Dag Solstad, 1941 yılında Norveç’te doğdu. Edebiyat dünyası, 1965 yılında yazdığı öykülerle tanımıştır onu. İlk romanı “Irr! Grønt!” 1969’da basılmıştır. 1980 yılına gelindiğinde romanlarındaki siyaset vurgusu nedeniyle tartışılmış, eleştirilmiştir. Geldiğimiz noktada ise Dag Solstad, Norveç’in ve Kuzey Avrupa’nın en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir. İskandinav Edebiyatına katkıları da çığır açıcı olmuştur. Solstad, Kuzey Avrupa Edebiyat Ödülü’nü ve Norveçli Eleştirmenler Ödülü’nü üç kere kazanarak İskandinav edebiyatında kült bir yere sahip olmuştur. Otuza yakın kitap yazmış ve yirmiden fazla dile çevrilmiştir kitapları.

Türkiye’de yazarın Yapı Kredi Yayınları ve Jaguar Kitaptan çıkmış altı romanı bulunmaktadır. Dilimize en son Banu Gürsaler Syvertsen tarafından çevrilmiş ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış romanı, “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap”tır.
Romanın kahramanı Bjorn Hansen, bakanlıkta çalışan, geleceği parlak bir bürokrattır. Sanat, edebiyat, felsefe ve yaşamın anlamını arayan dallara ilgisi olmasına rağmen, yoksul bir aileden gelmesi sebebiyle bunları okumasının kendisi için bir lüks olacağını düşünmüş ve ekonomi okumuştur. Hansen, Solstad’ın diğer kahramanları gibi sıradan bir hayat yaşamaktadır. Dünyada en makbul ve arzu edilen şeyin kısa vadeli mutluluklar olduğuna inanmaktadır. Yaşadığı basit aldatma da onu tarifsiz heyecanlandırmış ve tutkuyla bu maceranın peşine düşerek hayatının tüm seyrini değiştirmiştir.
“Bu bilinçli aldatma olayında, benzerini ancak sanatta, edebiyatta hayranlıkla gözlemleyebileceği ama tam olarak da anlayamayacağı bir yoğunluk ve heyecan deneyimlemişti.” (On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap, s. 10)
Oğlunu ve karısını, Turid Lammers için bırakmıştır. Ama ilginç olan Turid’e giderken bile başladığı maceranın bittiğine inanmasıdır. Çalıntı mutluluk dediği macerası uzun sürmeyecektir. Tekinsiz bir kadın olduğunu başından biri biliyordur. Fakat bu maceranın peşinden gitmezse hayatı boyunca pişman olacaktır. Hansen tüm bu kafasındakilerle Konsberg’e gider. Eski bir villada Turid Lammers’in sevgilisi olarak yaşamaya başlar. Bir süre sonrada Bakanlıktaki görevini bırakarak, Konsberg Vergi Dairesi Müdürü olarak çalışmaya başlar. Solstad’ın hemen hemen bütün romanlarında yer alan Henrik Ibsen, burada da Yaban Ördeği ile bir kez daha gerçekleri gün yüzüne çıkarmaktan kaçınmamıştır. Tiyatro topluluğunda gönülsüzce sahnelen bu oyun, Hansen’i Turid’ten iyice uzaklaştırmş, ancak ayrılma kararını vermesi iki yılı bulmuştur.
Aldığı mektupla, en son on dört yaşında gördüğü oğlunun, üniversite öğrenimi için Konsberg’e geleceğini ve onunla kalmak istediğini öğrenir. Hansen bundan çok heyecan duyar, hemen oğluna oda hazırlamaya girişir. Ancak oğluna babalık yapmak için çok gecikmiştir. Bu beraberlikte de aradığını bulamaz. Baba-oğul ne terk edilmişliği sorgulamış ne de hayatlarında bunu bir sorun olarak yaşamışlardır. Dolayısıyla her iki taraf da bu karşılaşmadan daha da yabancılaşarak çıkarlar.

“Pişmanlık sözcüğünü ağzına alamazdı çünkü aynı durum karşına çıksa bugün de aynı şekilde davranırdı. Böylece oğlunu kaybetmişti ve durumu isterse Peter düzeltebilirdi. Ama Peter istemiyordu. Babasının neden bahsettiğini bile anlamıyordu. Bu hikâyeye karşı tamamen kayıtsızdı. Bunları düşünmek yerine kendi çağına, çağdaş aydın insanlara karşı duyduğu hayranlığı dile getiriyordu. Bu da onun hakkıydı tabii. Ancak babayla oğlu arasındaki ilişkide bir lanet vardı. Her akşam o küçük ve yalnız adam oturuyor, babasına hayat ve gelecek hakkında dersler veriyordu” (On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap, s. 94)
Hansen’in tesadüflerle yol alan hayatı, karın ağrıları sebebiyle gittiği Dr. Schiotz ile kesişir. Tanı aşamasında, Hansen’e çok fazla tetkik yapılmış ve adeta kendisinin hasta olduğuna inandırılmıştır. Dr. Schiotz madde bağımlısı ve son derece içe kapanık, tekinsiz bir tiptir. Bjorn Hansen bu süreçte tuhaf bir ruh haline girerek bu tekinsiz doktora, o güne kadar kimseyle paylaşmadığı iç dünyasını açmaya başlar. Bir konuşmasında “canımı sıkan hayatımın ehemmiyetsiz olması…” (s. 50) der. Bu ziyaretler sırasında kendine bile açamadığı konuları, keyifle ve hafif esrik bir şekilde dinleyen Dr. Schiotz’a anlatır. “Hemen her şeye karşı kayıtsızım” (s.50) ya da “Zaman fani can sıkıntısı baki” (s.50) diye konuşurken yakalar kendini. Başkasının yanında böyle konuşmalar yaptığı için kendisine kızar. Bir çeşit hipnoz altındadır sanki.
“Düşünsene, en derindeki ihtiyaçlarımın fark edilmediği, işitilmediği koskoca bir hayat var önümde yaşanacak, üstelik bu benim hayatım. Sessizliğe mahkûm öleceğim, işte beni korkutan bu, dudaklarımdan tek bir sözcük çıkmadan, zira söylenecek ne var ki.” (On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap, s. 51)
Dr. Schiotz, hastasını tam bir sağlık kontrolünden geçirmiş ama hiçbir hastalık bulamamıştır. Bu noktadan sonra da Bjorn Hansen’in hasta rolü sona ermiştir. Ölü hayatını diriltmek, yaşamak için, belki de bir amaç edinmek ya da içinde bulunduğu ruh haline uygun, çılgınca denilecek bir plan yapar.“Büyük Red”dini Dr. Shiotz’un yardımıyla hayata geçirmeye karar verir.
Bjorn Hansen, aldığı kararla zaman zaman dehşete kapılsa da, her şeye rağmen plan ve planın olası tatbikatı onu cezbeder: “Tanrı yardımcım olsun, yapacağım. Beni kimse engelleyemez. Bu çılgınca bir şey, manyakça cazip ve deliliğin ta kendisi.” (s. 55)
Solstad’ın tüm roman kahramanları evrensel ve zamansızdır. Mahcubiyet ve Haysiyet’teki edebiyat öğretmeni Elias Rukla’nın hayattan kopuşu; Lise Öğretmeni Pedersen’in sol hareket içindeki yabancılığı, T. Singer’in her şeyi bırakıp hiç bilmediği bir şehirde kütüphanecilik yapması, Profesör Andersen’in şahit olduğu cinayeti ihbar edip etmeme konusunda girdiği iç çatışmalar ve en son yayınlanan “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap”ta Bjorn Hansen’in “red” kararı, hepimizin içinde yaşadığı hesaplaşmalara, sıkışmışlıklara çok benzer.
Yazar, kahramanlarının yaşamlarının küçük ayrıntılarına ve düşünce tarzlarına odaklı bir anlatı benimser romanlarında. Karakterleri memnuniyetsiz, melankolik, hayat amaçlarını yitirmiş, yaşadıkları hayattan kopuktur. Yaşam ritimleri düşük, yok denecek kadar azdır, tekdüze yaşarlar. Fazlasıyla içe dönüktürler. Hansen de roman boyunca tüm itiraflarını, yapacağı konuşmaları kendine yapar.
Dag Solstad’ın iddiasız, adeta görünmez olan tiplerinin tekinsiz hayatlarını yönlendiren basit olaylardır. Bu olayların karakterlerde yarattığı heyecanı, sıkışmışlığı okurken kendimizi buluruz.
Pınar Özçelik