Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla):
4 milyar 540 milyon 874 bin 673. yıl, 318. Gün:
BEN BEN MİYİM?
2014’de ölen Fransız yönetmen Alain Resnais’in “Amerikalı Amcam” (1980) adlı filmi yaşamları birbirlerini etkileyen üç insanın hikayesini anlatır. Yarı belgesel filmde filozof yazar Henri Laborit (1914-1995) kendini oynar ve zaman zaman hikayelere müdahale ederek karakterlerin davranışlarını açıklar, onları bekleyen “kırk katırlı ya da kırk satırlı” kaçınılmaz acı sona dair bilimsel öngörülerde bulunur.
İzlenen film, her yönüyle Resnais’in insanlığa bir hizmetidir: Davranışlarımızı belirleyen hangi yaşam koşulları, ilişki ve düşünce tarzları insana yaşamını sürdürme şansı verir; hangileri mutluluğa veya mutsuzluğa, kanser dahil kronik hastalıklara, intihara ve ölüme götürür? Film, bu sorunun yanıtını tam bir netlikle ortaya koyar. Fareler üzerinde yapılan laboratuvar deneyleri ve sonuçları zor ikna olan izleyiciler için filme dahil edilir.

Filozof Laborit, filmde önemli de bir önermede bulunur: Bir insan, başkalarından ibarettir. Bunun neden böyle olduğu, filozof tarafından, insan yaşamının ilk evrelerindeki beyinsel gelişme ve iletişimle öğrenilen davranışlarla açıklanır. İşte size, modern insanı, kendini başkalarından farklı gören, kibirli bireyi şok edebilecek bir sav!
Yaşamımızın ilk evreleri olan erken yaşlarımızı anımsamamız kolay olmayabilir. Fakat, küçük yaşlarda özenme ve taklit yoluyla başkalarının davranışlarını içselleştirmemiz akla yatkın bir olasılıktır. Ne var ki, ergenliğimiz çocukluğumuz kadar uzak değildir. Ergen yaşlarımızdayken kendimiz olma mücadelemizin en zorlu evresinde, kendimizde gözlemlediğimiz eksikliklerimizi başkalarının karakter unsurlarını ödünç alarak tamamlama yoluna gideriz. O ödünç alınan düşünce ve davranış örnekleri –kütüphaneden ödünç alınmış ve geri verilmemiş bir kitap gibi– yaşamımızın sonuna kadar bizde kalır. O başkaları ise, çokça davranışlarını yakından gözlemleyebildiğimiz, bizimle aynı yaşlardaki sınıf veya mahalle arkadaşlarımızdır. Hangimiz gelişme yaşlarımızda “onun gibi olmak” istememişizdir?
Bireyin hikayesine dayanan modern edebiyatın anlatılarında, okuduğumuz romanlarda ve öykülerde birçok yanlarını kendimizle ortak bulduğumuz kahramanların, onlar başkaları da olsa, biraz da biz olduklarını düşünmemizin nedeni “kendimizden çok, başkaları oluşumuz” olmasın sakın?
Modern bireyin boğazını düğümletecek olan soru doğal olarak şudur: Ne kadar kendimim?
321. Gün:
“ALÇAKLIĞIN EVRENSEL TARİHİ”
Jorge Luis Borges’in Alçaklığın Evrensel Tarihi ilk kez 1935 yılında yayımlanmış. Geçen yıl, Süleyman Doğru’nun çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkan kitap 9 başlık altında “alçaklar”ı anlatıyor.
Geçtiğimiz aylarda Talât Sait Halman Çeviri Ödülünü alan Süleyman Doğru, her iyi çevirmen gibi yazarın üslubunu okura aktarabiliyor. Kendisinin, İspanyolcadan ve Fransızcadan hatırı sayılır sayıda çevirileri var.
Borges, kitabını, kendinden önceki yazarların hikayelerinden esinlenerek yazmıştır (ona göre –hastalık derecesindeki alçakgönüllülüğüyle belirttiği gibi– çarpıtıp bozmuştur) ve elindeki tüm kaynakları kütüphaneci titizliğiyle metine eklemekten kaçınmaz. Borges’in boş bir cümlesini arayacak olan okur boşuna yorulur; her anlattığında hikayeyle birlikte arka plan hakkında bilgi vermeye de özen gösterir, ama bu bilginin tarihi gerçeklere mi yoksa kurmacaya mı hizmet ettiği belirsizdir.

Borges’in, Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne yirmi yıl arayla yazdığı iki önsöz bile, atlandığı takdirde kitabı eksiltecek cinsten yazılardır. İlk önsözde kitapta yer alan kısa metinlerinin “bazı yöntemleri kendi amaçlarına alet ettikleri”ni söyler. Onların neler olduklarını da açıklar. Bunlar:
— Birbirleriyle ilgisiz şeyleri bir arada sıralamak,
— Devamlılığı sağlamak adına anlık çözümler üretmek ve
— Bir insanın yaşamının iki-üç sahneye indirgenmesidir.
O, bunları naif bir suçun beklenmedik itirafı gibi sıralasa da, ben saydıklarını kısa öykü yazanlar için değerli bulduğum gibi, bu tür yöntemlerin öykücülükte bilinçli ya da bilinçsiz olarak uygulandığını düşünüyorum.
Üçüncü yöntem, yani “bir insanın yaşamının birkaç sahneye indirgenmesi”, kitabın “İçindekiler” sayfasında yer almayan (başka bir neden yoksa büyük olasılıkla unutulmuş), zamanında haklı ün yapmış “Pembe Köşedeki Adam” adlı öyküde kullanılmıştır ki, seçmem istense bana göre de kitabın en güzel öyküsü budur.
Bu öykü, ayrıca yazarlara ve okurlara, (hem nalına hem mıhına) “bir öykü nasıl yazılır ve nasıl okunur?”un küçük sırlarını da ifşa eder: İlk paragrafta okunup geçilen ve anlam verilemeyen bir cümle, öykü sonunun şaşırtıcı fırtınasının sakin bir belirtisidir; Cortazar’ın, öykünün nakavt ederek, romanın ise sayıyla kazanması gerektiği savını doğrular.
Yazar, 1954’de 2. baskıya yazdığı önsözde değindiği gibi, kitabındaki ince mizahı olduğu gibi bırakma arzusunu, Barokçuluğun zihinsel doğasıyla ilgilendirerek, Bernard Shaw’un “Her türlü zihinsel uğraş özünde mizahidir,” sözüne yer verir.
“Şu yazmanın kendilerini eğlendiren yönü olmasa, acaba kaç yazar yazmaya devam edebilirdi?” sorusu akla gelmiyor değil.
325. Gün:
KURTLA KUZU
Onunla böyle bir ortamda tanıştım. Bizde olup bitenler dünyada olup bitenlerden çok farklı değil, demişti. İnsan var oldukça ‘suyumu bulandırma’ hikayesi sürüp gidecekti. Hiç duymadım, dedim. Anlatmaya üşeniyormuş gibi yaptı. Belki, bilmediğime inanmadı. Hatırlatıcı bir şeyler söyledi. “Kurt ile kuzu hikayesi, bilirsin: Hani, kurt suyun başını tutmuş da aşağıda su içen zavallı kuzuya ‘suyumu bulandırma, yoksa karışmam’ dermiş. Onu yemenin akıl dışı bahanesi işte.”
327. Gün:
İNTİHAR
Sağlıklı düşünen bir insan, hayatının herhangi bir döneminde intihar fikrine kapılabilir mi? Olgulara göre: Evet. Genç yaşlardaki intiharlar, günümüzün en önemli toplumsal sorunlarından biri. Gençler neden intihar eder? Bu konuda vardığım sonuç şu:
Gerçek ne kadar acı verici olursa olsun, onunla karşılaşan insan intiharı düşünmez, düşünse de intihar etmez: Hayalinin gerçekleşmeyeceğini anlayan insan intihar eder: Öyle görünmese de, intihar, gerçeklerle değil hayallerle bağlantılıdır.
329. Gün:
Anlamanın, anlamı eyleme dönüştürme gücü vardır.