Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Aslında ilk yazma denemelerimi yaptığım günler çok daha eskilerde kaldı ama ben sizi o kadar geriye götürüp sıkmak istemem. Daha yakın bir tarihten, üç yıl öncesinden başlayacağım. Notos Atölye’ye kayıt olduğum bir Eylül gününden. Kayıt olurken elbette bir kitabın hayalini kuruyordum. Daha birinci derste bu hayalimi bir süre rafa kaldırmam gerektiğini hemen anladım. Meğer ne kadar az öykü okumuşum. İyi bir öykü kitabı yazmak için iyi öykü kitaplarının içinden geçmem gerektiğini fark ettim. Tabiri caizse hunharca okumaya başladım. Bu ilk yıl Carver, Salinger, Rothman, Hemingway, Constantine, Saroyan, Ferit Edgü, Barış Bıçakcı ve Yüzkitap’ın bütün çağdaş öykü kitaplarını yaladım yuttum. İlk başlarda bu okumalar asla böyle yazamayacaksın o zaman neden yazıyorsun duygusunu uyandırsa da bunun da bir süreç olduğunu, yazmayı ve okumayı sürdürdükçe bunun da zamanla geçtiğini gördüm. İkinci yılın sonuna doğru öykülerim gün yüzüne çıkabilecek hale gelmeye başladı. Çeşmeden artık daha az bulanık bir su akıyordu. Üçüncü yıl öykülerimi artık çöpe atmıyor bir dosyada biriktiriyordum. İşte şimdi bir kitap hayal edebilirdim. Bundan sonrası daha keyifli geçti. Öykülerim yayımlanmaya, okuyanlar da beğenmeye başladı. Ben de dosyamı şekillendirmeye başladım.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öykü o kadar hayatın içinden bir şey ki. Hepimiz hikâye anlatmayı da dinlemeyi de seviyoruz. Aslında hepimiz birer öykücüyüz desem çok da abartmış olmam sanırım. Kahve falı da buna iyi bir örnek değil mi. Falı bakan kişi size hemen oracıkta bir öykü kurmaz mı. Merakla dinlersiniz, sizin için nasıl bir gelecek kurgulamıştır acaba. Renkli gözlü birinden bir haber vardır, uzun bir yola gideceksinizdir ya da kasabaya bir yabancı gelmiştir. Geleceği merak ediyoruz. Öteki insanları merak ediyoruz. Nasıl başardıklarını hatta nasıl başaramadıklarını. Bize ne kadar benzediklerini ya da bize neden hiç benzemediklerini. Hikâyelerini duymak istiyoruz, dinlerken de içinde kendimizden izler arıyoruz. Ben de merak ediyorum. En çok da bana benzemeyen kadınları. Başka türlü bir kadın olmak nasıl olurdu. Merak ediyorum, merak ettiğim bu hayatları kurguluyorum ve öykü bunları anlatmak için harika bir alan.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Öykü yazan herkes Notos’u tanır, Notos da öykü yazanları tanır, değer verir, destekler. Karşılıklıdır yani. Türkiye’de öykünün daha çok okunup yazılmasında büyük emekleri vardır. Ben de öykücülüğümü Notos’a borçluyum. Dosyamı başka bir yere göndermeyi düşünmedim bile. Ne mutlu bana ki onlar da yayımlamaya değer buldular.

Deniz Eldam

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yol göstericilerim hep oldu. Yazmak yalnız yapılan bir eylem ve ben yalnızlığı çok becerebilen biri değilim. Beraber yürüyeceğim rehber ve yoldaşlara hep ihtiyaç duyarım, atölyeler bu rehberliği ve yoldaşlığı bulduğum yerler oldu. Başta Semih Gümüş olmak üzere Onur Orhan, Irmak Zileli rehberlerim. Başak Arslan, Meral Adalı yoldaşlarım oldu. Hepsine minnettarım. Katkıları büyük.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Hayatımda pek bir şey değiştiğini söyleyemeyeceğim ama sosyal medyamda çok şey değişti : ) Her gün görmemişler gibi kitabımı alanları, okuyanları paylaşıyorum. Bu beni biraz utandırsa da yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Evde ütüler hâlâ birikiyor, bugün ne pişireceğim derdi sürüyor. Kitabımın çıkmış olması günlük rutinleri pek değiştirmiyor ama sosyal medyada iki başlı kadınımın olduğu kırmızı kapağımı görmek bana mutluluk veriyor. Kendimi sık sık ıslık çalarken yakalıyorum. Bulaşıkları yıkarken, evi süpürürken… Bazen şapşal şapşal gülümsediğim bile oluyor.

Telif aldınız mı?

Evet aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Geçtiğimiz iki yıl boyunca mutfakta epeyce zaman geçirdim. İlk pişirdiklerim masaya konacak kadar iyi olmadıysa da ilerleyen zamanlarda çeşitli dergiler öykülerime yer verdi. Yukarıda söylediğim gibi yazmak yalnız yapılan bir eylem, bu yalnızlık bazen pes etme noktasına getiriyor insanı. Böyle zamanlarda sizinle bu yolda yürüyen arkadaşlar ve öykülerinizi yayımlayan dergiler imdada yetişiyor. Doğru yoldasın devam et, diyor yayımlanan bir öykünüz. Cılız bir alkış, sırta vurulan küçük bir pat pat. Hayalinize giden yolda güç veren bir motivasyon oluyor bu tür okurla buluşmalar. Edebiyat dergileri iyi ki var. Gerçi dergiler için son zamanlarda var olmak gittikçe zorlaşıyor. Bunun farkındayız ve elimizden ne gelirse yapmaya hazırız.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Üç yıldır yaptığım çalışmalar zaten bu konuda ne kadar ciddi olduğumu ispatlayacak cinstendi. Özellikle sevgili eşim benden çok çekti, bütün kötü öykülerime maruz kaldı. Bazen hâlâ nasıl bütün o saçmalıkları okuyup sonrasında, Olsun bu akşam da kahvaltı yaparız, sorun değil, dediğine inanamıyorum. Kitabımın çıktığını duyan akrabalarımdan bazıları, Hayatını mı yazdın, diye soruyorlar, sanırım bunu soracak birileri hep olacak.

Peki, bundan sonra?

Bundan sonra daha çok çalışmak lazım, birinci kitap zordu ama ikincisi daha zor.