Her filmin başka filmlerle çeşitli tematik ortaklıkları, “akrabalıkları” vardır kuşkusuz. Ferit Karahan’ın Okul Tıraşı filminde Ashgar Farhadi sinematografisinden izler bulabilirsiniz sözgelimi, “bir felaket ve bu felaketin ortaya çıkardığı yalanlar” teması üzerinden.
“Neden böyleyiz” sorusunun cevabını bulmak için çocukluğa dönmek yaygın bir formül. Ve sorunlu erkeklerle dolu bu coğrafyada, temayı da “bu sorunlu erkekliğin üretim süreçleri” olarak seçerseniz eğer, bu sefer başka akrabalıklar yakalayacaksınız. Örneğin Anadolu’da kelimenin tam anlamıyla it gibi yetiştirilen erkek çocuklarının hikayesini bir dövüş köpeği üzerinden anlatan Sivas (2014) geliyor akla hemen. Zira ondan yedi yıl sonra gelen Okul Tıraşı da benzer bir formülü takip ediyor. Hatta bu iki filmin birbirlerini tamamladıkları da söylenebilir: Sivas erkekliğin inşasının toplumsal dinamiklerine odaklanırken, Okul Tıraşı kurumsal yapıyı denklemin içine sokuyor.

Fakat anlatısal trükleri veya “bu coğrafya”yı şimdilik paranteze alıp “kurumsal yapı”nın sorunsallaştırılmasına odaklanıldığında, Okul Tıraşı ile Kubrick’in Full Metal Jacket’ı arasındaki akrabalık dikkat çekici olmaya başlıyor.
Vietnam bozgunu bağlamında, askerlik kurumunun Amerikan genç erkekleri üzerinde nasıl hasarlara yol açtığını gösteriyordu Kubrick’in iki sekanstan oluşan filmi. (Okul Tıraşı’na esas benzeyen kısmı ilk sekanstı tabii. “İkinci sekans” konusunu daha sonra açmak üzere buraya bir not düşelim.)
“Akrabalık” dedik, adını koyalım: Full Metal Jacket’ın tıraş edilen askerlerin yüz ifadelerine odaklanan açılış sahnesinin Okul Tıraşı’na fikir, hatta isim babalığı ettiğini tahmin ediyorum.
Kubrick’in askerlik travmasını anlatan filmini saç tıraşıyla başlatması sürpriz değildi. Üniforma (uni + form: tek tip) altına alınan gençlerdeki bireysellik göstergelerinden birinin bedene müdahale edilerek ortadan kaldırılması, bir iğdiş etme ritüelidir çünkü saç tıraşı. Filmde de bu ritüel, devamı gelecek olan zihinsel ve bedensel sakatlamalar zincirinin açılış halkası oluyor, bir nevi prelüt işlevi görüyordu.
Bu sistematik sakatlamanın ideolojik karşılığı, filmde askerlerin eğitiminden sorumlu kıdemli başçavuş Hartman’ın sözlerinde buluyordu:
“Burada ırk ayrımcılığı olmaz. Zencilere, Çıfıtlara ya da Makarnacılara karşı özel bir kinim yoktur. Burada hepiniz eşit derecede beş para etmezsiniz.”
Filmde uyandırdığı mizahi etkinin perde arkasında, askerliğin nasıl bir zihinsel formatlama temeline dayandığının apaçık tasviridir bu sözler. Siyahi, Yahudi ya da İtalyan olsun, dezavantajlı bir aidiyete sahip olmanın bile neticede kişinin kişiliğine dair bir unsur olarak tehlike arz ettiğinden yok sayılacağını beyan eden, ayrımcılığa en çok uğrayanlardan biri dahi olsa bir kimliğe tutunmayı imkansızlaştıran, zira aşağılamayan, “hiç”leştiren, insaniyetle bağını kasten koparan bir mekanizma.
Bu iğdiş etme, sonrasında hiçleştirme ve zihinsel formatlamanın arkasından yeniden inşa gelecektir şüphesiz. Kıdemli başçavuş Hartman erlere spor yaptırıp sakatladığı bedenlerini birer ölüm makinası olarak yeniden kurgularken askerlere tekrar ettirdiği yürüyüş kararlarıyla beyinlerine de arzu ettiği şekli verir. Bir elde tüfek bir elde büllük eşliğinde, “Bu benim tüfeğim, bu da tabancam / Bu savaş için, bu da zevk için” diye bağırtarak koğuşta yürütür, böylece kadınlaştırılmış Vietnam’a tecavüzcü erkekler hazırlar (ikinci sekansın açılış sahnesi de bu açıdan özeldir). “Ho Şi Min veled-i zinadır / Kasık bitli, karıdan yana dertli, abazandır” diye iplere tırmandırır. Fakat askeriyenin endoktrinasyon boyutunu en iyi özetleyen sözler bir koşu sahnesinde geçer: “Sam Amca için çalışmayı severim / Çünkü bana kim olduğumu öğretir.”
Endoktrinasyon diyerek Okul Tıraşı’nın söylemini Full Metal Jacket’la kesiştiren ikinci başlığı açmış olduk. Şekil verilmeye müsait, zayıf ve çelimsiz oğlan çocuğu bedenlerini gözler önüne seren bir toplu banyo sahnesiyle açılarak Okul Tıraşı da bedensel terbiye ile beyin “yıkamanın” paralel seyrini ortaya koyma vaadiyle başlıyor zira. Bir cümlede toparlandığında, özgürlüğünden mahrum bırakılan erkek çocukları önce iğdiş edip sonra beden terbiyesiyle (askeriyede sporla ve eziyetle, YİBO’da dayakla) eşgüdümlü yürüyen bir endoktrinasyon politikasının bu iki filminele aldığı ortak problematik olduğu söylenebilir. “Sürüne sürüne erkek olma” sürecinin askerlik öncesi dönemine odaklanıyor diyebiliriz öyleyse Okul Tıraşı için.

Full Metal Jacket ve Okul Tıraşı benzerliği üzerinden yapılacak okumaların açacağı epey kapı var şüphesiz, gelgelelim askeriye ile okul kurumları arasında paralellikler keşfetmenin müthiş bir gözlem gücü ve entelektüel kapasite isteyen bir pratik olduğu da söylenemez sanki. Burada esas imkân, bu iki filmin söylemleri arasındaki ortaklıkları tespit etmekte değil, aralarındaki bariz akrabalığa rağmen ayrışmaları kurcalamakta yatıyor olsa gerek, değil mi?
Sözgelimi, kıdemli başçavuş Hartman’ı ele alalım. Full Metal Jacket filmi bu adamı bir “karakter” olarak ele almaz, soru işaretlerini ona yöneltmez, çelişkilerini, açmazlarını, duygulanımlarını önemsemez. Çünkü Hartman bir “kişilik” değil, bir “ideal tip”tir. Askerlerin eğitiminden sorumlu olan bu adam, başarılı bir askeri eğitimin arzu edilen çıktısı, bu anlamda olmuş bir karakterdir. Savaşa bedensel ve zihinsel hazırlık babında tam bir askerdir o.
Oysa Okul Tıraşı’ndaki tahakkümün aktörleri olan müdür ve öğretmenlerin çocuklara dayattıkları disiplinden ve “makbul vatandaş” idealinden uzak, görevlerinde ihmale, hatta yolsuzluğa ve istismara varan pratikler sergilediklerini görürüz. Dolayısıyla, Kubrick’ten farklı olarak Okul Tıraşı’nın temel derdi olmasa bile, bir derdinin de “eğitenleri kim eğitecek” sorusuna yanıt bulmak olduğunu iddia edebiliriz.[1]
Ne var ki, belki burada da iki film arasında bir açı yoktur: Belki de –tam da Hartman gibi– okuldaki eğitimin başarısı da nihai çıktısı olan bireylerin ne kadar “hasta” olduğuyla ölçülüyordur.
Okul Tıraşı’ndaki bütün derslerin “ideolojik” bilgi içermesi de bu noktadan hareketle anlaşılabilir. Fakat burada “ideolojik bilgi” ile kastedilen yalnızca “Kürt bölgesi–Doğu Anadolu Bölgesi” karşıtlığında kristalize olan, ilk akla gelen anlamıyla “resmi ideoloji dayatması” değil. “Maddi gerçeklikle uyuşmayan, onu perdeleyen bilgi” olarak “ideoloji”yi kast ediyorum burada. Zira bu okulda anlatılan “anlatım bozukluğu” bile doğru değildir. “Fazla canını sıkma” cümlesinde bozukluk tespit eden “kitabi bilgi” (ne de olsa “herkesin bir tane canı var”) ile “Hocam Kuran çarpsın Faruk on dokuz canlı, hocalardan o kadar dayak yiyor yine de ölmüyor” diyen çocuğun gündelik hayattan devşirdiği hakikat arasında, birincisi aleyhine bir kontrast vardır. Bu okullarda “hayat” öyle tersyüz edilmiş durumdadır ki dilin bile kuralları değişir. Cehalete karşı hakikati taşıma iddiasındaki okul, yarattığı hakikat eliyle kendi kendini iptal eder. Ve artık aktarılan tüm bilgiler “ideolojik” olduğunda, geriye yalnızca “sakatlama” kalacaktır. Okul Tıraşı’nın tezi de budur zaten: Ya bütün amaç buysa? Ya hiçleştirdiği karakterleri birer “ölüm makinesi” olarak yeniden inşa eden askerlikten farklı olarak, YİBO’lar eğitime aldığı erkekleri hiçleştirmek ve tam da öyle, kusursuz bir hiç, bir sakat olarak bırakmaktan başka bir amaç taşımıyorsa?
Full Metal Jacket’ın bir ikinci sekansı da vardı ancak, eğitimden geçen bireyleri “sahada” da gösteren. Böyle olunca, Okul Tıraşı’nın da olmayan devamını merak ediyor insan: Bu sakatlanmış Kürt çocuklarının yetişkinlik deneyimlerini. Eğer hepsi ömrünün sonuna kadar tam da YİBO’ların amaçladığı gibi birer hiç olarak yaşamadılarsa –ki yönetmenin bizzat kendi varlığı bunu yalanlıyor– bunun nasıl mümkün olduğunu, örneğin.
Yönetmenin tercihini sorgulamak bu yazının konusu da yazarının haddi de değil ama yine de değinmeden geçmek istemiyorum. Okul Tıraşı ortalama bir realist estetiğe sahip, sinemasal dili bakımından pek fazla özgünlük arz etmeyen bir film. Çıplak gerçekliği olduğu gibi göstermesi açısından realizm önemli bir sanatsal silah elbette, fakat yerli sinemada realizm bana gitgide politik bir tercihten öte estetik kolaycılık gibi gözüküyor. Bu “kolaycılığın” bir sebebi de kısıtlı mali imkanlardır, hatta temel sebep budur muhakkak, buna lafım yok. Fakat İhsan Oktay Anar’ın Efrasiyab’ın Hikayeleri’nde yer verdiği, “okul” kurumunu vampir mitiyle buluşturan “Güneşli Günler” öyküsü misali mecazlı bir anlatıya sinemada hiç yer yok mu, olmayacak mı, neden, diye sormak istiyor insan ister istemez.
Hakan Sipahioğlu
[1] Bu farkın elbette bağlamsal sebepleri var. Anti-militarist bir filmin “Asker böyle mi yetiştirilir?” eleştirisi ve bu anlamda saklı da olsa askeriyenin iyileştirilmesine dönük bir talep içermesi anlamsız olurdu. Öte yandan Okul Tıraşı filmi için, okul dediğimiz şeyin farklı kurgulandığı takdirde işe yarayabileceğine dair (“umut” değilse de) en azından hipotetik bir imkân barındırdığı söylenebilir.