Sansasyonel hayatı ve kullandığı müstear adlarla gizemli bir yazarlık kariyerine sahip olan Suat Derviş, 1972’deki ölümüne kadar birçok gazete ve dergiye onlarca roman, yüzlerce öykü ve binlerce yazı verir. Derlenip toparlanması bir hayli zor olan bu külliyat, araştırmacı-yazar Serdar Soydan ve İthaki Yayınları’nın özenli çalışmalarıyla yayımlanmaya devam ediyor.
Şüphesiz ki çok kıymetli bir yazar Suat Derviş. Kalemiyle belgelediği mücadelesi ve isyanı, bildiğimiz 20. yüzyıl tarihine bambaşka dipnotlar ekliyor. Hak ettiği ilgiyi yaşarken layıkıyla görmemiş olmasına üzgün ancak bugün hakkının fazlasıyla teslim ediliyor oluşundan çokça memnunum.
1936 yılının ilk günlerinde tefrika edilen uzun bir yılbaşı hikâyesiyle anıyorum ben de onu bugün. Erken Cumhuriyet’in özellikle macera ve polisiye kalemine hayranlık duyanlar için kaçırılmayacak bir hikâye…
86 yıl önce, heyecanlı bir yılbaşı gecesi…
Keyifli okumalar.
Bilal Acarözmen

HEYECANLI BİR YILBAŞI GECESİ*
Bu sabah çıkan gazetelerden biri böyle yazıyordu:
«Dün gece 935 senesinin 936 senesine yerini terk ettiği dakikada gayetle garip bir hadise olmuş. İstanbul’un çok tanınmış bir ailesine mensup olan bir genç kız, nişanlısının yanından kaçırılmıştır.
Bir senebaşı gecesinin neşesini bozan bu inanılmaz vaka, büyük bir barın dans salonunda cereyan etmiştir.
Saat on ikide ışıklar sönünceye kadar nişanlısının yanında pek neşeli bir surette oturan bir genç kızın ışıklar yeniden yandığı zaman masadaki yerinde olmadığı, yanındaki erkeğin de bulunduğu iskemleye sıkı sıkı bağlanmış ve ağzına da bir fular tıkılmış olduğu görülmüştür.
Masasına bağlanmış ve ağzı da tıkatılmış olan bu kırk beş elli yaşlarında görünen zatın ağzından fular çıkar çıkmaz ilk sözü ‘Aman koşunuz, nişanlımı kaçırdılar!’ diye bağırmak olmuştur.
Kapıdan dışarıya fırlayan halk dışarıdaki gardıropçunun (giydiricinin) ve garsonların bağlanmış olduklarını ve ağızlarının da tıkanmış bulunduğunu büyük bir hayretle görmüşlerdir.
Kapının önündeki kapıcı da antrenin merdivenleri üstünde sımsıkı bağlanmış ve ağzı tıkanmış bir surette yatmaktaymış.
Bağları çözülen ve ağızları açılan insanlar ortalık kararır kararmaz bir hücuma uğradıklarını ve ağızlarına birer tıkaç tıkandığını söylemişler ve hiçbir şey görmediklerini de ilave etmişlerdir. Kapıdan dışarı çıkan insanlar kapının önünde sıra bekleyen taksilerin şoförlerine kapıdan genç bir kızın cebren (zorla) çıkarılıp çıkarılmadığını sordukları zaman, onlar imdadı sıhhi otomobiliyle (ambulans) nakledilen hastadan gayri kimsenin çıkarılmadığını ilave etmişlerdir.
İmdadı Sıhhi Otomobili
Hangi hastanın, hangi imdadı sıhhi otomobilinin mevzubahis olunduğu sorulunca şoförler bunun saat tam on ikide barın kapısına gelen otomobil olduğunu söylemişlerdir.
Ve sorgular neticesinde anlaşılmıştır ki saat on ikide bir imdadı sıhhi otomobili barın kapısına gelmiş, içinden beyaz gömlekli iki adam çıkmış. Sedyeyle içeri girmişler ve biraz sonra yanlarında üç kişi ve sedyede üstü örtülü bir hasta olduğu hâlde otomobile bindikleri ve büyük bir süratle ve çanlarını çala çala Şişli istikametine doğru gittikleri görülmüştür.
Kapının önünde biriken bir iki meraklıya içeride bir kadının bayılmış olduğunu söylemişlerdir.
On İkide Şehrin Telefonları İşlememiştir
Bir kısım insan bu araştırmaları yaparken bazı insanlar da telefona koşmuşlar ve imdadı sıhhi otomobiliyle bir genç kızın kaçırılmış olduğunu polise ihbar etmek istemişlerse de büyük bir hayretle telefonun işlemediğini görmüşler.
Dışarıdan başka bir yerden de yapılan böyle bir teşebbüs akim kalmıştır (başarısız olmuştur). O zaman yalnız barın telefonlarının bozulmayıp bütün şehir telefonlarında da bir arıza olduğu anlaşılmıştır.
Bunun üstüne ilk polis noktasına biri koşturulmuş, hadisenin cereyanından bir çeyrek, yirmi dakika sonra ancak polis vaziyete el koymuştur.
Kaçırılan Genç Kız Kimdir?
Kaçırılan genç kız şehrimizin tanınmış tüccarlarından Bay Ahmet Özger’in kızıdır. Yirmi yaşındadır. Çok zeki, çok güzel ve ince bir genç kızdır. Beş günden beri eshabı akardan (mal sahiplerinden) Bay Latif’le nişanlanmış bulunuyordu. Bay Latif, Şişli Nişantaşı kibar mahafilinin (soylu, sosyete muhitinin) tanıdığı çok asil bir zattır. Herkesin teveccüh ve muhabbetini kazanan bu zat hadiseyi polise şöyle anlatmıştır:
Nişanlı Ne Diyor?
“Ben beş gündür Esma’yla nişanlanmıştım. Kendisini uzun senelerdir tanırdım. Âdeta elimde büyümüştür diyebilirim. Bu gece çok neşeliydi. Kendisi bu bara gelmemizi istedi. Gece yarısına kadar dans etti, eğlendi. Tam gece yarısı lambalar söndüğü zaman ortada kalmayalım diyerek gelip yanıma oturdu. Kendisiyle tam birer kadeh şampanya içiyorduk ki birden lambalar söndü. Ve lambalar söndüğü anda da benim ağzıma şiddetle bir şey tıkıldı. Sesimi çıkarmadan ağzım kapatılmıştı. Ellerimi de bağladılar. Bu ara yanımdaki masa da hafif bir boğuşma işittim. Sonra bir ipek hışıltısı… Salon kapkaranlık olduğu için bir şey görülmüyordu. Ve düdükler, kaynana zırıltıları büyük bir gürültü çıkardığı için iniltilerimi de işiten olmadı.”
Genç Kızın Bir Düşmanı Var mıydı?
Nişanlı buna şu cevabı vermiştir:
“Hayır, genç kızın düşmanı yoktu. Çünkü kendisi henüz yirmi yaşında bir çocuktu. Hayatla hiçbir teması olmamıştı. Kimseye bir fenalık yapmamıştı ki onun bir düşmanı olsun. Kaçırmaktaki saik (sebep) ancak genç kızın ebeveyninden bir fidyeinecat (fidye) istemek emeli olabilir.”
Genç Kız Dün Gece Kıymetli Bir Gerdanlık Taşıyormuş
Gene polis yaptığı araştırmalarda genç kızın dün gece çok büyük bir kıymeti haiz gerdanlık takmakta olduğunu anlamıştır. Genç kız boynundaki bu gerdanlığı çalmak isteyen bazı insanlar tarafından kaçırılmıştır.
İmdadı Sıhhi Otomobili Nedir?
Yerinde yapılan tahkikatla, dün gece imdadı sıhhi otomobilinin hiçbir yerden çağrılmış olmadığı tespit edilmiştir. Hâlbuki kapının önünde birikmiş halkın ve bekleyen taksi şoförlerinin şahadetiyle (şahitliğiyle) barın kapısına imdadı sıhhi otomobili geldiği ve bardan sedyeyle bir hasta alıp çıkardıkları sabittir.
Beş kişiden veya daha büyük bir kalabalıktan mürekkep (oluşan) bir çetenin Esma Özger’i kaçırmak için evvelden tertibat almış olduğu muhakkaktır.
Bu kaçırma hadisesini kolaylıkla başarmak ve sokaklardan süratle kaçıp gidebilmek için de daha evvelden bir kamyoneti imdadı sıhhi otomobili rengine ve şekline sokmuş olan bu çete efradından (üyelerinden) bir ikisi, tam saat on ikide bu arabayı barın kapısına getirmişler ve aynı dakikada eğlenen bar müşterileri arasına karışmış olan diğerleri de gardırop memurunu, iki garson ve bir de kapıcıyı sımsıkı bağlamışlar, diğerleri de masalarında oturan nişanlılara hücum etmişlerdir.
Telefon Neden İşlemiyormuş?
Saat on ikiden sonra şehrin hiçbir yerinden telefon edilemediği görülünce telefon şirketine müracaat edilmiş ve nöbetçi memurların işleri başında sımsıkı bağlanmış oldukları ve telefonun merkezden kapanmış bulunduğu görülmüş ve bu şey, dün gece genç kızı kaçıran haydut şebekesinin çok geniş olduğunu meydana koyduğu için büyük bir heyecan uyandırmıştır.
Polis Tahkikatını Yapmaktadır
Dün geceden beri hadiseyi eline alan polis, pek kısa bir zamanda şerirleri (kötü kimseleri) meydana çıkaracağını ve genç kızı ailesine ve nişanlısına iade edeceğini kuvvetle ümit etmektedir.
Daima kusursuz olan ve en azılı canileri ele geçiren İstanbul polisinin en değerli memurları bu işle meşgul olmaktadırlar.
Hatta bir rivayete göre mühim bir ipucu elde edilmiştir bile…
Genç Kızın Ailesi Heyecan İçerisinde
Genç kızın ailesi heyecan içerisindedir. Bu sabah saat ikide kendisini ziyarete giden bir muhabirimiz, Maçka’daki muazzam apartmanın bu muhteşem dairesinde büyük bir matem görmüştür.
Evlerinde rulet eğlencesi yaparak yılbaşı gecesinde eğlenmek isteyen bu aile, bu ansız felaketleri içinde de kendilerini terk etmeyen misafirleri arasında bulunmakta ve telefondan telefona koşarak kızlarının akıbeti hakkında malumat (bilgi) almaya çalışmaktadırlar.
Genç Kızı Bulana Mükâfat
Esma Özger’i bulan veya bulunmasına yardım edecek insanlara genç kızın babası beş bin, nişanlısı da iki bin lira mükâfat vereceklerdir.
Genç kızın annesi baygın bir hâlde yatmakta ve hiç kendisini bilememektedir.»
Hüsnü Nami gazeteyi masanın üzerine attı. Ve karşısında ayakta duran istihbarat şefine parmağıyla bu havadisi işaret ederek:
“Ne buyuruluyor?” diye sordu. Gazetenin istihbarat şefi bozulmuş, sıkılmış, terlemiş bir vaziyette onun karşısında susuyordu. Hüsnü Nami daha asabi bir sesle tekrarladı:
“Zatıalinize soruyorum. Buna ne buyuruyorsunuz?”
Gazeteci Atlaması
Genç gazeteci:
“Fakat…” diye söze başlamak istedi ama Hüsnü Nami onun sözünü kesti:
“Fakatı filan yok monşer. Matbuat (basın) tarihinde atlamanın bu feci şekli henüz kaydedilmemiştir. Değme atlet bu maharetle atlayamaz.”
İstihbarat şefi:
“Yalnız atlayan biz değiliz,” dedi. “Sabah gazetelerinin hiçbirinde bu havadis yok. Hepsi atlamış… Hepsi atlamış ve yalnız şu günde üç buçuk tabı (baskı) yapan külüstür gazete bu havadisi elde edebilmiş. En evvel aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bu havadisin doğru olmadığını ve her ne pahasına olursa olsun bu gazetenin böyle bir havadisle heyecanı tahrik ederek satış yapmak için yalan yazdığını düşündüm ve gazeteyi görür görmez hemen polise telefon ettim.”
Haber Doğru
Gayet müstehzi (alaycı) bir sesle:
“Ne cevap aldınız?”
“…”
“Bu haberin doğru olduğunu haber aldınız değil mi?”
“Evet…”
“Biliyor musunuz? Bugün gazetelerin satışı ne olmuştur?”
“Bilmiyorum…”
“Bu murdar kâğıt parçasının ne kadar satıldığından haberiniz var mı?”
“Kapışıldığını söylüyorlar.”
“Kapışılır elbette… Bir rakip çıkıyor karşınıza, birtakım iddiaları var. Fakat siz ona faik (üstün) dövüşüyor, ona hakkı hayat vermiyorsunuz? Sonra günün birinde senebaşı gecesi Beyoğlu muhbiriniz maşukasını (sevgilisini) gezdirsin, zabıta muhbirleriniz nişanlısıyla dans etsin ve istihbarat şefiniz de yeni seneyi adam akıllı kutlulamak için şurada burada sızsın diye… Böyle bir havadisi atlıyorsunuz?”
Mendebur Gazete
İstihbarat şefi melül melül etrafına bakındı. Sonra içini çekerek:
“Bir türlü böyle mendebur bir gazetenin nasıl olup da bütün gazeteleri atlatabildiğini anlayamıyorum,” dedi. “Bunda bir iş var. Bir iş var ama!”
“Bunda olan iş, hepinizin vazifelerinize ehemmiyet vermemenizdir.”
Telefon çalınıyordu. Sustu, elini telefona götürdü ve aldı:
“Alo, alo, alo… Burası … gazetesi. Alo, alo? Ben Hüsnü Nami. Evet benim. Ne… Ne dedin? Yook canım. Rica ederim. Çocuk musun, dün gece geç vakte kadar matbaadaydım. Dinle yavrum…”
Hüsnü Nami’nin sesi birdenbire yumuşamıştı:
“Yemin ederim. Ben mi gezmişim? Ben mi?”
Telefonun içinde konuşan kadın öyle bağırıyordu ki… İstemediği hâlde istihbarat şefinin gazetecilere mahsus olan hassas kulağı her sözü işitiyordu:
“Sersem seni… Beni mi aldatıyorsun? Gece sabaha kadar bardan bara dolaştın.”
“Yavrucuğum şimdi meşgulüm…”
Bu da Büyük Bir Politika İşi Değil Ya?
“Meşgul müsün? Neyle acaba? Herhâlde gazeteyle… Gazeteyle meşgul olsan hiç olmazsa barda kaçırılan kız hakkında bir çift söz de senin gazetende bulunurdu.”
Hüsnü Nami’nin en mukaddes tarafına dokunulmuştu.
“Rica ederim,” dedi. “Anlamadığın şeylere karışma.”
“Niye anlamayacakmışım? Bu da büyük bir politika işi mi? Bir kız kaçırılmış, kızın kaçırıldığını İstanbul’da sağır sultan duydu.”
“Biz de duyduk amma… O saatten sonra bunu makineye vermeye imkân yoktu.”
“Ay, on ikide olan bir hadiseyi gazeteye yetiştiremez miydiniz?”
Heyeti Tahririye (Yazı Kurulu) Müdürü
“Teknikten anlamazsın, sus…”
“Susmayacağım. Sen beni dün akşam bırak evde, gelirim çıkarız diye…”
“Dinle beni. İnan dün gece sabahlara kadar burada kaldım. Makinede arıza oldu.”
“Ben sana gösteririm. Budala!”
Ve telefonu şiddetle kapattı. Heyeti tahririye müdürü karşısındakine telefonun kapanış şeklini hissettirmek istemiyordu. Bunun için kapanan telefonun içinden konuştu:
“Evet, peki… Allahaısmarladık.”
O da telefonu örttü. Karşısında ayakta duran istihbarat şefine şiddetle:
“Şimdi,” dedi. “Şimdi en iyi muhbirlerinizi bu işin peşine koyacaksınız. Genç kızın resmini, ailesinin resmini, oturdukları evin resmini, kızı kaçıranların resmini…”
Hususi Bir Polis Gibi
“Aman efendim kızı kaçıranların resmini nerede bulacağız?”
“Meseleyi hususi bir polis gibi takip edeceksiniz. Bu meseleyi herkesten evvel öğrenen ve en iyi tafsilatıyla (ayrıntılarıyla) veren biz olmalıyız. Yoksa…”
“Peki efendim… Şimdiden sonra görürsünüz. Bakalım o gazete bizi atlatabilir mi?”
Satışı Az Bir Gazete
Bu satışı az sabah gazetesinde tahrir müdürünün odası da gazetenin bütün diğer odalarına uygun bir sefalet içerisindeydi.
Nasılsa bir mezatta yolunu şaşırıp ta bu odaya gelmiş olan mükellef bir yazı masası, çıplak tahtalı bu odanın ortasında, bir kötü meyhaneye nasılsa girmiş olan bir kraliçe kadar yabancı kalmıştı. Duvarlarda basit tahtadan raflar içinde ciltlenmemiş ve gelişigüzel atılmış bir sürü kitaplar vardı. Ve tahrir müdürünün masasının önünde döner koltuktan ve masanın öbür tarafındaki cami yıkılıp mihrap yerinde kaldığı için maroken olduğu anlaşılan bir kanepeden başka bir şey yoktu.
Yorgun Yüzlü Genç
Bu kanepenin üstünde, gazetenin 35 yaşlarındaki genç sahibi Ali Vasfi sırtüstü yatar gibi oturmuş, büyük bir zevkle bir yaprak sigarası içerken bir taraftan da gazetesinin o günkü nüshasına hayran hayran bakıyordu. Müdür masasında yirmi sekiz otuz yaşlarında, yorgun suratlı, zayıf ve esmer bir genç oturmuştu. Dirseklerine kadar sıvadığı kollarını masaya dayamıştı. Boş bir kahve fincanının içinde belki otuzuncu sigarayı söndürerek Ali Vasfi’yi dinliyordu.
Ali Vasfi elindeki gazetenin, kendi gazetesinin ilk sayfasında verilmekte olan havadisi okuyordu.
Yılbaşı Gecesi Kaçırılan Kız Bulunamadı
«Dünkü nüshamızda Beyoğlu’nun en tanınmış barlarından birinden gece yarısı ışıklar söndüğü zaman bilinmeyen bir sebepten dolayı bazı eşhas (kişiler) tarafından kaçırıldığını yazdığımız Esma Özger ismindeki genç kız henüz bulunamamış ve bu hususta yapılan tahkikat henüz bir neticeye varamamıştır.
Hücuma uğrayan ve elleri, ayakları bağlanılmış olarak bulunan gardıropçuyla garsonlar yeniden isticvap edildikleri (sorgulandıkları) zaman ilk ifadelerinden daha ehemmiyetli şeyler söylememişlerdir.
Düdükler Ötmeye Başlayınca…
Kapıcının verdiği ifade ehemmiyetli görülmüştür. Kapıcı:
“Tam on iki olup da düdükler ötmeye başlayınca ben de kapının önünden ayrıldım ve aşağıya doğru inmeye başladım. Maksadım tuvalette çalışan nişanlımı yalnız bırakmamaktı. Fakat merdivenden aşağı on adım atmış atmamıştım ki birdenbire hücuma uğradım. Bana hücum edenler iki veya üç kişi olmalıydılar. Ağzımı hemen tıkadılar. Kollarımı sımsıkı bağladılar. Fakat ne başıma bir yumruk vurdular ne de canımı yakacak bir şey yaptılar. Maksatlarının bana fenalık etmek olmadığını anlamıştım. Yalnız, beni atarlarken kenardaki büyük jardiniyerin (üstüne veya içine çiçek konan süslü kap veya mobilya) altına kafamı soktukları için bulunduğum vaziyetten kolay kurtulamadım. Ve sonradan içeri girip çıkanları göremedim.
Çetenin İçinde Bir Kadın mı Vardı?
Yalnız nazarı dikkatimi celbeden (ilgimi çeken) bir kadın sesi oldu. Bu kadın âdeta etrafındakilere bazı emirler veriyor gibi bir şeyler söylüyor, karanlık antrede bütün hadiseyi idare diyordu.
Lambalar Açıldıktan Sonra
Bar garsonlarından biri de lambalar açıldıktan ve hadisenin heyecanı yatıştıktan sonra kendi hizmet ettiği kısımdaki bir masada oturan üç genç erkeğin hesaplarını vermeden kaybolmuş bulunduklarını söylemiş ve bunların eşkâlini de tarif etmiştir.
Yorgun Yüzlü Bir Genç
Bunlardan biri smokinli, yorgun ve fena çehreli, kokain, morfin ve ilh. (benzeri) gibi zevk verici zehirlere müptela olduğu ilk nazarda (bakışta) yüzünden okunan bir gençmiş.»
Masanın başında oturan genç gazeteci, incecik kollarını uzatarak küçük gözlerin birinden küçük bir ayna çıkarıp yüzüne baktı:
“Bana benziyormuş,” dedi.
Ali Vasfi gülüyordu:
“Yalnız senin iptilan (düşkünlüğün) morfin, kokain değil, alkoldür. Ufak bir farkınız var. Smokinin tarifi bile tıpkı sen. Dur bakayım, okuyalım.”
«Aynı masada oturanlardan ikincisine gelince garson bunun için:
“Amerikanlık taslamak isteyen züppelerden biri…” diyor ve bu gencin kendi barlarına daha evvel de devam ettiğini ve daima çok viski içtiğini ve bazen de parasını ödeyemeyerek hesap pusulalarını imzaladığını ve sonradan tediye ettiğini (ödediğini) söylemiş ve sarhoş olduğu zaman da İngilizce küfrettiğini ilave etmiştir.»
Gangsterler
Masanın önünde oturan esmer genç:
“Bu da bizim Rasim’in tarifine benziyor,” diye güldü. Öteki de gülüyordu:
“Yazıyı okumakta devam edersen yılbaşı gecesi gangsterlerinin kendimiz olduğumuza hükmedeceğiz.”
Tam bu arada odanın kapısı açılmıştı. Kapıdan içeri kısa boylu, şişman, miyop gözlü bir genç girdi. Koca karnını iki eliyle ovuşturuyordu ve etrafına bakınıyordu:
“Ayol,” dedi. “Gazeteye ne saçmalar yazmışsınız?”
“Ne var?”
“Daha ne olsun?”
“Dur şimdi, okuyoruz.”
Üçüncü Müşteri
«Üçüncüye gelince, üçüncü müşteri şişman, kısa boylu, miyop gözlü biriymiş.»
Nefesi durmak üzere olan şişman adam:
“Bu biziz,” dedi. “Bu biziz!”
“Yalnız biz yazmıyoruz ya! Bütün gazeteler bunu yazıyor.”
“Evet, bütün gazeteler bunu yazıyor. Polisin bu üç adamın izinde olduğu söyleniyor.”
“Fakat siz ne ilave ediyorsunuz?”
“Biz ilave ediyoruz ki garsonun bu ifadesinden sonra yaptığımız tahkikat neticesinde bu işle alakadar görünen bu üç gencin gazetemiz heyeti tahririyesinden Rasim, Necmi ve şişman Mazhar olduklarını anladık. Dur okuyayım. Altını da dinle!”
Kızı Kaçıranlar Kim?
«Kızı gazetemizin muharrirleri mi kaçırmış?»
«Henüz polis tarafından isticvap edilmemiş olan arkadaşlarımızı bizim gazetenin istihbarat müdürü sorguya çekmiştir. Beyoğlu muhbiri olan Rasim şunları söylemiştir:
“O gece bardaydık. Genç kız kaçırılır kaçırılmaz oradaki vaziyeti tespit ederek matbaaya koştum. Arkadaşlarımızdan Necmi, genç kızın evinde ve Mazhar da poliste tahkikat yapmak üzere barı terk ettiler.
Bar garsonuna şüpheli gelen müşteriler biziz. O gece hesabımızı ödeyemeden barı terke mecbur olduk. Gazetede garsonun hesap pusulasıyla matbaamıza müracaat etmesini rica ediniz.”»
İşin İçinden Nasıl Çıkacağız?
İkisi kahkahalarla gülüyorlardı. Yalnız şişman Mazhar gülmüyordu. “Bu iş başımıza müthiş bir bela getirecek,” diye düşündü ve sonra arkadaşlarına dönerek:
“Bu işin içinden nasıl çıkacağız?” diye sordu.
Ali Vasfi gazeteyi yere atmıştı. Masanın başında oturan Necmi’ye:
“Sen kalk oradan,” dedi. “Ben oturup yazımı yazacağım.”
Necmi sonuna gelmiş olan sigarasından bir yenisini yaktı ve ağır ağır yerinden kalktı.
Şişman Mazhar hem alnının terini siliyor hem de hâlâ homurdanıyordu.
“Havadisi ilk verdiğimiz gün gazetenin bir nüsha bile fazla satmadığını elbette siz de biliyorsunuz?”
“Öyle mi?”
Kaç Sattık?
Ali Vasfi gülüyordu:
“Üsküdar bayiinden öğrendim. Üsküdar’da tam beş gazete fazla satmış.”
Necmi bir kahkaha attı:
“Büyük muvaffakiyet (başarı)!”
“Ya Şişli’de ya Beyoğlu tarafında ne kadar biliyor musunuz?”
“Yirmi beş…”
“Tam kırk sekiz… Fakat asıl yarın, yarın mesele ehemmiyet kesp edecek (kazanacak). Yarın kaç satacağımızı göreceksiniz.”
Masasının başına geçmiş olan delikanlı büyük bir kâğıdı yan çevirdi ve iri harflerle şunu yazdı:
«Esma Özger nasıl kaçırıldığını anlatıyor!»
«Kaçırılan genç kız gazetemize bir mektup yolladı.»
Kalemin bir ucunu dudaklarına götürdü. İri mavi gözlerini bir noktaya dikerek bir müddet düşündü, sonra acele acele yazmaya başladı.
Genç Kızın Mektubu
«Dün gece geç vakit, gazetemiz makineye verileceği saatte gazetemiz gece sekreteri Arif Emin’e bir mektup getirilmiş ve müstacel (acele) olduğu da ilave edilmiştir. Gazetemiz sekreteri mektubu açınca büyük bir sürprizle karşılaşmıştır. Çünkü bu mektup, kaçırıldığını iki gündür gazetemizde yazdığımız ve henüz izi bulunmamış olan genç kızdan gelmektedir. Mektubu olduğu gibi neşrediyoruz (yayımlıyoruz).
«İsmim Esma Özger’dir. Genç ve güzel bir kızım. Hassas, ince duygulu bir kalbim ve romantik, zengin bir muhayyilem (hayal kurma gücüm) vardır. Yirmi yaşındayım. Yirmi yaşındaki gençlerin hemen ekserisi (çoğu) gibi heyecanlı maceraları pek severim.
Ayrıca da kalbimi bir erkeğe vermeye hak kazanmış bir yaşta olduğumu da unutmayınız.
Yakışıklı, Çalışkan Bir Genç
Sözün kısası ben bir erkek sevdim. Yakışıklı, çalışkan, namuslu, dürüst ve çok istidatlı (yetenekli) bir erkek… Ebeveynim zengin oldukları için, beni, tuttuğu işte henüz muvaffakiyet kazanmamış olan bu gençle evlendirmek istemediler.
Ne kadar ağladım ne kadar yalvardımsa da kabil olmadı (mümkün olmadı). Nihayet beni paralı olmaktan başka hiçbir meziyeti olmayan bir adamla nişanladılar.
Bu vaziyet ne beni ne de sevdiğim erkeği tatmin edeceği için bir çare düşündük. Hem aşkımızı herkese tanıtmak ve bütün İstanbul’un sempatisini kazanmak ve ebeveynime bu sempatinin müessir olmasını (etkili olmasını) temin etmek için bir kaçma planı hazırladık. Ve bu planı yeni sene gecesi tatbike (uygulamaya) karar verdik.
Küçücük Kamyonet
Sevdiğim erkeğin bir ressam arkadaşı boyacılık yaptı ve bir başka arkadaşının ticarethanesindeki küçücük kamyoneti beyaza boyadı. Ve tabii onun haricî (dış) şeklini bir imdadı sıhhi otomobiline benzetti.
Sevdiğim erkek bir arkadaşıyla beraber bu otomobilin içine girdi ve beyaz önlük giyindi. Birkaç arkadaşı da benim nişanlımla yeni sene gecesini geçirmek üzere gitmiş bulunduğum barda bizim yanımızdaki masaya, bir kısmı da barın şurasına burasına yerleştiler. İki arkadaş da gündüzden telefon şirketinde saklanarak gece nöbetçisinin üzerine hücum edip on ikide telefonu kesmeye hazırlandılar.
Saat Tam On İkide
Saat tam on ikide de imdadı sıhhi otomobili bizim olduğumuz barın kapısına gelmek üzere olduğu yerden hareket etti. Işıklar söner sönmez ben yerimden kalktım. Masamıza yakın oturan arkadaşlar nişanlımı bağladılar. Ben de barın kapısına gittim. Hazırlanmış olan sedyenin içine upuzun yattım. Ve otomobil bir imdadı sıhhi otomobili süratiyle hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden bir semti meçhule doğru gitti.
Şimdi sevgilimin bana hazırladığı bir yerdeyim. Fakat anacığımın, babacığımın ne kadar telaş içinde olduklarını gazetenizde okuduğum için daha fazla kendimi gizleyemedim. Gazetenizin bana vasıta olmasını ve annemle babamın sıhhatte ve hayatta olduğumdan haberdar bulunmasını istiyorum.
Bu mektubum intişar ettikten (yayımlandıktan) sonra sakın ha beni polis vasıtasıyla aratmaya kalkışmasınlar ve sevdiğimin şahsiyeti hakkında azamî ketumiyeti (ağız sıkılığını) muhafazadan geri kalmasınlar.
Eğer bulunduğum yer keşfedilir de beni olduğum yerden almaya gelenler bulunursa şunu haber vereyim ki yüksek bir binanın yedinci katındayım. Kapıdan girdikleri takdirde pencereden kaçarım. Paraşütüm olduğu için neticeden korkmuyorum, ne olacağımı da kestiremiyorum.
Fakat anneciğimle babacığım makul ve cici olurlarsa kendilerine yerimi bildiririm. Yalnız bir şartla.
İyi Kalpli Bir Baba
Beni bulana vadettikleri mükâfatı bana vermeyi çok değerli gazeteniz vasıtasıyla bildirirlerse… Bu para sevdiğim erkeğin işini ilerletmek için muhtaç olduğu ufak bir kredi olabilir. Bunu ona borç olarak vereceğim ve işini ilerlettikten sonra o, bu parayı doğrudan doğruya iyi kalpli babacığıma iade edecektir.
Bu mektubumun gazetenizde aynen neşredilmesini rica ederim.
Esma Özger»
Delikanlı kalemi masanın üzerine bıraktı ve mektubu yüksek sesle okuyarak tashih etti (düzeltti) ve sonra:
“Şimdi,” dedi. “Genç kızın sevgilisiyle olan bir resmini klişeciye[1] vereceğiz, mektubun da klişesini çıkaracağız. Yarın… Yarın bakalım satış kaça çıkacak?”
Gazetenin Satışı
“Gördün mü? Gördün mü, köprü başındaki satıcı ne satmış?”
Rakamlarla dolu bir kâğıdı Ali Vasfi masanın üstüne attı.
“Boğaziçi bayii kış geldiğinden beri satışı müthiş gevşemişti. Hâlbuki soğuk almış olmasına rağmen atlamış otobüse gelmiş. Odaya girip de ‘Beş yüz gazete isterim,’ deyince Allah bilir aklını kaçırmış zannettim. Bu sabah gazetelerine bir darbe amma nasıl bir darbe? İstanbul’da kaça yükseldik biliyor musun?”
“Biliyorum, biliyorum.”
Demek Evlenebileceğiz?
Birden yan kapı açıldı ve spor elbiseli, kara saçlı, kara gözlü, incecik bir kız kapıdan başını uzattı.
“Ali!”
“Esma!”
“Babamdan bir mektup geldi mi?”
“Geldi canım… Mükâfatı sana vermeyi kabul ediyor ve bizim evlenmemize de razı…”
Genç kız sevinçle delikanlının boynuna atıldı, iki yanağından öpmeye başladı.
“Demek evlenebileceğiz öyle mi?”
“Elbette canım.”
“İşte işi tutturmak için ihtiyacın olduğunu söylediğim beş bin lira da artık elinde… Ah ne kadar bahtiyarım!”
Muazzam Rakamlar
Genç adam onu kolundan tutarak masanın başına götürdü. Masanın üstündeki birtakım kâğıtları göstererek konuşmaya başladı:
“Bak bu Boğaziçi bayiinden 500 fazla… Bu Eminönü’nden, görüyor musun? Ne kadar… Bu da…”
Genç kız anlamayan gözlerle Vasfi’ye baktı:
“Çok iyi amma… Bunlar nedir? Bir şey anlamıyorum,” diye sordu.
“Bunlar, bu muazzam rakamlar gazetenin satışını gösteren inanılmaz sayılardır. Rakip gazetenin bayii bile bugün gelip benden dokuz yüz istedi. Dokuz yüz… Ve gazetenin artık beş bin liralık değil, beş liralık bir yardıma bile ihtiyacı kalmadı. Gazeteyi tutturduk Esma… Ve tutmuş bir gazete sahibinin karısı olacaksın artık!”
Son Perde
“Peki o parayı ne yapacağız?”
Ali Vasfi baş parmağını kumaşı eskimiş yeleğinin koltuğuna soktu ve hakikaten büyük bir gazete direktörünün mükellef odasında göstereceği bir tavır ve sonsuz azametle (gururla, kibirle):
“O parayı da artık babana iade edersin yavrum,” dedi.
BİTTİ
* Suat Derviş’in “Hatice Hatip” müstear adıyla yayımladığı bu hikâye, 1-7 Ocak 1936 tarihleri arasında Son Posta gazetesinde tefrika edilmiştir ve gazete dışında ilk kez burada, İthaki Yayınları’ndan alınan izinle okurlara sunulmaktadır.
[1] Klişe: Baskıda kullanılmak amacıyla, üzerine kabartma resim, şekil, yazı çıkarılmış metal levha.
Anılarına sevgiler yolluyorum sevgili Suat Derviş…
Harikasınız