Kaydını bulmak mümkün olmadı, muhtemelen bir şehir efsanesidir: Ege üzerindeki Türk-Yunan ihtilafının her zamanki gibi kızıştığı dönemlerin birinde, dönemin başbakanı Demirel’in kendisine yöneltilen “Yunanistan tarafının Ege’nin bir Yunan gölü olduğu iddiası hakkında ne düşündüğü” sorusunu o her zamanki pratik pragmatizmiyle “Ege bir Türk gölü değildir, Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl değildir” diye cevapladığı söylenir.
Yine o dönemlerin birindeyiz. Yunanistan’ın uzun süredir Ege adalarını silahlandırması Türk tarafında endişelere neden olurken, Türkiye’nin Ege turizmini canlandırma kampanyasının adını “Turkaegean” (Türk Egesi) koyması Yunanistan’ı kızdırdı. “Mavi Vatan” konseptinin Yunanistan’da Türkiye’den daha büyük ilgi (ve endişe) ile izlendiği de zaten biliniyor, karşılıklı navtex ilanları sürüyor, kerameti kendinden menkul bazı twitter stratejistleri “Midilli’de Cuma namazı” çağrıları yapıyor, vesaire.
Adı bir savaş ihtimaliyle anılsın ya da anılmasın, deniz zaten kendi başına korkutucudur. Değişkenliği, bilinmezliği insanı çileden çıkartır. Kulağa çelişkili gelebilecek olsa da, deniz manzarasının huzur verici olmasının arkasında bile onun bu korkutucu doğası yatıyor olabilir. Potansiyel düşmanı gözetim altında tutmanın keyfi, “bakışın iktidarı” söz konusudur çünkü belki de. Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i ile Melville’in Moby Dick’i, hatta Spielberg’ün Jaws’ı bambaşka kanallardan, bambaşka duygulanımlar üretseler de işte bu aynı korkudan yola çıkarlar.

Jaws’ı izlemişsinizdir. Kimbilir belki romanını bile okumuşsunuzdur. İzlemediyseniz de dev bir köpekbalığıyla mücadele hikayesi olduğunu bilirsiniz en azından. Şunu kaçırmış ya da anımsamıyor olabilirsiniz lakin: Felsefi bir alegoridir aslında Jaws. Yazarının yayınlanmadan önce roman için düşündüğü isimler arasında “Leviathan Yükseliyor” ve “Leviathan’ın Çeneleri” gibi Hobbes göndermeli alternatiflerin de yer almasından bellidir bu zaten.
Filmde Amerikan Bağımsızlık Günü olan 4 Temmuz kutlamalarının arifesinde, Amity (Türkçesiyle “dostanelik”, “iyi münasebet”) adlı kurgusal bir adada yaşanan köpekbalığı paniği anlatılır. Adadaki barışı tehdit eden bu canavarı avlamak üzere üç kişi öne çıkar: Eski kafa bir köpekbalığı avcısı, genç bir oşinograf ve bir polis. Yani gelenek, bilim ve kamu otoritesinin temsilcileri. İnsanlar arası kardeşliği tehdit eden doğa durumu ile yaşanan ölümcül mücadele sonucunda “gelenek” ve “bilim” hayatını kaybedecek, canavarın sonunu polis kurşunu getirecektir. İnsanlar arası dostluk ve ulusun dirliği ancak devletin zor gücü sayesinde sürdürülebilir, der Jaws bize.
Psikanalitik bir sembolizm üzerinden bakılırsa (Goya’dan hareketle, canavarları üreten zemin “aklın uykusu” ise) Jaws’ı üreten deniz de (kolektif) bilinçaltını temsil eder denebilir. Nobel ödüllü Derek Walcott’un meşhur “Deniz Tarihtir” şiirinde önerdiği gibi, bugün hiçbir anıtla yeryüzüne sabitlenmediyse bile geçmiş asla ölmez, denizin dibindeki batıklarda saklı kalır, korunur, her an yüzeye çıkabilir, çıkarılabilir. “Denizden babam çıksa yerim” vecizesi dahi aynı bilinçaltının muzip bir dışavurumudur belki de: Bastırılmış olanın geri dönüşü ve baba katlinin Akdeniz keyifçiliğinde ifade bulması.
Ege’yle başlayıp Akdeniz’e bağlamayı nihayet başardık, köpekbalığı düğümünü de çözelim. Geçtiğimiz hafta Marmaris’te bir grup dayının çekpasla köpek balığı dövdüğü haberinin üzerinden çok geçmemişti ki, balığın meğerse zargana olduğu ortaya çıktı. Haberde balığın cinsinden daha dikkat çekici olan unsur, çıplak dayıların primitif deniz piyadeleri gibi çekpasla teçhiz edilmiş hâlde olmasıydı elbette.
“Bana paspasla adam öldürttünüz” sahnesini anımsatan bu trajikomik seferberlik psikolojisinin sebebi neydi peki?
Deniz tarihi saklıyorsa, bu yönüyle kolektif bilinçaltıysa eğer, yüz yıl önce “bastırılmış olan”ın, yani “denize dökülmüş Yunan’ın” geri dönmesi korkusu olabilir sanki bu sebep. Bilinçaltları denizin altına gömülmüş düşman imgeleriyle yüklü olan zavallı insanlar, Marmaris gibi bir cennet parçasında denizin ve güneşin, ve aynı zamanda “dostaneliğin / iyi münasebetin” keyfini çıkarmak varken görünmez bir düşmanın kafasına çekpas indirmeye hazır hâlde tetikte bekliyordu. Denizin altına bakmaktan korkmamaları yeterliydi oysa. Baksalardı Jaws’ın sadece bir film, üstelik ideolojik muhtevası dev bir köpekbalığından daha tehlikeli bir film olduğunu göreceklerdi. Ege’nin Amerika olmadığını, bu coğrafyada köpekbalığına benzeyen bir şeyin muhtemelen zargana, düşmana benzeyen şeyin muhtemelen dost olduğunu. Binaenaleyh, bakmasını bilene Ege’nin bir barış denizi olduğunu.
Hakan Sipahioğlu
Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü Yunanistan’da geçireceğinden yazılarına bir süre ara verecektir.