Beyaz TV’deki cin çıkarma seansını izlemeyen kalmamıştır diye umuyorum. Zira müthişti.

Tamam kabul ediyorum, sahnelenişi açısından mükemmel olduğu söylenemezdi. “Kulyas’a karşı! Zuzula’ya karşı!” gibi yükselişler tüylerimizi hafiften ürpertmedi değil tabii ama daha etkileyici bir performans elbette ortaya konabilirdi.

“Müthişti” diyorum, çünkü bir endüstri mühendisi olarak benim ilgimi çeken öncelikle iş sürecine getirilen yenilikçi yaklaşım oldu. Normalde “Kırk kâğıda yazdığın kırk duayı kırk ayrı ocakta yak, küllerini bir suya karıştırıp kırk sabah iç” gibi uzun ve meşakkatli yöntemler önerdiğini bildiğimiz cinci esnafının “Cin çıkarma makinesi ayağınıza geldi, beş dakikada çıkarılır, hemen teslim edilir” felsefesine geçtiğini gözlemlemek hoş bir sürpriz oldu açıkçası.

Bir de ne zamandır dikkatimi çeken bir hususu hatırladım yine: Anadolu’da cinlerle kurduğumuz ilişkinin tamamen negatif, adlarını bile anmaya gelmeyecek denli dehşetle dolu oluşu. Burada kaşınacak bir şeyler olsa gerek. Mesela Müslüman halkımızın inancına göre aslında gayet iyi, alnı secde gören, hizmet aşkıyla yanıp tutuşan cinler de mevcuttur, buna rağmen dinleyeceğiniz hiçbir hikâyede bu tür cinlere rastlamazsınız. Sanki cinler aleminde de eski Türkiye’ye benzer bir siyasi tablo hâkimmiş de iktidarı elinde tutan elitist ve seküler bir cin taifesi mazlum Müslüman cinlerin etkin pozisyonlara gelmesine engel oluyor gibidir. Oysa bir fantastik kurmaca öğesi olarak Batı’ya da ödünç verdiğimiz cinler orada şişelerden, lambalardan çıkıp çeşitli dilek hakları sunmalarıyla bilinir daha çok – Bin Bir Gece Masalları’ndaki “Alaaddin’in Sihirli Lambası”ndaki motifi bire bir tekrar ederek. Arap coğrafyasından Batı’ya kadar her yerde iyi cinlere rastlanırken Anadolu’daki bütün cinlerin şeytani olması herhalde sadece tesadüfle açıklanamaz.

Yine de, şeytani meytani demeksizin bu cinlerden faydalanma arzusu halkımızı içten içe dürter durur. Hz. Süleyman’ın vaktiyle cinleri inşaatta çalıştırmış olması sanırım bu konunun hukuki dayanağını oluşturur. “Cinleri varmış” diye fısıltıyla bahsedilen insanlardan korkmakla beraber, biraz gıpta da ederiz. Madem ki lambadan çıkacak iyi cin yoktur, olanla idare etmek mazur görülebilir bir hâle bürünür. Zaten Müslüman cin neticede din kardeşi olduğundan ağır işe koşturmak, hakkına hukukuna girmek, gaipten haber getirmek gibi itikadıyla bağdaşmayacak görevler vermek mümkün olmayacaktır. Oysa kötü bir cin zaten sabıkasından dolayı iş verilmeyen kader mahkumları gibi “o yolun yolcusu” olmuştur, zaten “aşağı” bir varlıktır, hasımların üzerine gönül rahatlığıyla salınabilir. Doğasında günah işe en uygun kişi yine günahkâr olandır, Kanal 7 dizilerinde kötü kadın karakterleri de zaten bu yüzden tesettürsüzlere oynatılır.

Bilenler bilir, cin “görünmez” demektir aslında. “Cennet” de aynı kökten gelir. “Gayb” alemi konusunda şüpheci olduğu söylenebilecek İhsan Eliaçık gibi kimi “aykırı” ilahiyat yorumcuları buna dayanarak “cin” ile kast edilenin metafizik varlıklar olduğu düşüncesini reddederler. Bunun yerine kelimenin dümdüz anlamıyla görünmeyen maddi nesnelerin (sözgelimi mikropların, yabancıların vs.) kast edildiğini savunurlar.

“Cin”i bu geniş anlamıyla ele alıp yukarıdaki bağlamla beraber okursak, Ankara’daki Afrika restoranına yapılan operasyonun da bir “cin çıkarma” seansı olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Benzerlik gerçekten şaşırtıcı boyutlarda.

Bir “sessiz istila” ile ülkemize musallat olmuş, ne idüğü belirsiz “aşağı” varlıklara karşı bir güç şovu.

Cinci hanımefendinin “Kulyas’a karşı! Zuzula’ya karşı!” diye isim isim saydığı cin kabileleri kadar yabancı, hiç de buralı tınlamayan bir SAAB tabelası.

Bize “şeytaniliği” hatırlatan sarı-kırmızı-yeşil renklerin ilahi ışığın rengi beyazla etkisiz hâle getirilmesi.

Normalde uzun hukuki, bürokratik süreçlerle halledilmesi gereken bir işin “beş dakikada yapılıp hemen teslim edilmesi.”

Fazla uzatmaya gerek yok, kolektif bilinçaltındaki “cin” figürü ile yoksul göçmenin yarattığı endişe aynı köke uzanıyor, “içimizdeki öteki”yi bir an önce söküp atmazsak kaderimizin kararacağı, saflığımızın bozulacağı hissinde birleşiyor. Bir de Hz. Süleyman misali, şeytani meytani de olsalar her ikisini de ağır işlerde çalıştırmakta bir mahzur olmamasında. Hatta şeytanlıkları nispetinde çalıştırılabilecekleri işin pisliği düşünüldüğünde, şeytani olmaları sanki biraz daha iyi.

Şeytani değillerse bile insanın şeytanlaştırası geliyor değil mi? Keşke ülkemizde iyi cinler de olsa da onları da şeytanlaştırabilsek. Ama elden ne gelir ki hepsi kötü, hain, gerekiyorsa geldikleri yere zorla gönderilmeli.

Öyleyse haydi, hep beraber: Kulyas’a karşı, Zuzula’ya karşı!

Hakan Sipahioğlu