Başta endişelendim onun için elbette, düşündüm, mutsuz muydu? Bunu ona sormadım tabii çünkü eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürülmez. Kaldığı yurt, idare eder. Yemek parası, idare eder. Okul, dersler, geçen yıllar, idare eder. Güzel. Zaten kendisi istedi, koca, soğuk, yalnız Ankara’yı isteyen bir deliydi o. Ah oğlum. Yaşantıları başka artık, hukuk fakültesinin gözdelerinden, okul gazetesinde yazıyor, münazara ediyor. Her daim tanımadığımız, onayımızdan geçmemiş insanlarla beraber, olsun. Biz bu hakkı verdik ona. Kırlangıçlar. Sizi müdahil ettiğim meselelere bakın. Hâlbuki kutsal hayvanlarsınız. Sizi vuran lanetlidir. Etiniz haramdır. Hz. Ali’nin kılıcını taşıyorsunuz kuyruk yerine. Muhakkak adilsiniz de bu yüzden. Adaletle tartın anlattıklarımı. Ben anneliği iyi bilirim. Bir anne olduktan sonra başımın üzerinde bir kadın belirdi. Eteği aynı, yazması aynı. Tanıdım, aynı ben. Benim anneliğimdi o. Başımda hazır bekliyormuş yıllarca. Oğlanı doğurunca geldi, bir daha da gitmedi. Hep yanı başımdadır. Çocukları Hasan’la değil, onunla, anneliğimle beraber büyüttük! Bana hep söylediler, kız, sen anneliği ne de iyi biliyorsun, duyan da evvelinde beş çocuk büyüttün sanır. Öyle işte. Şimdi oğlan kalkmış beni kötülüyor. Benim anneliğimi gücendiriyor. Öfkelenmekte haksız mıyım? Evet, işte telefonlarıma çıkmaz oldu. Çıktığı zaman da iki kelimeyi bir araya getirip benimle konuşmaktan acizdi. Uyuz bir ite dönüştüğünü anladım telefondan. Sonra saldırgan bir it. Diş bileyen.”
“Sen kötü bir annesin!”
Öğle sıcağı çatıya vuruyordu. Salonda tembellik ediyorduk. Kız günlüğüne bir şeyler yazıp çiziyordu, oğlan tıkır tıkır bilgisayarındaydı. “Şu eve internet bağlatsanız artık!” Divanda dizimi kırmış oturuyordum. Anneliğim divanda dizini kırmış oturuyordu. Yazmasını düzeltti, boğazını temizledi. “Konuş, Hasibe,” dedi.
Oğluma iyi bir anne gözünden konuşmak zamanıydı şimdi. Göğsüm şişti, bildiklerimi sıradan söyledim: Tek derdimiz senin senede bir kullanacağın internet, değil mi? Hiçbir şeyi umursamaz mısın? Ne babanı arayıp soruyorsun artık ne beni. Ya Ceyda? Seni ne kadar özlüyor biliyor musun?
Ceyda ağabeyinin izinden gitmek için şu ufacık yerde kendini parçalıyordu ya ağabeyi iki kelime edip kızcağıza yol göstermeyi kendine zül görüyordu herhalde. Gittin, unuttun bizi oğlan. Hasan radyoyu açtı, bir iki cızırdattıktan sonra Neşe Karaböcek’i buldu. Oğlana sordum: “Sen, değiştin mi ne?”
Oğlan başını kaldırıp bana baktı. Gözleri titriyordu. Anneliğim elini elime koydu, “Şefkat Hasibe” dedi. Titreyen gözlere anne şefkati göstermek zamanıydı şimdi. “Ah oğlum,” dedim, “Aslan oğlum, çok zorlandın biliyorum.” Dudağı büzüldü, şaşırmış mıydı? Bir babasına, Ceyda’ya baktı. Sonra çenesiyle etime yapıştı sanki, söktü.
“Ne biliyorsun sen, ne?”
“Kırlangıçlar. Ulu kırlangıçlar. Ben ne biliyormuşum ki. Onun hakkında hiçbir şey bilmediğimi söyledi. Hiçbir şey! Mümkün mü Allah aşkına? Ben, çocuklarımı bilmeyeceğim öyle mi? Onlar için endişelenmiyorum sanki. Onun kaldığı yurt, yemek parası, okul, dersleri, geçen yıllar. İdare ediyordu işte. Çok zorlanmıştı doğru ama kendisi istemişti. Biz de ona destek olduk. Ben ve anneliğim. Öfkeliyim kırlangıçlar. Eskiden böyle değildi, değişti o. Onu dizime yatırıp bildiğim her şeyi ona söylemedim mi? Hiçbir şey bilmiyormuşum. Sen kötü bir annesin diye bağırdı bana. Babasının, kız kardeşinin önünde. Başımı anneliğime çevirdim. Ağzı bir karış açık kalmıştı. Kız, dedim, bu oğlan ne söylüyor? Bana yanlış mı öğrettin anneliği? Hasibe, dedi, ne söylüyorsun? Yalnızca bu oğlan, gidince unutmuş seni. Değişmiş işte. Anneliğim haklı, değil mi kırlangıçlar? Annelik dediğin derinden, sapasağlam bir şey. Onda hiç yanlış olur mu? Öyleyse yanlış, şimdi karşımda dişini etime geçirip koparan bu itte.”
Oğlan iki gün odasından çıkmadı. Yok, bizden özür dileyene kadar yüzüne bakmam. Yaz bitse. Her şey tanıdık, eski haline dönse, özlesem onu. Derken sonraki gün bahçede yanıma geldi. Gözleri titriyor. Özür dilemeyeceğini söyledi. Yalnızca konuşmak istiyormuş. Yok, sözler söylendi bitti. O bildiklerini söyledi, ben söyledim çoktan.
“Ellerini pantolonunun cebine sokmuş başımda dikildi. Hiç dinlemediğimi, hep anlattığımı söyledi. Anneliğime baktım. Anneliğim gözlerini kırpıştırdı. Körlük, Hasibe dedi. Düpedüz körlüktü bu oğlanın tutulduğu. Kimin için çene çalıyordum ben onca sene? Onun için. Kendimizi kimin için parçalıyorduk? Ama körleşmiş bu oğlana karşı ne yapacağımı biliyordum. Kalktım, onu çektim. Göğsüme bastırdım. O zaman hüngür hüngür ağlamaya başladı. Konuşuyordu, daha çok bastırdım onu kendime. Ah oğlum. Konuşma, biliyorum. Annenim ben senin. Konuşma. Ağla, rahatla. Her şey kaldığı yerden devam etsin. Bizi bilmediğimiz yokuşlara sürükleme, e mi oğlum? Doğrusu bu. Sustu, kırlangıçlar. Sonunda sustu. Hıçkırıkları da dindi. Soracaksınız, affettin mi onu diye? Elbette affettim. Gül bakayım aslan oğlum, dedim. Güldü. İçeri girdi. Bu sabah evden çıkarken ona bildiklerimi sıradan söyledim: Yuvadan uzaklaşan kuş bazen olur ya yolunu şaşırır. Yolunu şaşırdın. Seni şaşırtanları da biliyorum. Başka yaşantıların, tanımadığımız, onayımızdan geçmemiş insanlar. Olsun, ben senin annenim. Söyleyeceklerim bunlar, kırlangıçlar. Ulu kırlangıçlar. Hâkim kırlangıçlar. Yine tartın, biçin söylediklerimi.”
“Kiminle konuşuyorsun?”
Oğlan! Duymadı, değil mi? Duymadı. Hasan, elinde çifteliyle geriden geliyor. Ava çıkmışlar. Topraktan kalkıp anneliğime baktım. Söyle, ne yapacağımı söyle! Benim anneliğim, bir anne olduktan sonra başımın üzerinde beliren kadın. Eteği aynı, yazması aynı. O zaman sahiden tanıdım onu, aynı annem. Benim annem o. Beni dizine yatırıp bildiği her şeyi bana söyleyen.
“Benimle konuşsaydın,” dedi oğlan, “Kuşlarla değil.”
Konuşmak, konuşmak. Bir konuşmak dalgasıdır gidiyor! Oğlan, Hasan, annemle ben, dördümüz sessizce aştık tepeyi. Domuz yatağı düzlüğe yürüdük. Göz ucuyla oğlana bakıyordum. Oğlan gözleri havada, bizi izleyen kırlangıçlara bakıyordu. Onlara kulak vermişti. Anlatacak mısınız yoksa kırlangıçlar?
Silah atmışlığım çoktur. Bu yüzden istediğimde Hasan hiç düşünmeden verdi bana saçmalıyı. Saçmaları sürdüm. Gerindim. Nişan aldım. Kırlangıçları bir bir vurdum. Gökten düşürdüm hepsini. Kırlangıç eti haramdır, bu yüzden toprakta bıraktık onları. Konuşmak, anlatmak yok artık. Yalnız söylemek var.
Duran Emre Kanacı
Merhaba, belki düzgün cümle kuramam ama annenin kendiyle oğluyla gidenin kalanla ya da tersi kalanın gidenle gerilimini bir de kırlangıçların hikayesini sinir uçları üzerinden anlattığınız için sağ olun. Yolunuz açık olsun.
Aliye Hanım tam da yazarken amaçladıklarımı kelimelere dökmüşsünüz, sağ olun. Teşekkür ederim.