“Karanlığın Taneleri / Bir Film Üzerine 17 Çeşitleme” adlı kitap “Paramparça Aşklar Köpekler”, orijinal adıyla “AmoresPeros” filmi üzerine 17 yazarın incelemesinden oluşuyor. Filmi ilk izlediğimde zifiri karanlık. El yordamıyla karanlıkta taneleri arıyorum. Bütün duyuları harekete geçiren bir körlükle kokluyor, tadıyor, parmak uçlarımla yokluyorum. Her bir karakteri görmeye zorluyorum kendimi. Bakıyorum, fakat henüz her şey siluet, net göremiyorum. 

Karanlığın Taneleri’ni okuduktan sonra filmi tekrar izliyorum. Önce bir ışık sızıyor, sonra mekânların tüm ışıkları yanıyor sanki. Derin bir nefes alır gibi, ciğerlerime doluyor film. Valeria’nın paramparça bacağı ile Octavia’nın hırsı, El Chivo’nun pişmanlığı ile köpeklerin arasında sokaklarda dolaşıyorum. Bu kitap, filme bambaşka pencereler açıyor. Ve taneleri görüyoruz. Baktıkça, izledikçe yeni bir şey keşfediyor, başka bir sebep buluyoruz kötülüğe. 

Üç farklı yolda, üç farklı hayatı bir kavşakta şiddetle çarpıştırarak her birinin hayatını birbirine bulaştıran, adeta dolu ve bozuk bir mide gibi karakterleri izleyicinin önüne kusan kaza sahnesi ile beklediğim rahatlama gelmiyor.

Köpekler, dökülen kan, kırılan bacak, kırılan parkeler, çatlak bir aynada gördüğüm hırs dolu gözler, fareler köpekler her şey paramparça oluyor. Büyük günahlarının bedelini ödüyor herkes. 

“İçinizden günahsız olan ilk taşı atsın!” Kimse ilk taşı atmak için öne çıkamaz. Uygun koşullar oluştuğunda ne kadar kötü olabilirsiniz? İnsanlar paramparça olmuş bir zihin ve kalple tamamen dürtüleriyle hayatta kalmak üzere bir yola çıkıyor. Karanlık taraf ego ile kol kola vahşi bir köpek dalaşına gidiyor. İnsan köpekleşiyor. Aşk için, güç için, ait ya da sahip olmak için. Octavia’nın sakin sessiz köpeğinin, mesele hayatta kalmak olunca nasıl bir katile dönüştüğünü görüyoruz. Octavia da tıpkı köpeği gibi elindeki tek kozu darbe aldığında, mekânı terk ederken büyük bir hazımsızlık ve kendince adalet arayışı sağlayacak anlık bir dürtü ile geri dönüp Jaracho’yu bıçakladığında herkesin yeterli motivasyonla kötü olabileceğini görüyoruz. 

Bazen bizim irademizle bazen de tamamen bizim dışımızda gelişen olaylar ve aldığımız kararlar, attığımız adımlar ve sonuçları hayata karşı plan yapmanın her zaman işe yaramadığını gösteriyor. Filmin en sevdiğim sahnelerinden birinde Susana’nın “Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarını anlat” göndermesine Octavia şöyle cevap veriyor “Tanrı istediği kadar gülebilir ama benim yine de planlarım var.” İşte insan! Sekiz milyar insan içinde en özel bok sensin çünkü! Daha iyisini, en iyisini, ilk önce sen hakediyorsun! İşte böyle kötü oluyoruz. Ölümlü olduğunu bilerek yaşamanın laneti Tanrı ile girilen bitmek tükenmek bilmeyen dalaş… Tıpkı bir keser gibi hep kendimize doğru kazıyoruz. Taa ki açılan çukur bize mezar olacak büyüklüğe erişene kadar. Kan, ter, gözyaşı ile kazıyoruz. 

Karanlığın Taneleri’ni okurken filmin karakterlerini, yönetmeni, ülkeyi sorgu odasında tepelerine parlak bir ışık tutulurken görüyoruz. Filmin yönetmeni İnarritu’nun ithafın sonundaki cümlesi: “Luciano bu filmi sana adadım, çünkü biz aslında kaybettiklerimiziz” (Luciano, doğumundan bir süre sonra kaybettikleri oğludur yönetmenin.) 

Valeria’nın kırık parkeleri ve kırık bacağına bakarken başımıza gelen olayları ceza ya da ödül olarak kabul ettiğimizi ve kendimize biçtiğimiz değeri de en çok kaybettiklerimizin belirlediğini net bir şekilde görüyoruz. Tıpkı o güzel evin kırık parkeleri altında dolaşan fareler gibi şüphe, aşağılık kompleksi, hırs kemiriyor beynimizi. Bu noktada her şeye rağmen yaşamaya çalışıyorlar. Vicdanı ile hesaplaşıp olan bitene rağmen umuda sarılarak kötücül olanı terk etmek seçim olabilir. El Chivo kirli tırnakları, pis saçları, kokuşmuş kıyafetlerini ve pişman yüzünü sakladığı sakalını keserek pir-ü-pak işlediği cinayetlerden, yaptığı seçimden duyduğu acıdan aklıyor kendisini. İki kardeşe Habil ve Kabil diyerek ilahi bir adalet sunarcasına ortada bir silahla başbaşa bıraktığı sahnede yüzünde kendisini affetme ve affettirme umudunu görüyoruz. Tanrı’yı oynuyor. 

Sınıfsal farklılıkların hatta hangi ülke vatandaşı olduğumuzun insana dair duygular üzerinde pek etkisi olmuyor. Dürtü hepimiz için aynı, hayatta kalacağız ne olursa olsun, kazmaya devam edeceğiz ölene kadar. Filmin orijinal adı Aşk Köpekliktir. İnsan aşk uğruna köpekleşebilir. Bazen sadece su ya da yemek için hatta daha keyfi sessizlik, uyku için komşunun köpeğini öldürerek köpekleşebilir.

Filmin başından sonuna eşlik eden Cofi’nin başına gelenleri izlerken, sessiz, sakin hatta gözüme hantal ve sevimli gelen hali, söz konusu yaşamı olduğunda hayatta kalma dürtüsüyle nasıl da vahşi bir canavara dönüşüyor. Tıpkı insanlar gibi. Bence Türkçe adı filmi daha iyi ifade ediyor. Ya da orijinal dile hakim olmadığım için böyle düşünüyorum. 

Hakan Günday’ın kitaptaki yazısından: “İnsana inanan sadece köpekler kaldı. Aşklar ve köpekler. Sadece bu ikisi katlanabilir insanın gaddarlığına.”

Güneş doğuyor ya da batıyor olabilir. El Chivo ve Cofi ile yürüyorum. Benim sahnemde hafif bir yağmur var, hani köpek ıslatan dedikleri. Yağmurla birlikte tane tane dökülüyor önüme kan, ter, gözyaşı, umut… Kaybettiklerimi ve aslında kim olduğumu düşünüyorum.

Kitabı derleyen Tarhan Gürhan’a teşekkür ederim. Bizi olay yerine bu kadar etkileyici şekilde dahil ettiği için.

Zeynep Yıldız

Kitaba yazılarıyla katkıda bulunan yazarlar şöyle: Makbule Aras Eivazi, Sinem Cezayirli, Beril Azizoğlu, Enis Akın, Asuman Susam, Esme Aras, Hayati Baki, Hüseyin Alemdar, Baki Ayhan T., Yaşar Sökmensüer, Fatih Atila, Ali Datlı, Cengis Asiltürk, Haydar Ergülen, Hakan Günday, Pembe Behçetoğulları, Kurtuluş Özyazıcı.