
Estikçe yüzüme vuruyor ıhlamurun kokusu. Ankara böyledir. Yaz da olsa akşamları bir serinlik düşer, ılık ılık eser. Dalan gözler, iç çekişler, serinlikle birlikte dingin bir telaşın da düştüğü akşam saatleri. Herkesin evinden az da olsa haberdar apartman görevlileri. Yanlarında koyu tenli ve cılız oğulları. Mutfak balkonlarından çınlayan kaşık, çatal sesi. Bulutlara düşen ay. Babaların hiç konuşmadığı, çocukların ise babalar yanlarındayken zaten konuşamadığı sofralar. Semah dönerek uçuşan kuşların gayretli sesi. Annemin yirmi yıl evvel, sobanın başında, attığı her yanlış ilmekte “Bunda da vardır bir hayır” diyerek ördüğü çeyizlik yeleğim sırtımda, balkondayım.
Ben ıhlamur içmeyi sevmem. Ağzımın küçük dilime varana kadar uyuştuğunu hissederim içerken. Bal da sevmem, katsam da yumuşatsa tadını. Annemle konuştuk az evvel. Daha doğrusu o benimle konuştu. “Nasılsınız?” dedi. “Aman yavrum siz mutlu olun, biz bir şey istemiyoruz.” Kapatırken söyleyemedim ama bir dahaki sefere söyleyeceğim. “Bana ıhlamur yollama anne” diyeceğim. “Ben ıhlamur sevmiyorum, çocukken de sevmezdim.” Kokusu tamam ama içerken öyle değil. Ağzımda bıraktığı donuk tada tahammül edemiyorum artık.
Kalkıp masa örtüsünü silkeliyorum balkonun kıyısından. Silkeledikçe dağılmasını umuyorum ekmeğin, kırıntının, hüznümün. Annem de böyle yapardı, anımsıyorum. Halledemediği ne derdi varsa –boğazında bir yumru, burnunun ucunda öfke– ev işiyle eritmeye çalışırdı. Annemi anımsamadığım tek bir günüm, tek bir saatim yok. Ben de annem gibiyim. Evle birlikte aklındakileri hizaya sokmaya çalışan annem gibi.
İnsan büyüdükçe daha da savunmasız oluyor, çocukluğun savunmasızlık olduğu yalan. Çocuk olsam ağlardım, tepinirdim, en olmadı küserdim üzüldüğümde, kızdığımda. Şimdi öyle mi, asıl şimdi savunmasızım. Ağlayıp tepinemediğim küsüp kenara çekilemediğim her olay, her ses, her bakış, her koku ve her tat ve her insan bende misliyle yer etti. Mide ağrısı, baş ağrısı, neremin ağrıdığını bilmiyorum ağrısı ve histerik gülüşler, kontrolü namümkün titreyen ve ısırılan dudaklar…
Örtü elimde sandalyenin kıyısına iliştim. “İyi olacaksınız ya,” dedi az evvel, “bizim sizin gibiyken çamaşır makinemiz bile yoktu.” Çamaşır makinesi dediğin kalpteki hangi lekeyi çıkarır, yoruldum anne. Fotoğraf karesi gibi görüntüler geliyor bir bir. Ucu ucuna iliştirip bir anlam bulmaya çalışıyorum, ahmakça geliyor ama vazgeçemiyorum bu huyumdan, anlasam ne olacak. Tam tamına yirmi dört saksı sardunyam var. Ihlamurun kokusunu sevip içmeyi sevmediğimi anlamam yıllarımı aldı. Sardunyaları ne zaman sevdiğimi düşünüyorum. Günlerce susuz bıraktım, koridora dizdim ki gün yüzü görmesinler diye, bana mısın demediler. Neden sardunya? Neden menekşe değil, gül değil, düşünüyorum. Gülü severim aslında.
Annem “Saksıda gül olmaz” demiştir, ben de “Sardunyayı da severim” demişimdir. Sardunyalar benim gibiler, zahmetsizler. Annem küçükken çok işittirdi bana. “Bizim kızın kimseye yüklüğü olmaz” diye. Birine yük olacağım diye ödüm kopuyor. Mahir’den akşamları ekmek isterken bile kırk kez düşünürdüm. “Çok yoruluyor, bir de bakkala mı uğrasın” derdim çoğu kez. Kırk bir kez düşünmeliymişim, orası da ayrı ya. O da huyumu suyumu bildiğinden herhalde sardunya almayı âdet edinmişti. Yıl dönümü, doğum günü, yılbaşı eline alıp bir saksı sardunyayı geldi. Sonraları özel gün aramaz oldu, eve geç kaldı mı sardunya önde, bu arkasında –kaçırdığı gözleriyle– kapıda belirdi. Kavga bile etmezdik.
“Evden çıkmayayım bir daha, ekmek al” demek için aramıştım en son Mahir’i. Biraz da geçe kalmıştı, çok sık olmazdı. Telefonun çalmasıyla açılması bir oldu, “Ay” dedi, bir kadın sesiydi. Hemen kapandı. Geri aradım, ulaşılamıyor. İçime düşen kurdun peşine takılmayayım diye “Telefonu bozulmuştur,” dedim kendi kendime, “çalınmıştır ya da. Evet, evet kesin çaldırdı.” Ben Mahir’in telefonunu hiç elime almadım. Üstüme Mahir’in montunu geçirip –salaş duruyor, içinde kaybolmak istedim– ekmek almaya kendim gittim. Nasıl gittim nasıl geldim bilmiyorum. Annem “İnsanı taşıyan ayakları değil, başıdır” derdi, haklıymış.
O akşamdan sonra ne sardunya geldi ne Mahir.
Aradan biraz geçine bir mahkeme celbi geldi.
Ardından da bir kadın.
Saçları sırım gibi. Benimkiler doğumlardan sonra döküldü, kalanını da ben yoldum, küçüğün lohusalığı zor geçti. Giyinmiş süslenmiş kapıma kadar gelmiş. İzin versem ayakkabısıyla girecek, utanmaz. Kapıdaki terlikleri görünce anladı neyse ki. Nereye gireceğini biliyor ki salona ilerledi. Krem rengi kaşe montunu çıkarıp sandalyenin kıyısına serdi, ses etmedim. Bizim kara tekir hep o sandalyede yatar. Tüyleri de nasıl kalın, yapıştığı yerden çıkmaz, oh olsun. Kuru temizlemeden gayrısı temizlemez. Gerçi ona bir şey olmaz. Mahir’e söylese ikiletmez. Beni de ikiletmezdi. “Seninkiler büyümüş,” dedi, iki elini karnına götürüp “benimki babasız kalmasın.”
Apartmanın görevlisini çağırdım az evvel. Kapının önüne sıra sıra dizdiğim sardunyaları alsın diye. “Ben kurutamadım, al götür bunları” dedim. “Ben bu kadar sardunyayı ne yapayım yenge?” dedi. Ne yaparsan yap. Ona değil de yenge demesine ayrı bozuldum, sanki farkında değiller, ne yengesi. En son ekmek almaya gittiğimde “Arasaydın ben çocukla gönderirdim” dedi bakkal, önceden olsa “Mahir abi yok mu?” derdi.
O da biliyor, bilsin.
Anneme de söyleyeceğim.
“Ihlamur da yollama” diyeceğim.
Hasret Gülbaşaran
“Insan buyudukce daha savunmasiz oluyor”👍
Yenilmis insanlarin hikayelerinde daha guclu bir isyan, direnme,intikam, ayaga kalkma iradesi bekliyorum ben de hikaye de olsa…Ayni tonda devam etmesin hayatlari
O kadar keyifle okudum ki…
Hep yazın hep okuyalım.
Teşekkür ederim.
Belki de yenilmemiştir, kim bilir…
Çok keyifle okudum devamlarını bekliyoruz 👏🏻👏🏻
Teşekkür ederim, gelecek elbette.
Belki de yenilmemiştir, kim bilir.
Yüreğinize, elinize sağlık. Öykülerinizin devamını bekliyorum.
Çok teşekkür ederim.
Kalbinizin en derinlerine sağlık.
Çok, çok teşekkür ederim.
Çok güzel yazmışsınız,okudukça kendimden bir şeyler buldum.elinize sağlık.
Çok teşekkür ederim.
Çok beğendim. Sabırsızlıkla yenilerini bekliyorum.
Teşekkür ederim, sağ olun.
Etkileyici ve samimi bir kalem. Elinize sağlık.
Çok teşekkürler.
Keyifle okudum.Kaleminize sağlık 👏🏻
Teşekkür ederim.
Sanırım en az beş kez okudum öyküyü ve tabii diğerlerini de. Okuduğum ilk denemenizden sezmiştim sizdeki öykücü kumaşını. Hani demiş ya adamın biri : İnsan bir şeyi anlattığı için değil, bir biçimde anlattığı için sanatçı olur diye. ( Sözün orijinalini hatırlamadım ama böyle bir şeydi. ) Siz, neyi nasıl anlatacağınızı biliyorsunuz. Dingin bir ruh hâlinin yazıdaki yansımasını buluyorum öykülerinizde. Bir gün yazmayı bırakırsanız çok kötü kavga ederiz, bilesiniz. Ellerinize sağlık.