Ercan y Yılmaz

Altı Üstü İstanbul, Ercan y Yılmaz’ın üçüncü romanı. İthaki yayınları etiketiyle, geçtiğimiz günlerde okuyucusuyla buluştu. Bir yıkım hikâyesinin anlatıldığı kitapta insanoğlunun doğayı ve hayvanları bilinçsizce katledişinin tipik örneklerini görüyoruz. Postmodern roman olarak niteleyebileceğimiz romanı bir “gelecek masalı” olarak da değerlendirebiliriz.

Kitabın giriş kısmında, okuma kılavuzu olarak da algılanabilecek simgeler dikkat çekiyor. İç içe iki hikâyenin anlatıldığı metnin güçlü bir sesi var. Şiirsel dil, okuyucu alıp başka âlemlere sürüklüyor. Zaten roman da bir âlemler anlatısı! Bu şiirsel dilde ve bölüm başlarındaki şiirlerin seçiminde, yazarın şair kimliğinin etkisi de yadsınamaz elbette: “Dil, ölüme giderken güzelleşme ihtimalidir.” (s. 19)

Aydos ormanı, Belgrad ormanı, içindeki börtü böcek, çiçekler, otlar, bunların kokuları metnin başat ögeleri olarak karşımıza çıkıyor. Orman başlı başına bir karakter. Vadililerin (İnva) alışık olduğu yaşam biçiminin omurgası:

“Orman karanlık bulut topluluğunu andırsa da ağaçların fısıltısını tek tek dallardan aşırıp duymak işten bile değildi.” (s. 32)

Metnin geneline üçüncü tekil kişi anlatımı hâkimken, alt âlemin anlatıldığı kısımlarda ikinci tekil anlatım tercih edilmiştir.

Yılmaz’ın kahramanlarının isimleri de ilginç. Adlarının kısaltmalarıyla yetinen insanlar bunlar. Ancak öldükten sonra tamamlanabiliyorlar. Dav, Sar, Pa, Tun… vb. Hayatlarındaki boşlukları imler gibi. Ölümle bütünlenen kahramanlar, kitabın içindeki güzel buluşlardan.

İnsanoğlunun doğada yaşamak arzusuyla doğayı katletmesinin ironisi bir arada veriliyor romanda. İnsanın “doğaya ait” olmaktan çıkıp “doğaya rağmen”e dönüşmüş olması konu ediniliyor. Aydos, Yunanca “kartal” kelimesinden kalma, romanda da insanların korunağı, yaşadıkları yer olarak karşımıza çıkan bir sözcük.

“İnce Vadi’yle beraber Aydos’un kalbi, Aydos’la beraber gün gün betona gömülen İstanbul’un doğası, İstanbul’la beraber dünyada hâlâ güzel durabilen birçok canlının yuvası harap olacak. Ağaçları, çiçekleri, otları topraktan sökülecek; Aydos’un kuşları, sincapları, böcekleri yurdundan koparılacak.” (s. 90)

İstanbul, üzerine çok yazılıp çizilmiş büyüleyici bir kent. Edebiyat tarihimizde yerini alan bu yedi tepeli kent için söz söylemek cesaret işidir. Kitapta İstanbul öyle güzel, öyle şiirsel anlatılmış ki bu kente yeniden hayran olmaktan kendimizi alamıyoruz. Üstelik “altı masal üstü hasar” (s. 448) olsa da.

“İstanbul kendisinden fazlasını içeren bir şehir… Bir şehirken şiire dönüşmeyi de becermiştir.” (s. 157)

Bu güzel şiir-şehir günden güne betonlaşmakta, ağaçlar kesilmekte, ormanlar yok olmaktadır. Yazar, Gezi Olaylarına da gönderme yapmaktadır. Metindeki tarihler 2013’ü göstermektedir. Olaylar Dav ve romanın içinde romanı yazan başkarakter Edip aracılığıyla verilmektedir.

Mekânlara verilen isimler de orijinal özellikler taşıyor: Dorian Gray Şarap evi, Şeyler Mezarlığı, Hatıralar Mezarlığı, Nun çukuru…

Yazar, insanlığın büyük birikimini de selamlıyor bu hacimli metinde. Türk ve dünya edebiyatının önemli isimlerinin gayri resmi geçidi yer alıyor kitapta. Yazarının okuma listesi olarak da algılanabilecek, hatta üzerinde çalışılabilecek isimler adı anılanlar: Hulki Aktunç’tan Feyyaz Kayacan’a, M. Proust’tan C. Pavese’ye uzun bir liste. Yılmaz’ın zihin kütüphanesini okurlarıyla paylaştığını söyleyebiliriz. Okurlar için yararlanabilecekleri güzel bir kaynakça.

Altı Üstü İstanbul, doğaya bir teşekkür, selam mahiyetinde yazılmış şiirlerden, masallardan, düşlerden, rüyalardan gerçeğe kapılar açan bir metin. “Umut tükenmişse yeniden doğurmak gerekir.” (s. 289) diyen yazara kulak verelim. Belki de umudu yeniden yeşertmenin tam zamanıdır!

Kader Menteş Bolat