Milan Kundera tarihin bizi tanıyacak ve bizimle ilgili bilgi verecek bir otorite olarak güvenilir olmadığını ifade eder ve tarihin karşısına roman tarihini koyar:
“İnsanlık tarihinin insana ait olmamasına, insanın etkisini geçersizleştiren bir yabancı güç olarak kendini insana zorla kabul ettirmesine karşın, roman tarihi, insanın özgürlüğünden tam anlamıyla kişisel yaratılarından, seçimlerinden doğmuştur… Bir sanatın tarihi, kişisel (öznel) niteliğiyle, insanlık tarihinin kişiliksizliği (nesnelliği) karşısında insanın intikamıdır.” (Milan Kundera, s. 26)
Bu noktadan baktığımızda Seneler, okur için çok kıymetli bir toplumsal bellek arşividir. Annie Ernaux, kitabında 1940’ların sonralarından başlayarak 2000’li yıllara kadar olan süreçte Fransa’nın değişim ve dönüşümünü anlatmaktadır.

Annie Ernaux, metinde trajedi ve melankoliden uzak, yer yer mizahi bir dille, gerçeğin hüzünlü bir aktarımını sunar. Ben diliyle yazmadığı, tarihsel olayları ve kişisel anılarını üçüncü bir kişinin ağzından aktardığı ve bunu yabancılaştırma etkisini güçlü kılmak adına yaptığı için Seneler’e modern otobiyografi diyebiliriz. Bu yabancılaştırma etkisi yazara kurgusal bir yaşam ya da yaşam içerisinde çoklu kurgular oluşturma özgürlüğü vermektedir. Kitapta, tarihsel akışı ve bu akış içerisinde kendi yaşantısının gelişimini fotoğraflar videolar, günlükler ve bu araçların kaydedildikleri tarihler üzerinden takip ediyoruz:
“Siyah beyaz bir fotoğrafta, iki yanı ağaçlı dar bir yolda, omuz omuza iki kız, ikisinin de kolları arkalarında. Fonda çalılar ve yüksek tuğla bir duvar, gökyüzünde iri beyaz bulutlar. Fotoğrafın arkasında: Temmuz 1955, Saint Michel yatılı okulunun bahçesinde. Soldaki daha uzun boylu olan kız sarışın, saçları dağınık ve kısa, üzerinde açık renk bir elbise ve soket çoraplar var, yüzü gölgede kalmış. Sağdaki esmer, kısa ve kıvırcık saçlı, dolgun yüzlü, gözlüklü, geniş alnına ışık vurmuş, üzerinde kısa kollu, koyu renk bir kazak, puantiye bir etek var.” (Annie Ernaux, s. 50-51)
Yazar kendi fotoğraflarını görsel olarak koymak yerine onları tasvir ederek açıklayan “ekhprasis” yöntemini kullanmıştır. Bu sayede kendi hayatının bir gözlemcisi olabiliyor, kendine ayna tutarken bize de kendi kuşağının tarihini anlatıyor. Annie Ernaux’nun amacı kendini ölümünden sonra hatırlatmak değil; kolektif yaşanmışlıkları gelecek nesillere aktarmaktır:
“Kitabın biçimi demek ki ancak hafızasındaki görüntülere bata çıka ortaya çıkacak, böylece bir dönemin bir senenin kendine has alametlerini olabildiğince kesine yakın bir şekilde ayrıntılarıyla gözden geçirebilecek, yavaş yavaş onları diğerlerine bağlayacak, havada yüzen konuşmalar yığının içinden çekip çıkardığı sözleri, insanların sohbetlerini, olaylar ve nesneler hakkındaki yorumları, ne olduğumuz ve ne olmamız, ne düşünmemiz ve neye inanmamız, neden korkmamız ve neyi ümit etmemiz gerektiğine dair sonu gelmez ifadeleri taşıyan o kesintisiz uğultuyu yeniden zihninde duymaya gayret edecek… bireysel bir hafızanın içinde kolektif hafızanın hafızasına yeniden kavuşarak tarihin yaşanmış boyutunu teslim edecek.” (Annie Ernaux, s. 221-22)
Yazarın doğaçlama yazımı özellikle başlangıçta yoğun kullandığını ve kitabın genelinde de siyasi, kültürel ve tarihsel referanslara, kişilere ve olaylara sıklıkla yer verdiğini söyleyebiliriz ama bu doğaçlama referanslar naif bir hayatın kesitleriyle iç içe verilince sıkıcı olmaktan çıkıyor. Okur olarak keyifle içselleştirdiğim noktalardan birisi, benliğimizi oluşturan kimliğimizin siyasi olaylardan, tüketim nesnelerinden, mekanlardan ve bunların dönüştürücü etkisinden ayrı düşünülemeyeceğinin vurgulanmasıydı. Kitabı okuduktan sonra, toplumsal olayların birey üzerindeki etkisi anlamında ilk aklıma gelen, pandemi sürecinde yasaklarla oluşturulan, yeni normal adı altında sunulan toplumsal düzenlemelerin birey olarak bizler üzerindeki psikolojik ve sosyolojik etkileriydi. Etrafımızdaki pek çok insan sahip olduklarını kaybetme ve ölüm korkusuna yoğunlaşıp bireysel anlamda yaşadıklarını, yaratıcılığı ve üretimi yok eden sıkıştırılma ve izole olma durumunu yok saymışlardır.

2. Dünya Savaşı sonrası üretim ve tüketimin kısıtlı olduğu günlerden başlayan kitapta, Fransa’nın sosyokültürel ve siyasi evriminde toplumun giderek tüketim nesnelerine daha çok önem verdiği; evliliklerin materyalizmin hakim olduğu kısır anlaşmalara dönüştüğü; tarihsel ve toplumsal bilincin giderek zihinlerden silindiği; sınıfsal farklılıkların edinilen mallarla ortadan kaldırılacağı; liberalizmin özgürlükle eşdeğer olduğu yani parasıyla modern olabilenin özgür olacağı inancının güçlendiği bir topluma dönüştüğü ironik ve cesur bir dille aktarılmıştır:
“Varoluşumuzun ufku ilerlemeydi. İlerleme refah anlamına geliyordu… ilerleme plastikte ve formikadaydı, antibiyotiklerde ve sosyal sigorta ödeneklerinde, mutfak musluğunda akan suda ve kanalizasyondaydı; tatil kamplarında, yüksek öğrenimde ve atomdaydı.” (Annie Ernaux, s. 41)
60’ların başında yaşanan Fransa-Cezayir savaşı, 1968 1 Mayıs olayları, De Gaulle’ün baskıcı rejimi, 80’lerde Mitterand’ın seçilmesi, Berlin duvarının yıkılması, Rusya’da komünist rejimin sona ermesi, göçmenlik sorunları, 90’lardan itibaren teknolojinin, ticaretin ve alışverişin bütün değerlerin tanımını değiştirmesi, serbest piyasa ekonomisinin insanlarda hayal kırıklığı ve yaşam zorluğu yaratan gelişimi, neo-feodalist yapılanmalar yazarın tarihsel anlamda vurguladığı önemli siyasi ve politik gelişmeler arasında.
Annie Ernaux, aktardığı sosyoekonomik, siyasi ve kültürel gelişmelere paralel olarak, kendisinin ve içinde bulunduğu kuşağın bu dönüşümlere olan tepkisini de aktarmaktadır. “Doğum, düğün, cenaze haricinde hiçbir şahsi olayın meydana gelmediği, askerlik için uzak bir şehirdeki kışlaya gitmek dışında kimsenin seyahat etmediği hikayeler, çalışmaktan ibaret varoluşlar, çalışmanın ağırlığı ve yıpratıcılığıyla, içkinin harabiyetiyle geçip giden ömürler” (Annie Ernaux, s. 27) olarak tasvir ettiği taşrada ergen olmamın zorluğunu derinden yaşamıştır. Üniversitede edebiyat eğitimi alması; Beauvoir, Sartre, Shakespeare, Kant, Kafka, Woolf, Varda gibi edebiyat, sanat ve felsefe alanında önemli isimlerden beslenmesi; siyasi ve politik gelişmeler Annie’nin düşünsel evrimimin içinde bulunduğu sosyo kültürel çevrenin ilerisinde olmasını sağlamıştır. Ama aynı zamanda bu farkındalık ona sürekli kendisinin bir kadın olarak ne olduğunu sorgulamasına ve dayatılan tanımlardan tatmin olmamasına sebep olmuştur.
Yazar, kendi çelişkilerini aktarırken aslında dünyanın her yerindeki kadınların iç sesini yansıtır. Toplumsal modernleşmeye, kadının eğitim ve ekonomik durumunun iyileşmesine rağmen toplumda var olan cinsiyetçi ve muhafazakâr bakış açısı pek de değişmemiştir. Fransa’da 70’lerde edinilen Kürtaj olma hakkı dünyanın bazı yerlerinde hâlâ yasaktır. Kadınlar, bireyi tektipleştiren toplumsal ilişkiler ağının küçük bir prototipi olan evliliklerde sıkışmışlardır. Kadının yaratıcılığı ev, iş, alışveriş, çocuk bakımı mesailerinde sönümlenmektedir. Üniversite yıllarında bağımsız bir zihne sahip olduğuna inanan Annie Ernaux daha sonra günlüğünden şu alıntıyı yapmaktadır: “Artık hiçbir fikre sahip değilim. Hayatımı açıklamaya çalışmayı bıraktım ve tam bir küçük burjuva oldum çıktım.” (Annie Ernaux, s. 93)
Kendisini evlilik ve aile hayatının dışına çıkarabildiği 80’lerde yeni bir döneme geçmiştir. Ancak, 80’lerden sonra, bireyselliğini ve düşüncelerini korumaya çalışırken, teknolojinin ve tüketim endüstrisinin hızla ve kol kola ilerlemesiyle ortaya çıkan yeni toplumsal düzen anlayışının dışında kalır: “Hatırlama ve unutma işlemi medya araçlarının elindeydi… Zamanı yéyé yılları, hippi yılları ya da AİDS yılları diye parçalıyor, insanları kuşaklara bölüyorlardı, de Gaulle kuşağı, Mitterrand kuşağı, 68’liler, baby boomer kuşağı, dijital kuşak… hepsine ve hiçbirine aittik. Bizim kendi senelerimiz yoktu onların arasında.” (Annie Ernaux, s. 208)

Benliğimizin oluşumunda bizim dışımızda akan zamanı kaydeden anıların etkisi çok büyüktür. Ama bu anılarla ilgili görüntüler yazarın da belirttiği gibi yok olup gider ve geçmiş her seferinde değiştirerek anlattığımız hikayelerden ibaret olur. Bu yüzden Annie Ernaux, belleğin zamanın akışına karşı yenik düşmemesi için yazmayı en iyi hatırlatma organı olarak sunmuştur. Bir kuşağın yaşadığı ortak tarihsel olaylarla birlikte öznel deneyimlerini aktarabilmek politik bir duruştur. Yazarın 1960’larda, Fransa’da gebeliğin sonlanmasının yasak olduğu bir dönemde kadınların yaşadığı mücadeleyi anlatan bir diğer kitabı Kürtaj Audrey Diwan tarafından sinemaya uyarlanmış ve 2021 yılında Happening adıyla gösterime girmiştir.
Züleyha Çelik
Kaynakça
Annie Arnaux, Seneler, Can Yayınları, 2022.
Milan Kundera, Saptırılmış Vasiyetler, Can Yayınları, 2018.
👏🏼