Naile Dire: Günümüzde yazılan şiire baktığımızda, anlamsızlığa sığınmaktan söz edebilir miyiz? Söz gelimi, “Şiirin hiçbir şeye borcu yoktur”, “Şiirin herhangi bir zorunluluğu yoktur” gibi şaire sonsuz alan açan söylemlerin kötüye kullanıldığını ve şiirde bir bağlamsızlığa yol açtığını düşünüyor musunuz? Yıllardan beri hemfikir olunan “şiirde anlam olmak zorunda değildir” fikrinin günümüzde bir bahaneye dönmesinden bahsedilebilir mi?

İnanç Avadit

İnanç Avadit: Sanırım söze “80 sonrası” diye başlamak gerekiyor. Kapitalizmin sol hareketleri şiddetle bastırıp sahnede tek başına kalmasından elbette şair ve şiir de etkilenecekti. Toplumsal şiir lanetlenerek rafa kaldırıldı. Bundan sonrası herkes için daha kolay olacaktı çünkü artık hiçbir şeyin bir önemi yoktu.

Böyle bir ortamda doğmuş ve bugüne kadar yansımış bir şiirden daha fazlasını bekleyemezdik. Şair de fazla bir direniş göstermediği için kapitalizmin, neo-liberalizmin reklamcı, şizofrenik dili yavaş yavaş benimsendi. Sonuç olarak da günümüz “sayıklama şiiri”ne dönüştü. Bir karşı koyma varmış gibi ama aslında tam olarak karşı olduğu şeye hizmet eden bir dil yerleşti.

Güncel şiirde bilinç akışı ile birkaç dakika içinde yazılmış gibi görünen, bağlamsız, bir izleği, bir teması olmayan şiirlerin dominant olduğunu görüyoruz. Sanırım “okur”un şaire bu kadar kolay dönüşebilmesinin sebebi de bu. Çünkü bu şiir hem çok kolay bir şiir hem de taklit edilmesi çok basit. Açıkçası şair olmaya hevesiniz varsa, buradan bir görünürlük elde etmek istiyorsanız, hatta bir rant kapısı umuyorsanız siz de (şiirin açabildiği kapılar tahmin ettiğinizden daha çok) sadece 10 tane güncel şiir okuyup bunları taklit ederek şair olabilirsiniz. Çünkü artık gerçekten de bir önemi yok.

Tüm bunların anlamsızlığa sığınmaktan kaynaklandığını düşünmüyorum. Böyle bir sığınma durumu olsaydı yazılan şiir ister istemez bir tür anlama sahip olurdu. Okuyana geçerdi bu sığınma tercihi. Ama maalesef bu da yok.

Zorunluluk ve borç konusuna gelince, bu sorulara “var” diye cevap vermek elbette saçma olurdu. Ama hayatı boyunca şiir yazmış birinin, “günün sonunda” aslında hiçbir şey yazmadığını anlaması da mümkün. Yani elinize güncel şiirin örnekleriyle dolu olan bir dergi alın ve bütün şiir başlıkları ile şair isimlerini kapatın, tek bir şiir okuduğunuzu göreceksiniz. Bu aşamada elimizde şairler ve onların şiirleri yok. Sadece kıymeti kendinden menkul bir şiir var.

Bu tercih tabii ki dünyayla kurduğunuz ilişkinin dolaysız sonucu. Apolitik olmak, günü kurtarmak, kısa yoldan, çok da kafa yormadan sanat dünyasının arka kapısından içeri girmek isteyenler için de oldukça pratik. Hepimiz ekmeğimizin peşindeyiz sonuç olarak. Hayırlı işler.

Bâki Ayhan T.

Bâki Ayhan T.: Şiirde anlam dendiğinde ne anlamak gerekiyor? Önce bunun ortaya koyulması elzemdir. Haşim gibi sorayım: Şiirin içindeki hikâye mi, felsefi düşünce mi, mesaj mı, yoksa vasat zekânın şiirden çıkarsadığı yüzeysel mana mı? Alımlayıcının zevk ve kültür seviyesine, dünya görüşüne, donanımına göre bunların herhangi biri yahut toplamı, şiirdeki anlamı temsil edebilir. Ben, hikâyeden, ortalama manadan, resmedilebilir öyküden uzakta, şiirin bize duyumsattığı şeye anlam derim. Bu nedenle de hemen her şiirin, hatta şairin bütün poetikasının bazen tek bir sözcüğe, sembol değeri taşıyan bir değere indirgenebileceğini düşünürüm. Örneğin Haşim’in “akşam ve melâl”, Necatigil’in “ev ve çevre”, Edip Cansever’in “sıkıntı”, Attilâ İlhan’ın “serüven”le özdeşleştirilmesi zor değil.

Sorunuza gelecek olursak… Her şeyden önce “kötüye kullanma” dediğiniz şeyin 1940 sonrası hemen her dönemde bu şekilde işlediğini söylemem lazım. Orhan Veli de Cemal Süreya da İlhan Berk de borçsuzluk, zorunluksuzluk, bağlamsızlıktan hareket etti, hatta bağlamı bile isteye kopardı bu şairler. Geleneği düşman bellediler. Yahya Kemal’in “bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir” diye gözyaşı döktüğü ahengi Orhan Veli ve sonraki dönem şairleri heyecan ve hırsla kopardılar ama ahenk kesilmedi. Kesilen, klasik ahenkti ve onun zaten kesilmesi gerekiyordu. Türkiye’nin çehresi değişmişken, dünya büyük bir yıkımla sarsılmaktayken hâlâ tek telli saz mı çalacaktı şairler?

Günümüzde olanın da bundan farkı yoktur. 378 şair “bağlamsız”lıktan gider, yolunu şaşırır, çıkmazlara saplanır ama diğer üç beş tanesi de o bağlamsızlıktan yeni bir bağlam yaratır. Onlar yetenekli, yaratıcı, heyecanlı, seziş gücü yüksek şairlerdir. Türkçeyi geleceğe taşıyacak olanlar da onlardır. Bir laf kalabalığı, sayıp dökmecilik, bağlamsızlık, aklına ilk geleni söyleyiverme kolaycılığı var görünürde. Ama bunlar bizim zamanımızda da vardı; biz onları o kolaycılıkla baş başa bırakıp Türkçeyi günümüze, geleceğe taşıdık. Şair için ilk gerekenler yetenek ve fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmaktır. Geleneğe köle olmak ancak ruhen esirliği özleyenlere yakışır. Şiir tarihindeki bütün büyük atılımların arkasında (Hugo, Shelley, Baudelaire, Tzara, Nâzım Hikmet, Orhan Veli…) hür yetenekler vardır, bundan sonra da öyle olacaktır. Hürlüğün yaratacağı bağlam, o şiraze dağınıklığını toplayacaktır. 2010 sonrası en son kuşaktan Onur Sakarya, Kaan Eminoğlu, Naile Dire, Yasin Uysal, Mutlu Merve Başkaya, Leyla Arsal, Çağla Meknuze, Anıl Cihan, Fatma Nur Türk, Onur Şahin, Özgün Ergen ve diğer bazı arkadaşlar şimdi bunu yapıyor.

Entelijansiyanın farkında olmadığı şudur: Türk şiiri, gündemi ve insanı her zaman can özünden yakalamıştır, yakalar. Orhan Veli, genç Cumhuriyet’in “halkçılık” ilkesine bağlı olarak 1930’ların sonlarında şekillenen orta insanı yakaladı; İkinci Yeni şairleri tek parti yönetimi sonrası 1950’lerde dünyaya açılan Türkiye’nin entelektüel kesimini, evrensele açılan insanı yakaladı; Ataol Behramoğlu-İsmet Özel bütün dünyada özgürlük rüzgârları estiren 1960 Kuşağı’nı yakaladı. Şimdi de genç şairler “bağlamsızlık” içinde yaşayan insanın, değerlerin aşınmasından doğmuş bir umutsuz arayış içinde devinen, kopuk kopuk seyreden hayatın nabzını tutuyor.

Hayat “bağlamsız”, genç şair ne yapsın?

Ömer Şişman

Ömer Şişman: Anlamsızlık imkânsız. Sığınmak da kolay bir şey değil. Bir anlam kayması var: “Ne manası/gereği var ki şimdi bunun” diyeceğimiz yerde “Anlamsız” diyoruz bazen. “Manasız” da deriz günlük hayatta bir şeylere. Manası olmadığından değil. Elbette bir manası vardır, bizi kesmez.

Şiirle ilgili söylediğimiz her kesinlemeyi bir başka şair alaşağı etmiştir. “Edecektir” değil, etmiştir-edecektir. “Şiirle ilgili liberal görüşlerin kötüye kullanılıp bağlamsızlığa yol açtığını” bilmem belki düşünüyorumdur. “Bağlamsızlık” bir şeyleri “kötüye kullananın” vardığı nihai kötülük/vasatlık mı peki? Vasatın elinde her şey vasattır. Parlak şairin elinde bağlamsızlık da başka bir şeydir.

Anlam tartışması geçeli çok oldu.

Toplum şiir okumuyordu, şairler bundan yakınıyordu bir zamanlar. Şimdi şairler de şiir okumuyor. Akranlarını bile okumuyorlar. Verilerle konuşuyorum, herkese selam ediyorum.

Mihrap Aydın

Mihrap Aydın: “Mastürbasyonun insanlar için kötü olmasının nedeni diğer insanları dâhil etmiyor olması mıdır?” (Adam Phillips, Hep Vaat Hep Vaat, Metis Yayınları, s. 185)

Günümüz şiirinin tesadüfi görünümünün arkasında anlamsızlığa sığınmaktan söz edebileceğimizi düşünmüyorum, çünkü anlamsızlığa sığınmak zaman zaman sanatta karşımıza bir yol olarak da çıkar. Sorunun kastındaki anlamsızlık benim için anlam verememe, tanıyamama karşısındaki çaresizlik; günümüz şiirinin bu kısmını oldukça güçsüz buluyorum.

Şiir anlamsızlığını tekinsizliğinden alır, tekinsiz alan erotik alan olarak gizem taşır ve tehlikeli bir cazibesi vardır. Şiirde anlam olmak zorunda değil evet ama bu anlamsızlık şairin zaten üzerine hiç düşünmediği, henüz kendisinin neyi yıkmaya çalıştığını bilmediği zaman narsistik bir sayıklamaya dönüşüyor. Çünkü bu söylemleri yineleyenler genel anlamıyla şairliği de yıkacağız diyorlar. Tamam yıkılsın.

Nur Altınyıldız Artun’un derlediği “Sürrealizm ve Mimarlık” kitabında sürrealistlerin sürrealizmi dahi yıkılması gereken bir nesne olarak gördüklerine, mekân-algı çelişkisiyle ya da göstergeleri tersine çevirerek anarşist sergi mekânları girişimlerinde bulunduklarına, Paris’in kentsel dokusunu halk adına yeniden kurgulamak gibi oldukça radikal eylem girişimlerine rastlamak mümkün. Ama konusu geçen Sürrealistler mimari teori üzerine düşünmüş kişiler. Tamam, şiirde de anlam yıkılsın, gerekçesi şairin güzel kalbi olmasın, kendisinin farkında olmadığı ve yönetemediği bireysel bir kibir olmasın isterdim. 

Eğer bu tek kişilik hezeyan zincirine bir okur aranıyorsa, o okura neyi yıktığınızı gösterebilecek bir yapı da sunmanız gerekir diye düşünüyorum. Yıkım incelik ve düşünüş de ister, böyle bir rastgelelik akım gibi düşünülüyorsa, fizik biliminin doğadaki yansımasını gözlemlemeyi iş edinip şiir yazma işi terk edilebilir. Fluxus akımının, fütüristlerin, avangardların ve özellikle Rus Avangardlarının yıkıcılığı ile bu tarz yıkıcılığın benzerliği yok çünkü. 

Yeni düzende, neoliberalist politikalarla karşı karşıya kaldığımız, birey olumlamanın estetik bir yıkıcılık şiarına dönüştüğünü düşünmüyorum. Evet, anlamsızlık ya da bağlamsızlık “ne yazarsam yazayım şiirdir”den, “ben yazdığım için şiirdir”e dönüşüyor. Bunu yıkımın kötüye kullanımı olarak yorumlamak benim için hiç zor olmuyor.

Devrim Horlu

Devrim Horlu: Bir keresinde şiirimin farklı eğitim ve sınıftan insanlar tarafından karşılık bulmasını istediğime dair bir şeyler söylemiştim. Hâlâ isterim bunu. Çoğunluğun ne düşündüğü, ne konuda uzlaştığı gibi şeylerle ilgilenmiyorum. Bunu söylememin sebebi şiirde anlam olmalı gibi bir tezi savunmak ya da çürütmek de değil. Ben artık yazdığım şeyler hakkında konuşmak istemediğimi, varsa eğer eserin kendini ifade edebildiğini ve oluştuktan sonra bana ihtiyacının kalmadığını düşünüyorum. Her eserin kendi meselesi, karakteri vardır. Birçok şeyin içinde ama özerktir. Hâliyle onun anlamlı ya da anlamsız olduğunu, şair olarak benim söylemem lüzumsuz.

Kişisel olarak anlamaktan öte, en ufak şey sezemediğim şiirlerle karşılaşınca bazen seviniyorum. Bunun sebebi başka bir zihnin, geçerli sayılsın ya da sayılmasın başka bir dilin varlığıyla karşılaşıyor olmak. Bize bir şey ifade etmeyen insanların kıymetsiz olduğunu iddia edemeyeceğimiz gibi okumayı sevdiklerimize benzemeyen şiirleri de kıymetsiz ilan edemeyiz.

Bizim temel sorumunuz sanıyorum çoğunluğun tam tersi istikamette hareket ediyor olması. Herkesin bir öteki şiiri var. Kıymetsiz bulduğu, anlamsız kabul ettiği ya da “Zaten daha önce benzeri yazıldı bunların,” diyerek yüz ekşittiği. Kendi küçük çevresinde güçlü hisseden herkes böyledir.

Sorunun tam tersini düşünelim. Amiyane tabirle, çok okunan ya da popüler şairlerin, ideolojik ya da toplumsal çerçevede kabul görecek şiirlerin taklitleri bir başka şey için bahane olabiliyor mu? Elbette olabiliyor. Öyleyse tersi de mümkün. Eserlerin, yazandan bağımsız olarak bir karakteri olabileceğinden yola çıkarsak, her iki durumda da kendi karakterini ortaya koyamayan metin, tektipleşip gözden yitiverir zamanla.

Benim bugüne dair gözlemlediğim, aynı şiirin farklı parçalarını yazmaya hevesli birçok insanın kısa süreliğine arkalarına aldıkları rüzgâr sayesinde var olduklarını sanmaları. Yani asıl sorun şiirin anlam boyutu değil, anlamlı ya da anlamsız aynılaşması. Arkasına sığındıkları kâğıttan kaplan budur insanların.

Bir keresinde açık açık ustasını taklit eden bir şairin yazdığım bir şiirle dalga geçmeye çalışırken birkaç şiirimi ezberden okuduğuna şahit olmuştum. Şöyle bir dönüp bakınca bu aynılığa sığınan benzeri kişilerin üç beş ayda yok olduğunu görürsünüz. İyi şiirin ezberlenip ezberlememesi konusu değil anlatmaya çalıştığım şey. Bunun ya da başka bir şeyin bahaneye dönüştüğü yerde yok olmak vardır. Bugün matbu ya da online dergilerde, ister anlamlı olsun ister anlamsız, ister bir şey anlatsın ister anlatmasın, birbirinin aynı şeyleri okuyoruz.

Anlam üretmek ya da anlama yeni boyutlar katmak için, anlaşılmaz bir şiir dünyasına erişmek için ve en önemlisi edebiyatla var olabilmek için evvela özel bir dünyaya, kişiliğe ve özgün bir söyleyişe ihtiyaç var. Özel bir dünyanız yoksa şiiriniz de özel değildir. Kişiliğiniz oturmamışsa yazandan bağımsız karaktere sahip bir şiir koyamazsınız. Özgün söyleyişe ulaşmaya çabalamıyorsanız geçici dövme işi daha mantıklıdır sizin için.

Sonuç olarak görünürde bu anlamsızlık meselesinin arkasına sığınıp kısa günün kârı mantığıyla hareket eden çok kişi var tabii ki. Fakat önemi yok bunun.

Biraz uzun oldu ama genel olarak bunları söyleyebilirim konuyla ilgili.

Yiğit Kerim Arslan

Yiğit Kerim Arslan: Önemli olan söylenmemiş olanı söylemektir. Nâzım, Yahya Kemal gibi şairler kendi dönemlerinde, kendilerinden önce söylenmiş olandan beslenip söylenmemiş olanı söylediler. Bugün de aynısı önemli. Bunun dışında şiirin borcu, anlamı, bağlamı meselesine ekleyecek bir şey yok aslında ama… Şiir yazanların yüzde doksanı şiirden bihaber olduğu için hâlâ şiirde anlam tartışması yapıyoruz. “Susanlara hiçbir şey sormayınız”, “Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir”, “örtmektir yazmak dediğim” gibi dizeleri okumak lazım anlam tartışmasında.

Şiir yazmak için şiir okumak lazım her şeyden önce. Şair, kendinden öncekilerin ne söylediğini bilirse kendisinin ne söylemesi –ya da söylememesi– gerektiğini de bilir. Şiiri anlamla ölçmeyiz, bu elmayla armudu aynı sepete koymak gibi olur. “İyi şiir”, “kötü şiir” ya da “şiir değil” değerlendirmesi yapmak için başka kıstaslar var.

Sözgelimi, anlamın şiirde bir yeri yoktur. Tam tersi, şiirde gizlemenin; saklamanın yeri vardır. Anlam arayan öğretici metin okusun. Şunu da ekleyeyim: Şiirde anlam tartışması yapan insanlar bile “anlam” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyor.

Peki, anlamın şiir için bir kıstas olmaması, kötü-şiirimsi metin sahiplerinin bahanesi hâline geldi mi? Evet, katılıyorum. Sebebi de anlam, bağlamdan çok; bilgisizlik ve cahilliktir.

Mustafa Torun

Mustafa Torun: Günümüzde yazılan şiirin ne demek olduğunu bir kenara bırakırsak burada iki mesele var bence. Biri bitmeyen mesele, şiirde anlam arayışı diğeri de şiiri her şeyden yüksek/arı görme, onu kutsal bir tahta oturtma meselesi. Önce anlam meselesinden başlayayım.

Bir gösterge (anlamını başka göstergelerden farklılığıyla alsa da) yine bir anlamı sonuç veriyor. Bu açıdan anlamdan kaçmak mümkün değil. Oysa bunu bir vahhabi zorunluluğuyla metin planına taşımak hataya götürüyor bizi. Zannediyorum bir göstergenin anlamını başka bir gösterge olmamasından alması ancak bir metin içerisinde gerçekleşir. Dil ise metinde metaforiktir, mecazlar ve figürlerle oluşur, ilerler. Metin kaçınılmaz olarak metaforiktir yani. Bir gösterge başka bir gösterge olmaması sebebiyle anlamını metne bırakırken, bunun üstüne bir de metaforlar bir göstergenin yerine geçen gösterge(ler) olduğundan metinde anlam zaten sabitlenemeyen bir doğaya bürünür.

Bu durumda metnin nerede başladığı bir sorunsal olarak çıkıyor karşımıza. Masa dediğim zaman ortada bir metin yoktur (en azından olmadığını kabul edebiliriz). Peki, siyah masa dediğimde bir metinden bahsedebilir miyiz? Bahsedememe ihtimali mevcut hâlâ… Ama uçuk masa dediğimde artık bir metinden söz ediyoruzdur. Peki, uçuk dediğimde? Eğer bir bağlam içerisinde söylenmişse yani bence bir söylemin öğesiyse evet. O hâlde bir söz dizisi söylem olduğunda metin olur yani metin bir söylemdir. (Dolayısıyla da ideolojiktir, bu başka bir tartışma)

Metinde verili bir anlam aramak ya onu saf göstergeler kümesine indirgeme gibi nafile bir çabadır ya da söylem ile anlamı aynı kefeye koymaktır. (Belki de anlam arayışı içinde olanlar aslında bir mesaj arıyorlar.) Söylem bir mesaj iletir anlam ise iletmeyebilir. Şiir bir metindir evet ama söylem dışına çıkabileceğimiz yegâne alandır. Onun ne kadar “anlamlı” olduğu da ne kadar söylem olarak kalmak istemesi ile ilgilidir. Şiirin ne kadar söylem olarak kalması gerektiği ise çağ ile alakalı bir şey. Ben bu çağda söylemden yanayım.

Özetle, anlamın gösterge planında bağlamın ise metin planında ele alınabileceğini, yorumun ve söylemin ise bağlama bağlı olduğunu fakat bu bağlamın ne yazarın ne de okurun niyeti ile önceden belirlenemeyeceğini, buna rağmen metnin de bir niyetler kümesinin olduğunu ve bunlar arasında tarihselliğin işlediğini düşünüyorum.

Gelelim şiirin kimseye borcu yoktur gibi iddialara. Şiirin bir borcu var mı yok mu bilmiyorum ama bu sözlerin birer tanrı şair sözü olduğunu düşünüyorum. Kimilerinin kendilerini tanrılaştırmak için uydurdukları şeyler bunlar. O kadar yükseğe çıkar ki kimse göremesin, böylece sen de bir tanrı oluver. Bu tarz ifadeler kötüye kullanılmıyor, bizatihi kötü. Yani asıl sorun kendilerine alan açmak için böyle yazanlar değil, bu ifadeleri kendilerini tanrılaştırmak için kullananlar. İkinci grup birinci grubu aynı sebeple suçlarken hedef şaşırtıyor, dikkatli olmalıyız. Çünkü bu kişilerin, şiiri “anlamdan” ve her şeyden beri tutup, şiirin hiçbir şeye mecburiyetinin olmadığını iddia ederek aslında kendilerini yüceleştiriyor olmaları bir tarafa, aynı zamanda bu muhteremler böyle yaparak herhangi bir hakikat benimseme “dogmasına” düşmeden, bu konforlu bölgeden el âlemin inançları alanında istedikleri gibi at koşturmak için kendilerine imkân açmış oluyorlar.

Dolayısıyla, şiirde anlamın sabitlenemeyeceğini kabul etmek başka, “şiirin herhangi bir zorunluluğu yoktur, şiirde anlam olmak zorunda değildir” gibi iddialarda bulunmak başkadır. Anlam meselesini anlatmaya çalıştığım zemine oturttuktan sonra yapmamız gereken, bu iddialarda bulunanları iki grupta ele alma, bunlardan kendilerine alan açmaya çalışanların beyhude çabasını mübah görmek, bu ifadeleri şiirlerini kutsal koltuğa oturtup kendilerini de tanrılaştırmak için kullananları reddetmektir.

A. Gülfem Özer

A. Gülfem Özer: Şiirin sığınacak, sığınma ihtiyacı duyacak bir yönü olduğunu düşünmüyorum. Şiir anlamsızlığa sığınamazmış görüşüne yakınım, sanırım. Şiirin herhangi bir şeye sığınamayacağı görüşüne… Yapısı itibarıyla buna imkân ve ihtiyaç tanımamasına. Fakat şairin şiire yönelik tavrı, yaklaşımı, farklı birçok yolla sığınmacı olabileceği gibi şiirin sınırsızlık yönüyle de şiiri kendi için güvenilir bir alan haline getirme çabasına dâhil edilebilir. Bununla beraber bunu elbette bir bahaneye çevirmek, şiiri eninde sonunda bağlamsızlığa dayandırmak kaçınılmazdır ve günümüzde kesinlikle bunun örneklerini gördüğümüzü düşünüyorum. Fakat şiirin sığınmaya ihtiyaç duymayışı bence burada devreye giriyor. Çünkü tamamen bağlamdan kopuk bir metin de olsa okuduğumuz veya gerçekten “şiirde anlam olma zorunluluğu yoktur” ifadesini bahane ederek yazılmış olsa da, şiir güzel bir şiirse kendini zaten ispatlar ve o radardan biz farkında dahi olmadan çıkar. Bunda güzellik tanımına yönelik sınırsızlığın da elbette payı oldukça büyüktür.

Yani bu noktada beni tatmin edecek şey, aslında şairin bu bağlamsızlık bahanesini nasıl işlediğidir. Şiirde anlam olma zorunluluğu bence de kesinlikle gerekmemektedir. Bununla birlikte bence şiirin kötüye kullanımında, anlamdan önce çok daha farklı ve şiire zarar veren meseleler mevcuttur. Bu yüzden şiirin herhangi bir zorunluluğunun olmayışı bahane ediliyordur, evet, edilmesinde de kanaatimce hiçbir sakınca yoktur. Esas can sıkabilecek noktanın şiirde bunun bayat veya çiğ, yersiz, abartılı, yapmacık gibi tatsız hisler uyandıracak şekilde var olmasıdır. Bunun farkını ortaya koyacak olan şeyse yine şiirin niteliğidir diye düşünüyorum. Şairin mahareti…

Hüseyin Sönmez

Hüseyin Sönmez: Bir şeyin bizim için anlamsız olması, o şeyin kendinde anlamsız olması anlamına gelmiyor. ‘Anlamsız’ şiirin de bir anlamı var. Anlamı olmayan ya da anlam içre olmayan ne var ki? Şiiri de böyle düşünüyorum. Şiire anlamsız damgasını vuranlar, o şiirin baktığı yerden etrafa bakmıyorlar. Bağlamsızlık ise daha sahici bir sorun. Sadece şiir değil, ülkeler, şehirler, caddeler, sokaklar da bağlamsız. Yeri geliyor bağlam kendini zorla dayatıyor ama şu ‘yeri geliyor’ zamansallığı kuşatılamıyor. Bağlamsızlıktan sıyrılmak için çok çalışmak gerekiyor. Bu çalışma, bir takım çarpıcı metaforları ardı ardına dizmekten ibaret olmamalı. Günümüzde böyle birçok şair var. Oktay Rifat, “Rastlantıdan kaçma. Rastlantının kucağına düş, o senden akıllı.” demiş zamanında. Rastlantının kucağına fark edilemeyen bir çalışmayla düşülüyordur belki. Bilmiyorum.

AKŞAMLARI KALBİM

Akşam oldu mu duyulur yarasaların sesi.
Çayırda oynaşır karayağız iki at.
Hışırdar kızıl akçaağaç.
Gezgin ise görür o küçük meyhaneyi yol kenarında.
Şahanedir lezzeti taze şarabın ve cevizlerin.
Şahanedir: çakırkeyif dolaşmak karanlık çöken ormanda.
Ses verir kederli çanlar dalların arasından.
Yüzüne çiğ damlar insanların.

Georg Trakl