Türk edebiyatının geleneğinde yıllıklar önemli bir yer tutar. Yıllıklarda bir yılın edebi dökümü yapılır, o yıl yayımlanan eserlerden seçmeler yayımlanır, yıl içinde yaşanan edebiyat tartışmaları özetlenirdi. Yıllıklarda bir de soruşturma bölümleri olurdu. Parşömen Edebiyat olarak, yıllıkların soruşturma kısmını yaşatmak niyetiyle başladığımız ve bu yıl dördüncüsünü yayımladığımız edebiyat soruşturmalarının, geleceğin edebiyat okurları ve araştırmacıları için verimli bir kaynak olacağına inanıyoruz.

Bu yıl da okurlara, yazarlara, çevirmenlere, editörlere, yayın emekçilerine, kitapçılara edebiyatımızın halini sorduk. 2023’ün edebiyat açısından daha verimli bir yıl olması temennisiyle…

Adnan Gerger

Yıl içinde yayımlanan ve hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?

Aslında o kadar çok kitap var ki… Özellikle butik diye tanımladığım daha doğrusu küçük ama edebiyata çok büyük katkılar sunan ve nitelikli edebiyata büyük katkılar sunan ve çevirilerinden de büyük keyif aldığım kitaplar okudum… Bu tür nitelikli olduğunu sezinlediğim çok sayıda kitap da belirledim ama ne okumaya ne de ekonomik olarak gücüm yetti. Elbette bu seçimler de öznel seçimler ama yine de burada vurgulamadan geçemeyeceğim… 2022 yılında uzun süre okuduğum ve etkisi altında kaldığım kitap, Epona Yayınları tarafından yayımlanan Cihat Duman’ın “Kahrolmak” kitabı geldi. Kitap Kasım 2021’de basılmasına karşın benim elime bu yılın ilk ayında geçti. Uzun süre elimden bırakamadığım kitabın her şeyden önce türünün ilk örneği olması, yani “Übertragung” yani “aktarım” tekniğiyle yazılması nedeniyle, bu kitabın önümüzdeki yıllarda da tartışılacağına inanıyorum. Kitapta kullanılan bu teknik yazarın sesini net duyduğumuz kadar karakterlerin yaşamdaki konumlarını gözler önüne sürülmesini kolaylıkla sağlıyor. Kitapta, yarı-toplumsal varlıkların maddi dünyanın sınırlarını da zorladığı son derece canlı bir dille okura yansıyorsa da okurun devamlı bir sis içerisinde kalması Cihat Duman’ın usta bir yazarın mantığından, iç dinamiğinden kaynaklanıyor. “Kahrolmak” kitabının “Übertragung” tekniğine uygun aktarımın yani kelimenin tam anlamıyla olumlu ya da olumsuz bir soyut kavramın, daha doğrusu duygu yüklerinin bir insandan başka bir insana kaydırılmasını, taşındığını bekleriz, öyle değil mi? Kitabın da bunun hakkını verdiğini söylemek de boynumuzun borcu olsun.

Sonra bir diğer kitap da iki yıl önce Manos Yayınlarından yayımlanan Sennur Sezer Emek Direniş Öykü Ödülü alan kitabı “Biraz Ormanda Saklanacağım” adlı öykü kitabıyla tanıdığım Hıdır Murat Doğan’ın bu yıl Red Kitap’tan çıkan “Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok” adlı öykü kitabı… İlk öykü kitabından dili, kurgusu ve anlattıklarıyla heyecan duyduğum ancak diğer birçok iyi edebiyatçı gibi görmezden gelinen Hıdır Murat Doğan, bu kitabında göç öykülerini, kendine ait diliyle tıpkı Kafka gibi, nesnel gerçekliğin yerine tedirginlik dolu dünyaya koymayı başarıyor. Yazarın kendi deyişiyle haksızlığa uğrayanları anlatan bir kitap… Ah keşke edebiyat dünyası da bu yaşanılan dünya gibi acımasız olmasa…

Kendimi övmek için demiyorum ama Annie Ernaux’nun bu yılın başında Can Yayınları tarafından ve Siren İdemen’in çok ama çok başarılı çevirisiyle “Babamın Yeri” adlı kitabını okuduğumda karşımda müthiş bir edebiyatla kaldığımı hissettim. Diğer kitaplarını da takip etmeye başladım. Daha önce ismini duymuştum ama kitaplarını okumamıştım. Derken Annie Ernaux’nun 2022 Nobel Edebiyat Ödülü aldığını duydum. Evet bence de hak edilen bir ödül bu. Çünkü Ernaux, çağımızın edebiyatta insanın bireysel belleğini yazıyor.

Size göre 2022 yılının önemli edebiyat ya da yayıncılık olayları nelerdi?

Bu yılın en önemli edebiyat olayı da –ki tarihsel bir olaydır bu– kitaplara yönelik toplatma ve imha kararıyla çocuk kitaplarının poşete konulmasıdır.

Tüm dünyada, milyonlarca çocuk ve yetişkin tarafından okunan, Fransız yazar Brigitte Labbé’nin ortaokul çağındaki çocuklar için hazırladığı ve Türkiye’de 2006’dan beri Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisi kitapları, 24 Haziran 2022 tarihli resmi gazetede yayınlanan kararla poşete kondu. Karar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından alındı. Poşete alınan “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinin yedi kitabı (Aşk ve Dostluk, Beden ve Akıl, Cesaret ve Korku, Diktatörlük ve Demokrasi, İyi ve Kötü, Küçükler ve Büyükler, Oğlanlar ve Kızlar) muzır ilan edildi ve yalnızca 18 yaşından büyüklere poşet içinde satılacağına oy birliğiyle karar verildi. Kitapları 25’ten fazla ülkede yayımlanan yazara, Fransa’da ülkenin en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur ödülü verilmişti.

8 Eylül 2022 tarihinde HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın Ceylan Yayınlarından yayınlanan “Yıkılacak Duvarlar” isimli kitabının basım, dağıtım ve satışının yapılması “Örgüt propagandası” iddiasıyla yasaklandı.

14 Temmuz 2022 tarihinde Munzur Kitap Günleri fuarında, Umut Yayıncılık tarafından basılan, İbrahim Kaypakkaya’nın yazılarından oluşan “Bütün Yazıları” kitabına ve 2017 yılında toplatma kararı getirildiği ancak kararın yayınevlerine tebliğ edilmediği belirtilen iki kitaba da polis tarafından el konularak satışı durduruldu. Söz konusu iki kitap, Tekin Yayınevi’ne ait “Bir Başka Kandil Kırk Yıl Önce… Kırk Yıl Sonra” ve Dipnot Yayınları’na ait “İsyandan İnşaya Kürdistan Özgürlük Hareketi” isimli kitaplardı.

25 Temmuz tarihinde de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü, Ceylan Yayınları’ndan çıkan Kadın Devrimi ve Suruç’ta Kalanların Dilinden Kobanê’ye Gitmek adlı kitapların toplatılmasına karar verdi. Savcılık ilgili kararı 19 Temmuz’da kabul etti.

2022 yılının edebiyatta en büyük olaylarından biri de hammadde ve kâğıt fiyatlarının döviz bazında yüzde üç yüzü aşan fiyat artışlarıdır. Yayıncılık sektöründe maliyet artışlarıyla birlikte ciddi bir krize neden olduğunun açıklanması ve kitap üretiminde yüzde yirmi iki oranında azalmanın gözlenmesidir.

Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?

Edebiyatta sürgit ve sarmal olan sorunların bu yıl da geçerliliğini koruduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bugüne gelen sorunların yarın da devam edeceğini söylemek için kâhin olmaya da gerek yok. Benim politik yasakçı yaklaşımlarla, sansür ve diğer baskı yöntemlerinden başka önemsediğim hatta içselleştirdiğim üç ayrı başlık daha var… Birincisi kültür endüstrisinin varlığı, ikincisi edebiyatta arkadaş gruplaşması… Eksiklik olarak da müthiş bir eleştiri eksikliği, editoryal sistem ve örgütsüzlük… Aslında bu eksiklikleri, sorun olarak da tanımlayabiliriz.

Edebiyatta sorunları, “Kültür Endüstrisi” temelinde daha da açmak isterim. Daha geçenlerde yaptığım bir araştırmada, Kültür Endüstrisi’nin Louis Althusser’in tanımladığı bir ideolojik aygıttan başka bir şey olmadığının gerekçelerini yazdım. Çünkü devletin yasakçı politik baskısı hem gölgelenmiş olacak, hem de istedikleri gibi bir toplumun inşasını sağlayacaklardı. Böylelikle edebiyat ürünlerini de kendilerinin istediği şekilde siyasallaştırılması da gerçekleştirilecekti. Örneğin televizyonlarında gösterilen olağanüstü sermayelerle çekilen dizilerde yaptıkları uygulamaları edebiyatta da uygulamak istiyorlar. Yani kısaca edebiyat ürününün bir siyasi argümana dönüştürülmesi, iktidarın kendi toplumsal sistemi için kültürel anlamda bir yöntem olarak belirlenmişti. Yayınevlerine yapılan para yardımlarına bakın… Allahtan yazarlık sanatın birçok dalı gibi tikel bir üretim… Allahtan edebiyat, kendi disiplinini ortaya koyuyor… Bunun yanı sıra edebiyatta arkadaş gruplaşması, yayınevlerinin yazarlarının belli bir çember içinde olması da nitelikli edebiyat ürünlerinin ortaya çıkmasını engelliyor. Dikkat edilirse butik diyebildiğimiz yayınevlerinden yayımlanan kitapların her ne kadar çok satılıyor ve çok bilinmiyor olmasa da ne kadar nitelikli olduğu biliniyor. Çünkü bu yayınevlerinin iyi niyetle ve edebiyata katkı sunmak için çabaladıkları gün gibi ortada. Edebiyat etkinliklerinin de bu arkadaş gruplarının devamlı katılması da yeni düşüncelerin ortaya çıkmasını da engelliyor.

Eksikliklere gelince, edebiyata eleştirel bakış açısı günümüzde yok. Yok, çünkü bu eksiklik de yine kültür endüstrisinin varlığıyla ilintili… Bu ülkeye Nurullah Ataç gibi bir eleştirmenin neden gelmediğini bir düşünün. Piyasada otoriter olarak geçinenlerin ya endüstriyel bağları var ya da eleştiri bilincini kendi tanıdığı yazarlar için kullanmak istiyor… Genelde eleştiri yapılsa onu yayınlamak zor olduğu kadar belli başlı yayınevlerinin yine belli başlı kendi yazarlarına yazdıkları kitapları eleştirmek kimin haddine… Hangi yazar piyasaya göbeğinden bağlı olduğu halde hangi yayınevinin kitabını eleştirme cesaretini gösterebilir ki… Popüler ve çoksatar dergiler, bu yayınevlerinin verdikleri ilanlara muhtaçlar –ki bazı dergiler zaten bu yayınevlerince çıkartılıyor ya da açıkça destekleniyor. Dahası, kitapevleri ön ve gösterişli raflarını bile bu yayınevlerine kiralamış durumda.– Edebiyatta kitlesel örgütsüzlüğü, bir diğer eksiklik olarak görüyorum. Evet birkaç örgüt ve örgütlenme çabaları var ama kitleselliği ve etkisinin güçsüzlüğünü de vurgulamak gerekiyor. Örgütsüzlüğü körükleyen de hem baskının hem de yukarıda işaret ettiğim edebiyat arkadaş gruplarının varlığının olduğunu söyleyebilirim.