Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla):
4 milyar 540 milyon 874 bin 674. yıl, 61. Gün:
SIRÇA KANATLAR
2022 Dil Derneği Ömer Asım Aksoy ödüllü Sırça Kanatlar’daki öyküler, sırça kırılganlığındaki insan ilişkilerini ele alıyor: Bazen hoyratça ve bazen de şefkatlice. Beklenmedik sonlar, çoğu öykülerin ortak özelliği.
Yazar, “Saatlerin her zamanki şaşmaz kesinliğiyle belirttiği” ânı çok iyi resmediyor. An’da çevreden yansıyanların ve anlatıcının içinden geçenlerin iç içeliği, “iç”in ve “dış”ın mükemmel alaşımı anlatıma görsellik katıyor.

Yazarın, zorlama sayılabilecek şaşırtıcı bir sonla öykünün önüne geçmesi yerine, öykünün kendi sonuna yürüyüp yazardan bir anlamda bağımsızlaşmasını önemsediğimden olacak, 18 öykünün yer aldığı kitapta, bazı öyküleri daha fazla sevdim; kendisi artık hayatta olmasa da anılarının gölgesinin yettiği Ayten Hanım’lı “Akşam Suyu”, yaşamını oluruna bırakan Nihal Hanım’lı “Daha Bir Şey Görmediniz”, karşısındakini hayal kırıklığına uğratma korkusunun nüvesi “Daldan Düşme Korkusu” ve “şayet”li “Söz Uçar” bunların arasında.
Derya Sönmez, ilk öykü kitabına aldığı çok renklilik gösteren öykülerinde, kendine has anlatım tarzıyla, duyguların pusulasıyla yön alan insan tercihlerine eğiliyor. Ve kitabını okuyup bitiren okurun kulağına adeta şöyle fısıldıyor: “Daha bir şey okumadınız.”
Bu mesajı alanlar, yazarın ikinci kitabını merakla beklemekteler.
65. Gün:
AYAK FETİŞİZMİ
İlk modernist Japon yazarlarından Tanizaki’nin yazarlık başarısının, “varoluşun hakikatlerine gösterdiği kararlı ilgi” olduğu söylenmiştir. O, bir yazısında, “Güzel bir kadının, teni ne kadar pürüzsüz olursa olsun çıplak kalçalarını ve ayaklarını insanlara göstermesi nasıl uygunsuz kaçıyorsa…” diye bir önermede bulunarak kadın ayağını doğrudan cinsellikle bağdaştırır. Bu anlayış, şüphesiz geçen asrın Japonya’sına özgüdür, fakat geçmişte Çin asil sınıfının erkeklerinin, kadın ayağına atfettikleri cinsellikle, kız çocuklarının ayaklarını cendereye sokarak, büyümesini ve şekil almasını engelledikleri gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu gelenek, yetişkin kadınların, erkeklere haz veren küçültülmüş ayaklarıyla kısa adımlarla yürümelerine yol açıyor, onları tamamen bir cinsellik nesnesine dönüştürüyordu. Alt sınıf kadınlarının bu cendereden kurtuluşları, onların çalışmak zorunda olmalarından ileri geliyordu.
Yıllar önce, yurt dışında bir film kursuna kaydolmuştum. Yıl sonunda her biri beş dakikalık iki kısa film çekmemiz gerekiyordu. Yazdığım bir senaryo filmlerden biri için seçildi.

Konusu, ayak fetişizmiydi; film, karakterleri olmadık mecralara ve maceralara sürükleyip hem fetişizmin olası sonuçlarını gırgıra alıyor hem de fetişin marjinallik etiketini yırtarak, bu insan (daha çok da erkek) tuhaflığının ya da sapkınlığının yaygınlığını bilince çıkarmayı amaçlıyordu. Senaryo birkaç ayak fetişisti karakter üzerine kurulmuştu ve onlardan biri de cinsel çekimi doğrultusunda ayakkabıcıda çalışan bir adamdı. Filmde, ayrıca o adamı oynamıştım.
2007’de yürütülen bir araştırmada, ayak fetişizminin erkekler arasında en yaygın fetişizm türü olduğu belirtiliyor (yaklaşık her beş erkekten biri). Eller, kulaklar ve akla gelebilecek birçok uzvun fetişi olabildiği düşünülürse, cinselliğin “insan varoluşunun hakikati” içinde takıntılı ve sorunlu bir alan olduğu kolayca anlaşılır.
Yalnızca rasyonelliğimizi değil, irrasyonelliğimizi de anlatılarla gün yüzüne çıkaran edebiyatı sevmemizin nedeni, edebiyatın, varoluş macerasında insanın kendini tanıma çabasının bir aracı olmasıdır.
69. Gün:
AH! KARL MARKS, NE YAPTIN SEN!
Marks’ın ünlü “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!” sloganı başımıza olmadık işler açtı. Eee, ne bekleniyordu ki: Komünist Manifesto’yu işçilerden çok burjuvalar okursa böyle olur. Önce dünya işçilerini birleştirmemek için kafa patlattılar ve türlü yöntemlerle onları birbirlerinden yalıttılar. Asıl sonrası vahim. Marks’ın sözünü, “Bütün ülkelerin oligarkları, birleşin!” diye içselleştirip küresellik adına kendileri tepede birleştiler. Sistemlerinin adını da “Neo-Liberalizm” koydular.
2000’lere böyle girdik. Şimdiyse olan oldu. Zaten kendilerine çalışan bir yönetim olan “Demokrasi”ye ihtiyaçları kalmadı, hümanizm unutuldu; neo-liberalizm, kitlesel vasatlığın üst yapısı faşizmi doğurdu. Demokratik sayılan ülkelerde bile militarist, otoriter rejimler türedi.
Marks, seni severiz ama baştan onlara kopya vermeyecektin.
75. Gün:
KANLI PERŞEMBE
— Lütfen biraz dikkatli olur musun, aşkım. Bak, örtüye damladı.
— Ne damladı?
— Kanı, tabii. Bıçağı da çocuğa yaklaştırma, olur mu?
— Sakin ol, aşkım. Bu işi ilk defa yapmıyorum ki. Oğlumuz nasıl da bekliyor, görüyor musun?
— Evet, çok boğazlı maşallah.
— Eli yüzü kan içinde kalıyor yerken. Acaba, diyorum, iki yaşının aklıyla, gece yatakta “Bendeki de kader! Doğa doğa vampir bir aileye doğmuşum,” diyor mudur? Ne dersin?
— Aşkım, saçmalamasana. Yaaa! Gene bıçaktan sağa sola kan sıçradı. Bitir artık şunu da, afiyetle yiyelim. Bak! Oğluşumuz nasıl da kollarını uzatıyor, yemek için sabırsızlanıyor.
— İşte, hazııır! Onunkiler, minik ağzı için minik minik kestiğim parçalar.
— Birini alıp yuttu bile. Ham mı yaparmış benim güzel oğlum!
— Ne kadar da kanlıymııış. Hiç bu kadar kanlısına rastlamamıştım portakalın.
77. Gün:
Bir ağacın bildiği; toprağa-ota-çiçeğe, rüzgara-yağmura-kara, geceye-gündüze, kuşlara ve böceklere dairdir.