Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Nurhan Şahinkaya

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Teveccühünüz için teşekkür ederim.

Çocuk yaşlarından beri bulduğu her boşluğa bir şeyler yazarken bilinçli olarak yazının büyüsüne ne zaman kapıldım. Sanırım üniversite yıllarıydı. Tam da insanın kimlik arayışı yılları. Duygusal yanım baştan ayağa sanatla hemhal olma üstüne kurgular yapıyordu, gerçekçi yanım yaşamın zorluklarına karşı zırhlar üretiyordu. Sonunda ikisi de kazanamadı. Biraz esnediler. Öyleyse sanat da olsun iş de deyip el sıkıştılar.

Gelelim edebiyata yakınlaşma kısmına. Çocukluk dönemine ait hatırladığım, gece yüzlerine kitap düşerek uyuyan anne-baba. İnsan böyle anne, babayla büyüyünce kitaplar baştacı oluyor haliyle. Yaş aldıkça, okumalar arttıkça, okuduğum her güzel roman veya doyumsuz bir şiir hemen ardından içimde yazma isteği oluşturuyordu. Sonunda sanat bizi sanata yaklaştırıyor, değil mi. Sonra buna izlediğim güzel filmler de katıldı. Sonra güzel müzikler… İçimde duygu uyandıran her şey yazma hevesimi körüklüyor. Zaten oldum olası konuşarak değil yazarak daha rahat kendimi ifade edebiliyorum.

Bu yol uzun bir süreç. Önceleri daha çok makale ve deneme yazıyordum. Has edebiyatla ilk tanışmam Bursa’da 2005 yılında katıldığım öykü ve yazın atölyesinde başladı. Beş yıl devam eden bir süreçti. Sonra yolum Notos atölyeyle kesişti. Böylece okuma ve yazma sürecim daha da hız kazandı. Yazılanlar muhatabıyla karşılaşırsa, bir de olumlu bir karşılık görürse insanın yazmaya hevesi iyice artıyor. En azından benim için öyleydi. Öykülerin bazıları dergilerde yayımlandı. Yazma cesaretim daha da arttı. Bir de ödül geldi. Bu süreç kulağıma yürümeye çalıştığım yolun doğru olduğunu fısıldıyordu. Derken metinler birikti, birikti sonunda bir kitap dosyası oluştu.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öykü ve yazın atölyeleri ülkemizde öyküye yönelimin artmasını sağlıyor. Belki de diğer ülkelerden daha fazla. Benim için de bu geçerli. Atölye sürecinde edebiyatı daha derinden tanıdıkça, roman, şiir, öykü ne demek öğrendikçe, öykünün rafine yanı beni çok etkiledi. Oldum olası sadeliğin büyük bir gücü olduğunu hatta bir şölen olduğunu düşünürüm. Üstelik öykünün güçlü yanı, öyle her şeyi açık etmeyen tarafını çok etkileyici bulurum. Kullanılan dilin imbikten süzülmüş inceliği ve sembolik yüklülüğü beni büyülüyor. Üstelik açık bırakılan son kapı, yazılmayan satır araları büyüyü arttırıyor. Kısıtlı alanda dünyalar kuran, karakterler yaratan, incecik bir sözle insanın içine lök gibi oturacak duygular oluşturan yapısı çok çarpıcı geliyor bana. Böyle öykü metinleri okumayı çok sevdiğim için öykü yazmayı da çok seviyorum. Ama hikâye kendini yazdırıyor nihayetinde. Daha uzun bir metne ihtiyacı olan hikâye, romana veya novellaya dönüşüyor. Öykü dili inceliğinde yazılmış bu yapıtları da okumayı çok seviyorum.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Yazma serüvenimin ilk yıllarında yayımlanan bir öykü ve roman dosyam var. Geriye dönüp baktığımda üstünde tekrar çalışmak istediğim noktalar taşıyor bu dosyalar. Bu sayede tecrübe ettiğim çok önemli nokta, yayınevi. İyi yayınevi iyi kitaplar yayımlıyor. Yayınevi iyi değilse iyi kitaplar arada kaynayıp gidiyor. Bu tecrübeden sonra bu öykü dosyasını yayımlamak için acele etmedim. Sürekli okumaya ve yazmaya devam ettim. Semih Hoca (Semih Gümüş) bir öykümü Notos dergide yayımladıktan sonra bir ileti yazmıştı bana. Sakın bırakma, bırakırsan düşersin, demişti. Zaten tutukuyla devam ettiğim yazma yolculuğu bu hevesle sürdü, gitti. Neredeyse beş yıldır biriken öyküler içinden seçtiklerim bu dosyayı oluşturdu. Yazdığımdan çok çok daha fazla elediğim var. Kötü yazarlar metinlerine kıyamaz, kötü metinler yazarlarına kıyarmış. Onun için her öyküyü epeyce ince bir elekten geçiriyorum. Öykülerimde, güçlü bir hikâye düşündükten sonra bunu iyi bir dille anlatmak ve sonunda unutulmaz iz bırakacak sarsıcı duygular oluşturmak istiyorum. Dosya içime sinen şekle gelince de Notos’ta yayımlanma şansı buldu. Aklım hep bu yayınevindeydi. Butik ve çok iyi kitapların çıktığı, dergisini baş tacı ettiğim yayınevi. Mutlu ve gururluyum.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet, tabii. Semih Gümüş. Edebiyatla ilgili ilk çalışmalara başladığımda edebiyat üstüne yazılan yazıları çok okurdum. Hâlâ da öyle. O zaman karşılıklı sohbet etme fırsatı bulduğum bir yazarla bu konuyu konuşuyorduk. Demişti ki, günümüzün yaşayan en büyük edebiyat eleştirmeni Semih Gümüş’tür, onu oku. Okudum, hem de satır satır. Aradan yıllar geçtikten sonra önce hocam, sonra editörüm oldu. Hayatımın en büyük şanslarından biri. Ona karşı saygım ve sevgim sonsuz.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Henüz çok yeni. Ama değişen bir şey olmayacak. Ben gene hekimlik yapmaya, okumaya ve yazmaya devam edeceğim.

Telif aldınız mı?

Evet aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Epey uzun bir süre. Sorunuzdan sonra baktım. N’den dergisinde 2007, Ihlamur’da 2009 Notos’ta 2018’de ilk öykülerim yayımlanmış. Sonrası da devam etti elbette. Yani neredeyse on beş yıldır öykü ve roman metinleriyle uğraşıyorum. Öncesinde daha çok deneme, makale ve köşe yazısı yazardım. Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde yayımlanan makalemin üstünden yirmi beş yıl geçmiş.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Birden fazla işi olanlara karşı genellikle yaptığı işi layıkıyla yapamayacağına dair bir ön yargı var. Bazen bu düşüncenin ağırlığını üstümde hissediyorum. Hekimlik gibi önemli bir iş bir yanda edebiyat tutkusu öbür yanda. Bunca yıldan sonra anladım ki ikisi de hayatımda olacak. İkisine de yetecek enerjim var. Sanırım çevremdekiler de bunu anladılar. Diyorum ki, düşünün, en verimli olduğunuz zaman hangisi. Bomboş geçen ve bugün yaparım, yarın yaparım diye ertelenen tatil zamanları mı, yoksa çalışma zamanları mı. Hem pirimiz Çehov da doktor. Ne demiş, “Tıp benim nikâhlı karım, edebiyat metresim. Birine kızarsam geceyi öbürüyle geçiriyorum. Bu durumdan ikisinin de kaybettiği bir şey yok.”

Peki, bundan sonra?

Taslak halinde yazıp bitirdiğim bir roman dosyam var. Şimdi onun ince işçiliğine başladım. Arada gene öykü yazarım diye düşünüyorum. Zaten kenarda bekleyen epeyce öykü var. Belki bir dosya daha olur. Yani sırada bir roman bir öykü dosyası daha var.