Yıllar önce biri bana her gün karşılaşılabilecek basitlikte ama ne hikmetse pek sorulmayan bir soru sormuştu, dümdüz. Cevabı gerçekten merak ederek gözlerimin içine bakıp beklemişti. Hâlâ dostumdur. O günden beri basit görünen bir sorunun bazen ne kadar önemli olabileceğini bilirim.
“İnsan neyden yontulmuştur?” da öyle basit görünen sorulardan biri. Mehmet Akgül’ün kitabında, beni en çok etkileyen öykülerden birinin adı aynı zamanda. Olduğu haliyle kaldığında insana dönüşmeyen bir hammaddeden söz eder gibi bu başlık, o hammadde ne ise onu bulup insan olması için onu yontmak gerekir. Öykünün temelinde insan olma meselesi var; insan olmanın bir evde barınmayla, giyinmeyle, hamamda yıkanıp temiz olmayla bağlantısı verilirken bizi diğer canlılardan ayıranın bunlar mı olduğu sorusu canlanıyor kafamızda. Tam da o anda iş, duygulara ve ahlaka yani iyi-kötü olmaya gelip dayanıyor. İnsanı diğer canlılardan ayıran iyi veya kötü olmayı seçebilmesi, iyiliği sevgiyle ilişkilendirmesi midir? “Bir insan için en zor şey, her gün insan kalabilmektir” derken Aytmatov’un da insan kalmaktan kastını “iyi” olmakta mı aramalıyız? Bunlar bir öykünün kafamızda uyandıracağı basit görünen sorular. İnsan olmak gibi doğal, kendiliğinden olan bir durumu mesele olarak bize sunan, bunu yaparken gerçek ile gerçek üstü arasında durduğu yerden hiç sapmayan bir öykü “İnsan Neyden Yontulmuştur?”.

Öte yandan “insan neyden yontulmuştur” sorusu küçük bir değişiklikle “insan insanlığından nasıl uzaklaştırılır?” diye tam tersine çevrilebilir. Çünkü öykü boyunca saf haliyle duran bir insanı toplumla uyumlu hale getirme çabası hâkimdir, diğer insanlara benzetme, normalleştirme çabası. Ve bu, ince bir çizgide yürümek gibidir, dengeyi kaybederseniz toplumla uyuşamayan yabani tarafa geçme veya o ince çizginin ötesinde toplumsal kuralları bir varoluş meselesine dönüştürüp sureti aslın önüne koyma tehlikesi mevcuttur. Çıplak insan, insanlık öncesi yabani tarafta duruyorsa, “güzellik tamahkârları, bin yetmeyince bin bir reng”e bulananlar da çizgiyi aşan kısmı göstermektedir. Bütün bunları detaylarda bize veren, açıkça söylemek yerine hissettiren yoğun bir öykü “İnsan Neyden Yontulmuştur?”.
Mehmet Akgül’ün “Bir Adam ve Kill Bill Islığı” adlı ilk öykü kitabındaki 9 öyküden biriyle başladım yazıma, yazarın bu öyküleri yazarken dünyaya hangi pencereden baktığını en net şekilde gösteren öykü olduğunu düşündüğüm için. Bir röportajında “İnsanları anladığımı hiç sanmıyorum. İnsanları kendime anlatmak için yazıyor olabilirim” diyor Akgül, ben de tam olarak o hisse kapılmıştım kitabı okurken: Dünyayı tanımaya çalışan bir çocuğun veya çocukluğun masumiyetini hâlâ koruyan bir yetişkinin samimi gözlemleri. Çocuklarla yazarların kendi dünyalarını yaratma, yalanı kendi gerçeği edebilme noktasında benzeştikleri muhakkak. Akgül’ün yazı dünyasında, bu benzeşme hali bir adım daha önde duruyor. Bazı öyküleri okurken “Dünyayı çocuklar yönetseydi nasıl olurdu?” sorusunun yanıtını verircesine kirlenmemiş bir hayalgücünün ürünlerini okuduğumu düşündüm. Öyle ya, başka hangi güç doğum gününde bütün şehrin Lambada yapmasını sağlayabilir ki? Veya pantolonun cebine ıslık koymayı mümkün kılabilir? Bu hayal gücünü öyle ustalıkla sunuyor, bizi kurmacanın ve çocuk dünyasının içine ustalıkla dâhil ediyor ki yazar; onun öykü evreninde kendimizi bir imkânsıza inanırken buluyoruz.
Peki, bu çocuk/yazarın kurduğu dünya hep büyüklerin karmaşasından uzak kalmayı başarabilir mi? Ne yazık ki hayır. Çünkü kitaptan alıntılayacak olursak “evren genişleyip durur.” Yakınımızdakiler uzaklaşabilir, cepteki ıslıklar yeri doldurulamayacak şekilde uçup gider, Lambada biter ve insanlar aynı “telaşlı, yorgun, sinirli” hâllerine dönerler. Bir öykü yazarının hayali kahramanı bile olsanız hayat sizi yamyassı yapabilir ve bunun izi silinmez. Büyümeyi böyle okudum ben Akgül’ün kitabında, kesildikleri ilk an bebek gibi olan kerestelerin çamura bulanmasıdır büyümek. Büyümüşsek, bir adam bizden iyi çalışılmış öyküler ister, güvercini yazacaksak güvercine dair teknik detaylar katmamız gerekmektedir öyküye. Oysa çocuk/yazar saf güzellikle donatılmış çocuklar ve güvercinler görür, çocuklar ne görmüşse o da onu görür. Onu yetişkin kabul eden “bir adam”la takışmasının temelinde bu vardır.
Mehmet Akgül, insanları kendine anlatmak için kalemi eline almakla, bize de, basit görünen gerçekleri yoğun bir anlatımla sunan öyküler armağan etmiş.
Evşen Yıldız