
Kardeşim bir ucube. Nergis bir ucube. Nergis’in bir kromozomu fazla. Geriye kalan her şey eksik. Neden benim kardeşim bir…
Bir boy aynasının karşısında kendini incelesen mesela. Sen sadece eksik bir insan değilsin Nergis. Bir parmağın doğuştan eksik olsa hiçbir problem olmazdı. Bir elin olmadığında da. Ayakların… Bacakların… Gözlerin… Kulakların… Böbreğinin teki de olmasın diyelim ki. Olmadığında soluk almayı sürdürebileceğin tüm organlarından mahrumsan ne olur? Kafan çalışmaya devam ettiği müddetçe bir şey olacağı yok. Eksik gedik, sen “sen” olmaya devam ederdin. Peki ya kafan yeterince basmıyorsa? İsim verilmeye layık görülmemen gerekirdi. Benim hayatımda bir fazlalıktın. Olmasan, yaşadığımı anlardım. Çocukluğum sendin Nergis. Ben çocuk olamadım. Sana ağabeylik etmedim, ettirildim.
Ben niçin onun ağabeyi oluyorum ki? Kardeş dediğin konuşur. Oyun oynar. Sokağa çıkarken ayak bağı olmaz. Peşime takarlardı o da seninle oynasın diye. Oynadığımdan bir şey anlamazdım. Bir köşeye oturtur buradan kalkma diye tembihlerdim, birkaç dakika geçer geçmez ayaklanırdı. Top oynuyorsak aramıza dalardı mesela. Arkadaşlarım rahatsız olurdu, git Nergis, otur Nergis, bırak Nergis. Çare yok eve dönerdik. Zaten aklı kıt, bir de düz yolda durduk yere bir şeye takılır düşüverirdi. Dizi kanasa evde dayağı ben yerdim. Kardeşine sahip çıkamadın mı derlerdi. Kimseye sahip çıkmak istemiyordum.
Bugün Nergis’i ziyarete gidiyorum. Aslında hafta sonları eve getirebiliyoruz. Ama Nergis, artık yaşlandı. Sarı sarı saçlarında beyazlar çıktı. Yaşlılıktan mı bilmiyorum huyu suyu değişti. Eskiden sakindi, şimdi aksiliği üzerinde. İstediği olmadığında ağlamaya başlıyor. Çocuklar halalarını sevemiyor bu yüzden. Hatta korkuyorlar ondan. Nergis aslında onları seviyor. Beni görünce artık “Abe” demek yerine onların ismini sayıklıyor.
Hava güzel, bahçeye çıkıyoruz. Sanki biraz daha kilo almış. “İyice göbeklenmişsin” diyorum, anlamış gibi gülüyor. Daha önceleri de oturduğumuz çardağa gidiyoruz. El ele tutuştuğumuz için ben nereye çekersem oraya geliyor. Avucumu çok sıkıyor ama. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Bu kadar sıkmasını çocukken problem ettiğimi hatırlıyorum. Hatta bir keresinde günlerce elimin ağrımasından yakınmıştım, annemler beni doktora götürmüştü. “Kıskançlıktır” demişti doktor. Utanıyorum hatırladıkça. Nergis karşıma oturuyor. Son zamanlarda her hafta sonu yanına geliyorum. Onu eve götüremediğim için aslında biraz üzülüyorum. Fakat eve getirdiğimde ailece huzursuz oluyoruz. Esra’nın baş başa vakit geçiremediğimizden yakınacağı tutuyor, çocuklar Nergis’in kırdığı bir oyuncağı gösterip kafamın etini yiyor, itiraf etmem gerekir ki Nergis’in temizliğiyle uğraşmak da bana oldukça zor geliyor. O tuvalete gittikten sonra tuvaleti kesinlikle temizlemem gerekiyor mesela. Bazen bu kadar kötü kalpli miyim diye düşünüyorum. Haftada bir onunla ilgilenmenin bana ve aileme külfet gelmesi canımı sıkıyor. Ancak annem vefat ettikten sonra Nergis’i bakım evine bırakırken bu muhasebeyi yapmıştım. Kendine, ailene öncelik vereceksin demiştim, yıllardır Nergis, Nergis, yeter artık.
Şimdilerde huzurumuz kaçmasın diye bakım evinde ziyaret ediyorum onu işte. Bir hafta ziyaretine gitmesem annem rüyalarıma giriyor, “Kardeşini elin adamlarıyla bir başına mı bıraktın” diye nutuk çekiyor.
Nergis’e sevdiği meyveli sütten ve pastaneden aldığım kurabiyelerden veriyorum. Gözleri parıldıyor. Aslında dikkat etmesi gerekiyor yediğine içtiğine. Görevliler diyet yaptırmaya çalıştıklarını ama Nergis’in yemeği az bulduğunda ağladığını söylüyorlar. Nergis’in azla yetinmemesinin asıl sebebi iki yıl önce vefat etmiş annem. Rahmetli sağ iken kıyamaz, yemeği hep fazladan verirdi. Ona iyilik etmese de onu mutlu etmeyi severdi. Nergis kurabiyeleri yerken ben de benzer bir hisse kapılıyorum, o mutlu şu an diyorum, hoşuma gidiyor.
Bir yandan Nergis’e anlatmaya başlıyorum yine. Nergis son haftalarda terapistliğimi yapıyor. Esra ile ayrılma kararı aldık, diyorum. Kolay olmadı tabii pek. Bir şeylerin bittiğini anladık. Belki en başta evlenmemiz bir hataydı. Onun hayat için başka planları vardı, benim başka. Ben şirketin Avrupa’daki şubesine gidebilecekken hangi hakla hizmet gitmekten vazgeçtim ki? Yetişkin insanlarız, çocuk sahibi olmamayı beceremedik. Korunmak bu kadar zordu sanki. Ahsen dünyaya gelmemiş olsaydı eminim evliliğin ikinci yılını tamamlamadan çoktan ayrılmış olurduk. Çocuk, seni evliliğe bağlıyor. Didişmek yerine çocuğa odaklanıyorsun çünkü. Büyük tartışmaları, sorunları unuttuk. Belki bu yüzden ikinci çocuğu istedik ikimiz de. Sonra biliyorsun, Okan doğdu. Bu sefer hem onunla hem Ahsen’le ilgilendik durduk. “Nasılsın” bile demiyorduk artık birbirimize “Ahsen nasıl, Okan ne yapıyor”a dönmüştü sohbetler. Çocuklar büyüdüler şimdi. En azından okula gidiyorlar. Bu ayrılığı kaldırırlar mı kaldıramazlar mı bilmiyorum. Bizi aynı evde mutsuz görmektense iki ayrı evde ayrı ayrı mutlu görmeyi tercih edeceklerine eminim. Senden sonra avukatın yanına gideceğim, Esra’nın haberi var, her şeyi konuştuk, anlaşmalı olacak zaten. Çocukların velayetini almak için diretiyor yalnızca. Pazarlık eder gibi, Okan benim, Ahsen senin diye konuşmak saçma geliyor bana. Sen yurtdışına gitmeyecek misin zaten diyor, hani özgürlük istiyordun. Düşününce hak veriyorum. Biliyor musun, ben aslında hep senden kurtulmak istedim Nergis. Sen olmasaydın her şey bambaşka olurdu. Sen özel çocuktun, hep sen düşünüldün. Ben de sana göre yaşadım. Bu his yakamı bir türlü bırakmadı. Sanki kendimi hiç düşünmüyormuşum hissinden kurtulamadım. Kendime hep şöyle dedim, kendin için bir şey yap bu hayatta. Böyle hissettiğim için ayrılmak istiyorum Esra’dan. Bunun sorumlusu sensin. Kurabiyeni iştahla yiyorsun, arada bana bakıp gülümsüyorsun. Bu kadar masum değilsin işte. Mutsuzluğumun kaynağı sensin. Evliliğim senin yüzünden son buluyor. Çocukluğumu senin yüzünden yaşayamadım. Annemin, babamın sevgisini senden bana sıra gelmediği için hissedemedim. Ben hep “Nergis’in ağabeyi” oldum. Bir kendim olamadım. Olacağım. Yurt dışına gideceğim. Senaryo kursuna yazılacağım. Gemi turu yapacağım. Kendimi kaybedene kadar içeceğim. Paramı ay sonunu düşünmeden harcayacağım. Yeni insanlarla tanışacağım. Dönmeyeceğim bir daha buraya. Seni de burada bırakacağım, Esra’yı da ve hatta çocukları da. Diğer insanlar gibi önceliğim kendim olacak. İstediğin gibi ye, iç, şişmanla umurumda değil. Hasta kalbin bir gün çalışmaktan vazgeçerse geçsin. Kimin kimsen yok gibi kimsesizler mezarlığına gömerlerse gömsünler seni.
Sustum. Nergis kurabiyeleri bitirene kadar konuşmuştum. Kurabiyelerle mutlu etmiştim onu. Söylediklerimi işitmemişti sanki. Kıramamıştım kalbini işte. Bu beni daha çok üzdü. Üzülseydi, gücenseydi burkulmazdı belki içim. Kalkıp sarıldım ona. O da ellerini belimde birleştirdi. “Keşke bu kadar sevgi kelebeği olmasaydın” deyip güldüm. “Kebelek, kebelek” diye kahkahalar attı. Bazen bazı kelimeleri komik bulur, durmadan tekrarlayıp gülerdi. “Gitmem lazım” deyip kaldırdım onu yerinden. Eli belimde sarıla sarıla girdik içeri. İmzalamam gereken yerleri imzaladım. Bir daha sarılıp öptüm Nergis’i. Bakıcısını çağırdılar. Onunla gitti. Giderken hâlâ “kebelek” diyordu.
Bakım evinin otoparkına giderken “Buraya son gelişimdi galiba” diye düşünüyordum.
Son değildi.
Atakan Boran
emeğinize sağlık,
kutluyorum…
Teşekkürler Mustafa Bey.
Kaleminize sağlık, ne hisli, ne akıcıydı. Çok beğenerek okudum, tebrik ederim.