“İnsan içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak için yazar. Hayat beni yok etmeye başladığında nefes alabileceğim bir iklime, hüküm sürebileceğim bir yurda, kendimi yenileyebileceğim bir ortama gereksinimim vardı. İşte, sanırım her türlü sanat eserini doğuran neden de budur.”
Anais Nin

Latife Tekin’in Zamansız kitabı, gündelik hayatımızın tecrit edildiği, eylemsizliğin ve kapanmanın verdiği kaybolmuşluk ve şaşkınlık hissinin hakim olduğu, çaresizliği ve kaybı derinden hissettiğimiz pandemi döneminde yazılmış bir metin.
Kendisiyle yaptığım bir saatlik sohbette Latife Tekin, ölümü en yakınında hissetmenin ve bunun karşısında eli kolu bağlı kalmanın kendisinde yarattığı yaşama tutunma, yaşam coşkusunu daha çok hissetme ve yeniden hayata katılma güdüsüyle bu kitabı yazdığını belirtti. Metnin doğada var olan akışla uyumlu olan yalın dili, kısa ama keskin cümleleri, klasik hikaye kurgusunun ötesinde birbirine geçmiş pek çok katmanları olan karakterleri ve bu karakterlerin cesurca ifade edilmiş ilişkileri, hayatı anlamlı kılan arzularımıza, tutkularımıza ve onları duyumsama yetimize tekrar tekrar sarılmamızı sağlıyor.
Kitabın ana karakterleri olan Beyaz Elbiseli Kadın, onun sevgilisi Benini, Yılan balığı ve Gelinciğin birbirlerine seslendikleri, düşünce ve duygularını şiirsel bir dille yani az kelime çok söylemle aktardıkları pek çok küçük parçadan oluşan bölümler bir bütün olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıda, Beyaz Elbiseli Kadın ve Benini’nin aşkı, bu aşkın dürtüsel tarafını besleyen bilinçaltındaki anne çocuk ilişkisi, aşkın doğasında var olan arzunun, tutkunun ve hazzın temsil edildiği yılan balığı ve gelincik ilişkisi ve bütün bunların kapsayıcısı olan doğa ve yabanıl hayatla olan özdeşleşme üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Beyaz Elbiseli Kadın ve Benini’nin bir araya gelişlerinin doğallığı çocukluğun saflığıyla ifade ediliyor:
“Birden hatırladım yine Benini, durup durup söylüyordum bunu sana, gerçekten de hiç öyle sevişme meraklısı değilimdir ben, her defasında dudağın inanmazlıkla büküldüğü için yüz ifaden zihnimde yer etmiş, çocuklar gibi oynaşmaya bayılıyorum, elleşip gülüşmeye, yitirilmiş mırıltıyla cıvıltıyla zevkli zevkli sayıklamak muradım.” (Tekin, s. 93)
“Bilinemez Bir Yakınlık İçin Dil Kurmak” üzere birbirlerine yazdıkları mektuplardan Benini’nin bir film çekmek üzere ayrıldığını öğreniyoruz. Aşkın tutkunun en yoğun olduğu anlarda, yakınlığın sıradanlaşması korkusu, o tutkunun sönümlenmesi korkusu, ayrılık ve özlem duygusu… İnsanın, böylesine yoğun duygular yaşadığı durumlarda parçalanması ve bazı parçaların geçmişe ait imgeleri ve imajları yansıtması kaçınılmazdır.
Bu noktada yazar psikoanalitik bir bakış açısıyla anne çocuk ilişkisine dönmüştür:
“Meme uçlarımda dişlerinin kestiği süt sızısıyla yaşlandım bir anda soğuya tenim benim uzak bedenim nane şekeri gibi ağız yakıcı oğlum ah ve kızımın gözlerimin içine dalan acı gülüşüyle hiçbir şeyden ürkmedim onun yanağıma damlayan bakışlarından ürktüğüm kadar dünyada sen benimle Fransız öpücüğünü denemek istediğinde çok uykuluydum bitaneciğim rüya tadında ıslak imgesi kalmış aranan çocuk dilinin damağımda kalp çarpıntısıyla fışkıran pembe imgesi oğlum genzime akan nane kokusundan mührün var damağımda” (Tekin, s. 17)
Yeni doğan bebek, annesi ile arasındaki ahenkli ve bütünleştirici ilişkiden dolayı anneyi bir arzu nesnesi olarak görür. Anne sadece besleyen ve koruyan değil, aynı zamanda hazzın kaynağıdır; özellikle erkek çocuğun emme sırasında aldığı haz yetişkinlikte deneyimlediği cinsel hazza eşdeğerdir. Memeden ayrılmak erkek çocuğunun ilk tragedyasıdır. Anne de emzirme sürecinde bebeğe erotik bir nesne olarak davranıp bebeğin kendisini tamamladığı düşünür. (Ar, 2014)

Aynı şekilde Wilhelm Genazino, Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitabında Gerhard adlı karakteri üzerinden anne çocuk ilişkisinin bireyin ilk cinsel çağrışımlarını nasıl beslediğini, anne ile olan bu bağın koparılmasının benlik oluşumunu nasıl olumsuz etkilediğini vurgulamıştır:
“Annem göğüsleri için sadece bana sınırsız izin verirdi. Akşamları televizyon izlerken akşamın tatsızlığı veya kendi ağzımın tatsızlığı çekilmez hale gelince, yanağımı göğsünün başladığı yere dayamama ses çıkarmazdı. Hatta elimin birini göğsünün üzerine koyar ve öyle uyurdum” (Genazino, s. 81)
Metindeki anne-bebek ilişkisinde, annenin kızını korkusuzluk ve özgürlükle, oğlunu arzuların ve tutkuların beslediği aşkla betimlemesinin toplumsal kodlarla bastırılan cinselliğin fark edilmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz ki kadının önce kendine ve bedenine dair algısı; annelik, kız kardeşlik ve “birinin kızı” etiketlerinden bağımsız, arzularıyla tutkularıyla var olan bir beden algısının farkındalığını, öz değerini ve diğer insanlarla olan ilişkisini anlamlı kılacaktır. Ve bu algı aslında doğduğumuz andan itibaren doğal dürtülerimizle ortaya koyulmaktadır:
“ölüm korkusu yok kızımda o rüyadan hayal ışığından ateşleri harlayan rüzgardan yapılmış ama ben ve sen kalbimin tatlı ürpertisi oğlum ateşi köze çevirip söndüren topraktan yapılmışız” (Tekin, s. 33)
İki kişi arasındaki aşkın yarattığı şehvet ve tutku, cesurca ve bildiğimiz edebi betimlemeleri altüst eden masalsı bir anlatımla Yılan balığı ve Gelincik ilişkisinde temsil ediliyor. Metinde, Yılan balığının ve Gelinciğin gölde buluştuğu ve birbirlerinin canını yakarcasına tutkuyla ilişkiye girdikleri anlarda türler arası bir temas, iç içe geçmiş bir birliğin sağlandığını görebiliyoruz:
“Aşkın pek çocuksu şaşkın Gelinciğim, kuyruğundan cin kulaklarına kadar yakabilirim seni; yüksek gerilim salan kaslara dönüşmüş elektrik organlarıyla kaplı bedenim benim, kavrulup kömür olmadan koru kendini, bak uzun tırnaklarıma yürüyor elektrik, canını acıtmak istemiyorum.
Kulaklarımın hizasından ayak parmaklarımın alt pembe derisine kadar sağ ve sol ince meridyenlerim boyunca çarpıldım bin noktadan, inleyerek kanamaya başladım orta kalbimden, içe doğru sızlıyorum hâlâ, sızlayışım yanmaya çalıyor gözlerim açılıp kapandıkça.” (Tekin, s. 19)
Yılan balığı ve gelincik ilişkisinde beni en çok etkileyen cinsiyet üzerinden şekillenen beden imajının yıkılması ve cinsiyetten bağımsız gelişen tutkunun ve şehvetin yoğunluğunun gelgitlere, geri çekilmelere sebep olmasıydı. Yazar, bu sıra dışı kurgusunda sevişmenin doyuma ulaştırılıp arzunun sönümlenmesine izin vermemiş, doğanın ve insanın karşılıklı etkileşimine tanıklık eden bir anlatıya dönüştürmüştür:
“Sanki dağdan kopup göle yuvarlanan bir taşın sivri ucuyla yaralandım göğsümden, beni sonsuza dek acıtacakmışsın gibi titreyip gıcırdadı kamışlar, sazlığın rüzgarıyla tepelerin ardına çekildi dolunay.” (Tekin, s. 19)

Bu benzersiz ilişki, akıllara Ali Abbasi’nin, John Ajvide Lindqvist’in aynı adlı kısa hikayesinden uyarladığı Sınır (Border/Grans, 2018) filmini getiriyor. Film, kahramanlarımız Tina ve Vore’nin dış görünüşlerinden dolayı ötekileştirildikleri insanların dünyasında birbirlerini bulmaları ve doğayla iç içe yaşadıkları o cinsel deneyimde kendilerini keşfetmelerini anlatıyor. Hikayede eril olan kadın bedeninde, dişil olan erkek bedeninde yaşam sürmektedir. Sevginin, aşkın ve tutkunun bedenden ve cinsiyetten bağımsız var olabileceğini içselleştiren bir hazzın doruklarında gezindiriyor bizi yazarlar.
Kitabın, yukarıda da belirttiğim gibi, hayatımızın lineer akışını parçalayan, sekteye uğratan bir pandemi sürecinde yazılmasından, olayların sadece şimdi, geçmiş ya da gelecekle sınırlandırılmamasından ve okur olarak kitabı bir seferde değil de uzun aralıklarla sindirerek okuma sürecimden dolayı zamansız bir deneyimin ürününü yansıttığını düşünüyorum. Zamansız, aşkın yenileyen gücüyle doğanın kendisini yenileyen döngüsü arasında özdeşlik kurabilen bir kitap. Her anlamda çaresiz hissettiğimiz, kolumuzun kanadımızın kırıldığı bir dönemde özümüzü doğduğumuz, var olduğumuz doğaya dönerek aşkın iyileştirici gücüne sarılmamızı salık veren bir metin:
“Bir dil kurmalıyız, sadece aşık olmak için değil yaşamak için de, sevişmek için de, dolunayı izlemek, parmaklarımızla dişlerimizi sökmek için de.” (Tekin, s. 94)
Züleyha Çelik
Kaynakça
Latife Tekin, Zamansız, Can Yayınları, 2022.
Anais Nin, Yeni Duyarlılık – Kadına ve Erkeğe Dair, AFA Yayınları, 1991.
Wilhelm Genazino, Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, Ayrıntı Yayınları, 2021.
Yağmur Ar, Fallus ve Kastrasyon Kavramları Çerçevesinde Bir Anne-Oğul İlişkisi: “Kevin Hakkında Konuşmalıyız”, AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2014, 1(1), s. 60-68.