Naile Dire: Sanatta estetik duyuşun sonucu olarak beliren beğeni algısı kişisel bir düzlemde mi ele alınmalıdır? Söz gelimi, bir şiirin iyi olduğunu düşündüğünüzde genel kanının da o şiiri iyi bulmasını mı beklersiniz? “İyi şiire iyi şiir denilir, sen kötü bulsan da bu iyi şiir,” cümlesinin, “Sen şiirden anlamıyorsun,” fikrine çıkan bir zorbalık barındırdığını düşünüyor musunuz? Kısacası, tüm bilgi, birikim ve şahsi deneyimlerinizle şiire bakıp vardığınız şu ya da bu sonuca karşı bir görüş aldığınızda, bunu zıt görüşlerin yetersizliğine mi bağlarsınız yoksa her bireyin sanatı algılayış biçimindeki farklılığa mı?

Cihat Duman: (Cihat Duman’ın soruşturma daveti için attığım maile cevaben yazdığı mail) Merhaba Naile, çok çok iyiyim, uğraşıyoruz. Sen de iyisindir umarım. Word olarak gönderdiğin metne baktım fakat ilk cümleden bir şey anlamadım. Estetik duyuş, beğeni algısı, kişisel düzlem gibi tamlamaları ilk kez duyuyorum. İkinci cümlede “iyi” kelimesi güzel yerine mi kullanılmış bilemedim. Şiir iyi olmaz, kötü olmaz. Güzel ya da çirkin oluyor. Bir kişinin bir şiiri güzel bulmamasını yadırgamak zorbalık değil, tavırdır. Son cümleden hiçbir şey anlamadım, “görüş almak” nedir bilemiyorum. İlk cümledeki “Beğeni algısı” burada “sanatı algılayış”a dönmüş. Bu soruşturmanın umarım bir maksadı vardır. Eğer doğru anlayabildiysem kısaca güzellik evrensel midir yoksa şahsi midir gibi bir soru sormaya çalışmışsın. Bence doğa ürünlerinin estetik değeri evrensel (güzel insan yüzü ve dağlar), insani ürünlerinki özneldir. Kişinin kendi öznelliğini savunması ise patolojik narsisizme ya da zorbalığa girmez oldukça doğal bir tavırdır. Selamlar.

Ozan R. Kartal: Merhaba Naile. Çok teşekkür ederim bu soruların için. Sıranı bozmayarak cevap vermeyi tercih edip ilk sorun için “kişisel bir düzlemde ele alınması dışında zaten bir ihtimal yoktur,” diyeceğim. Sanat galerilerine, o gün ücretsiz olduklarından dolayı yalnızca perşembe günleri giden biri olarak diğer sanat dalları için uzaktan, bir misafir nazarına sahibim. Buna rağmen şöyledir ki; insanın kendine dair çoğu soruya cevabı olmadığı için, bir sanat eserini neden beğendiği de çoğunlukla bilinmez. Hatta bu düşünceyi radikalleştirip, bir sanat eserini neden sevdiğimizi anlar, bu sırra ulaşırsak beğeni makbullüğünün ortadan kalkabileceğini bile söyleyebiliriz. Resmin, heykelin ve -örnekleri sınırlandırırsak- müziğin insana temas eden farklı dinamikleri olduğundan, sorularının devamı, fikirlerimi şiir özelinde çeşitlendirebilmem adına epey yardımcı olacak, şiir merkezinde seyreden yanıtlarım soyutluğu olabildiğince azaltacaktır.
Bir şiirin iyi olduğunu düşünmem, düşünmen, düşünmemiz muhtelif yollardan kaynaklanabilir. Burada, birbirimizden tamamen farklı insanlar olmamız, haliyle farklı algılara ve farklı tecrübelere sahip olmamız söz konusu. Ayrıca şiirlerin, şairleri tarafından tertip edilemeyen ve okur tarafından kümülatif bir şekilde oluşturulan dengeleri de büyük bir pay sahibi. Bir şiirin denge merkezi bazen başı, bazen sonu, bazen başlığı, bazen ithafı, bazen de maalesef şairidir. Üç kıtadan oluşan bir şiirin ilk iki kıtası, son kıtası için yazılmış olabilir. Binbir dizelik pratikte berbat bir şiirin beşyüzseksenüçüncü dizesi koca şiiri sırtlayabilir. Bu zıt tarafta da mümkün. Vezir eden pasajlar elbette ki rezil de etme kudretine sahiptir.
Örneğin Deniz Durukan’ın dar ağaç tövbesi şiirinin hiçbir yeri benim hayat çizgimle tesadüf etmiyorsa dahi “zavallı kaburgalarımın acizliği / batıyor ruhuma…” ikiliği, İltihaplı Omurga Romatizması gibi, günün farklı saatlerinde bir eklemden farklı bir kemiğe sıçrayan ağrılara sebep olan bir hastalığın mustaribi olduğumdan dolayı -buna insaniyeti de katarsak- akla hayale gelmeyecek anlamlar çıkarmama, şiirin tamamına -ve hatta şaire- sempati duymama sebep olabilir. Bende kronik bir rahatsızlıktan kaynaklanan bu anlam ve his topluluğu başka bir okurda fiziksel zayıflıktan ortaya çıkabilir. Hatta ve hatta kaburgayı yalnızca madden ele almayan, hayal gücü ve hayatı buna müsait bir okur gayet kolay bir şekilde bu ikilikten Havva referansları çıkarabilir. Haliyle içlerinde bir örnek vasıtasıyla benim de bulunduğum bu üç okur modelinin hiçbirinin beğenisi kamu tarafından kabul görmeme tehlikesiyle karşı karşıya olsa da pek tabii meşrudur. Fakat bu üç okur modeline ait beğenilerin genele isnat edilmesi, hele ki bunun bu üç okur tarafından yapılması asla makul değildir. Okurlar, okuduklarının şiir olduğunun farkında olmalı ve bu ihtilafın normalliğine boyun eğmelidir. Herkesin ittifak içinde olduğu sanatsal bir yorum, demokrasi denen, sanat ile asla ve asla yan yana gelmemesi gereken illetin ürünüdür. Şiirin evlası, ihtilaf yaratandır.
“İyi şiire, iyi şiir denilir”deki “denilir” ise bu cümleyi kuran kişiden bir adım öteye geçemeyeceğinden “Sen şiirden anlamıyorsun” gibi, hedef kişinin yalnızca mevzubahis anını ve mevzubahis şiire dair düşüncelerini kapsamayan bu faşist cümle de sanatdışı olduğu kadar kabadır. Aralarında bir dostluk yahut düşmanlık bulunmayan kimselerin, mukaddes bir görevmişçesine arkaplanına zerre hâkim olmadıkları bir şiire dair yergilerini belirtmeleri liberal bir ergenlik davranışından öteye geçmez. Fakat bu yergilerin faillerine karşı takınılacak umursar tavırlar da gereksizdir. Yorum sahibi, beyanı sırasında hiçbir dış etkeni göz önünde bulundurmama hakkına maalesef ki sahiptir. Havalı semtlerde dostlarıyla dolaşan şairlere denk geldiğimizde “Senin Haydi Etek Giyelim isimli kitabında ilk şiirden başka bir şey yok” gibi bir yorum yaptığımızda bunun eleştiri ve edebiyat tarihinde devrim niteliğinde bir yere sahip olduğunu düşünmemiz, çocukluğumuza dair acı ve utanç verici anılarımızın olduğunu söylemenin üzücü ve kısa bir yolundan başka bir şey değildir. Eğer ki eleştiri veya daha hafif yorumlarda maksat yıllardır içinde bulunulan şuara cemaatinin rüzgârını arda alıp gece yastığa başını koyar koymaz çizilmeye başlayan hiyerarşi piramidinde yerinin kat kat yükseleceğini zannetmekse, o zaman az önceki örnek caizdir. Çünkü tamamıyla hedefteki kişiyi küçük düşürmeye yönelik olan bu hareket bir bumerang misali ileriye gidiyormuş gibi görünür, geri döner ve sahibini komik durumlar içinde bırakır.
Nihayetinde, potadaki ister bizim ister üçüncü bir şairin şiiri olursa olsun, mevzubahis şiire dair yorumların mevzubahis şiire dair olduğu unutulmamalı, bunun öncesinde ise yorumun, yorum sahibinden şaire karşı zamanında ödenmemiş bir borçtan, kitabının çıktığı yayınevine daha önceden dosya gönderip de kabul edilmemesinin oluşturduğu hasetten, kişisel olarak daha fazla sevilmesinden kaynaklanan kıskançlıktan değil de şiir denen, kimsenin niçin yaptığını asla bilmediği ve iyi tabirle bir iptilanın söz konusu olduğu, habis, şirret ve melun meşgale merkezli olup olmadığı hızlı bir şekilde teyit edilmelidir. Bu teyidin sonucu şiir lehine çıkarsa, beyan hakaretamiz olsa dahi farazi bir “zafere” yol açtığı düşünülüp mubah bilinmelidir. Çünkü şiir, kâinatta maddi ve manevi var olmuş, var, üretilmeye devam eden, yok olmuş ve hiç olmamış şeylerle ilişkilidir. Maksat şiir lehine olduğu sürece Calvino, Buzatti, Meyrink gibi gâvur şuaranın yüzüne bile bakılmasına gerek yokken, maksat kişisel çıkarlar olduğunda ahsen’ül-hadis Kur’an-ı Kerim azimüşşan dahi referans gösterilse hiçbir işe yaramaz.

Mikail Burak Özkar: Sanat hem üreticisi hem tüketicisi için son derece kişisel bir deneyimdir çünkü kişilerin sanat ve hayata dair görgüsü değişkendir. Bu nedenle her bireyin sanat eseriyle kurduğu irtibat farklı olacak ve görüş ayrılıkları ortaya çıkacaktır. Bu noktada kendi görüşünde diretmek pekâlâ zorbalık sayılabilir.

Mehmet Öztek: Çok değil, 10-15 yıl önce biri çıkıp tvitır’ın veya daha geniş bir çerçeveden konuşacak olursak sosyal medyanın “sanatsal estetik duyuş”u belirleyen bileşenlerden biri olacağını söyleseydi muhtemelen çok anlamlı bulmazdık. Bugün ise bir sanat eserinin algılanmasında en etkin mecralardan birinin sosyal medya olduğunu kabul etmek durumundayız. Değilse, bu soruşturmayı -en azından bu cevabı- okumayı bırakmanızı öneririm zira 26.03.2022’de Naile Dire’nin şiir beğenisini sorgulayan bir tvit yayınlamasaydım bugün bu soruşturmayı -en azından bugünlerde- okumuyor olacaktınız. Hem sıradan bir tviti bir soruşturmaya çevirmesi hem de sert bir eleştiri yaptığım halde alınganlık göstermeyip “mikrofon”u bana da uzatması şiir adına değerli bir refleks. Söz konusu metni neden beğendiğini birkaç cümleyle de olsa anlatmak daha kestirme ve alışıldık bir yoldu ama madem soruşturma konusu oldu, cevaplayalım.
Soruya dönelim, “beğeni algısı kişisel bir düzlemde mi ele alınmalıdır?” Evet, tastamam kişisel bir düzlemde ele alınmalıdır. Hayır, ne alakası var? Her iki önermeden de ilerleyip bir şeyler söyleyebilirim ama gereği de, işe yarar bir tarafı da yok. Bu bağlamda “kişisel düzlem”i bizatihi neyin belirlediğini konuşmak bana daha anlamlı geliyor, çünkü her iki önermenin değirmeninin de suyu buraya akmalı.
Karl Marx’ın “sanattan anlamak için sanat eğitiminden geçmek gerekir” mealinde bir sözünü hatırlıyorum. Bu cümlede sanat yerine marangozluk dersek kimsenin bir itirazı olmaz sanırım. Ama sanat veya daha özelde şiir dersek işler biraz karışıyor ve daha esnetilebilir bir hale geliyor. Herkes iyi, herkes şair, herkes iyi arkadaş diyebileceğimiz, kafamıza göre takılabileceğimiz esnek bir düzlem.
Neden mi? Cevabı soruda gizli: “her bireyin sanatı algılayış biçimindeki farklılığa” yaslanabileceğimiz bir konfor alanı var çünkü. Peşinen söyleyeyim, “her bireyin şiiri farklı algılaması” estetiğin veya şiirin değil, algılayanın sorunu. Her eserin bir alıcısının olması o eserin niteliğine referans olmaz, eseri dokunulmaz da kılmaz.
Estetik ölçü, zapt-u rapt altına alınabilecek formüllerden ibaret olsaydı yüzyıllardır ortaya konulan bunca devasa yapıta rağmen bugün biz sanatın herhangi bir alanında yaprak kıpırdatacak cesareti de hevesi de kendimizde bulamazdık. Gel gör ki bu durum büsbütün belirsiz bir sahada at koşturduğumuzu da göstermez ve sanatın da şiirin de donuk bir tanımı, bir formülasyonu olmasa dahi en azından bir alfabesi vardır.
Alfabe şudur: Sanatın herhangi bir alanında bir kapı açmak istiyorsanız sizden önce açılan kapıları bilmeniz ve onlarda olmayan bir şeyi -onlarda varsa da başka bir şekilde- sunmayla ilgili bir motivasyona sahip olmanız lazım. Sanatın her alanında süreklilik diye bir şey var ve sizden önce hiç kıyamet kopmamış gibi kafayı kuma gömerek yaşayamazsınız. Sürekliliği koparmakla meşhur avangart atılımları dahi neyi yıktıklarını neye karşı çıktıklarını anladığımızda bir yere oturtabiliyoruz, hasılı kelam kopmanın dahi bir sürekliliği var.
Bu alfabeyi dahi bilmediğini hissettirenlere ben şahsen “şiirden anlamıyor” derim ve buna “zorbalık yapıyor” denilecekse de hay hay kabulümdür. Bir metni beğenmediğini söylemek tabiatında bir şiddet, bir zorbalık içerir, bu kötü bir şey değildir ve beğenmediğiniz şeyleri sırf nezaket olsun diye veya çevre kaybetmemek için söylemezseniz beğendiklerinizi de kurda kuşa yedirmiş olursunuz. Şiirde “düşman” kazanmayı iyi şiiri kollamaya tercih etmek diye bir tavır da var, tanıştırayım.
“Kişisel düzlem” bana sadece şu açıdan anlamlı geliyor. Somut bir örnek vereceğim. Behçet Necatigil’i mi daha çok seviyorum Metin Eloğlu’nu mu? Tereddütsüz Metin Eloğlu derim ve bu Necatigil’in iyi bir şair olmadığını göstermez. Her ikisi de şiirde sürekliliğe kafa patlatmış ve kendine has bir şiir yaratabilmiş şairler. Eloğlu şiiri benim mizacıma, hayat tecrübeme, kişisel hikayeme ve reflekslerime daha yakın olduğu için Eloğlu derim, buna kişisel bir düzlem diyebiliriz ve bu şiiri doğru bir açıdan kavramamıza engel değil. Ama siz kişisel algıyı, daha kendinden önce yazılmış şiirlerle ilgili bir perspektifi dahi olmayan şairleri övmek için bir kılıf olarak kullanırsanız, size sorulan basit bir “neden beğendin” sorusuna cevap vermek yerine soruşturma yapmak durumunda kalırsınız. Bilmem anlatabildim mi?

Sude Öztürk: Öncelikle şiirin aldığı eleştirilerin kapsamı doğrultusunda bu güzel soruya benim de cevabımı almak istemen beni çok mutlu etti Naile. Tekrar teşekkür ederim. Soruya gelirsem; kafamda “yetersiz” olarak kimseyi adlandıramıyorum, sanırım cevap skalasında uçlara yaklaşmayarak düşünmeye çalışacağım. Benim çok beğendiğim bir şiiri başkasının çok kötü bulması beni çok şaşırtır fakat kötü bulması pek şaşırtmaz. Tam tersi çok kötü olduğunu düşündüğüm bir şiirin geniş kitlelerce övülmesi de beni şaşırtır, pek beğenemedim dediğim şiir içinse bu geçerli değil. Bir şiire çok kötü demek zaten çok iddialı… Size büyük bir irrite yaşatmalı, bayağılıktan boğulmalısınız belki de. Ben kolay kolay çok kötü demiyorum, bunda tabii ki önyargım ve çok çeşitli şiir okumamamın da etkisi büyük (biraz da özeleştiri). Takip ettiğim şairler ve beni heyecanlandıran yeni isimler oluşturuyor şiir dünyamı. Kısacası benim açımdan, şayet uçlara çok gitmediğimde, ne benim beğendiğimin beğenilmesi beni şiir mercisi yapar ne de benimle zıt duygular besleyen insanlar benim için aşağıdadır. Şiirin yelpazesi, sayfaları, duyguları ve fikirleri çok… Herkes aynı anda aynı yerde bulunmak zorunda değil. Kimse aynı hissetmek ve algılamak zorunda değil. Bu konudaki aşağılamaya varan ithamlar beni çok güldürür. Şiirimin beğenilmemesi, beğenilmesi kadar olağan bir durum değil midir? Gerçekten tüm toplum ve bu toplum elementlerine uygun, tüm zamanlara hitap eden bir şiir mümkün müdür? Hepimiz bunu düşünerek veya bunu isteyerek mi şiir yazıyoruz? Şiir yazıyoruz çünkü. Çünkü nokta. Dopdolu noktalar. Benim için en azından, bu böyle.

Ozan Can Türkmen: Elimizdeki şiirin niteliğini ölçüp bir şiirin diğerine üstünlüğünü kesin bir şekilde tespit edecek parametreler yok. Hiçbir zaman olmadı, hiçbir zaman da olmayacak. Bu bağlamda şiir beğenisi kaçınılmaz bir şekilde özneldir. Belirleyicisi de doğrudan görüş belirten kişinin birikimine bağlanamayacak, şiirle karşılaşılan anın hem öncesini hem sonrasını kapsayan çözümlemesi zor bir ilişkiler bütünüdür. Ancak bu bizi iyi şiir ile kötü şiir arasında hiçbir ayrımın gözetilmediği, pusulasız bir düzleme çıkarmaz. İyi şiirin savunusu aynı zamanda bir fikir savunusudur. Şiir eleştirisi de bir kalite kontrol süreci değil, fikrî saldırıdır. Şiir beğenisi eleştirilen biri bu sebeple bunu tüm düşünce yapısına hatta hayat görüşüne bir saldırı olarak görüp rahatsız oluyorsa haklıdır fakat ben zorbalık olarak görmüyorum bunu yine de. Teknik ölçülerin çalıştığı alanlar farklı dinamiklere sahip olabilir. Şiirde ise öznel görüşlerin çatışması doğal ve çok önemli bir süreçtir. Bir fikrin yeri ancak diğer fikirlerle sürtüştüğü sınırlardan anlaşılır. Bu yüzden bir şiirin diğerine üstün tutulmasının nihai olmadığını fakat hem görüş bildirene hem de mevzubahis şiirlere dair önemli işaretler taşıdığını düşünüyorum.

Murat Üstübal: Bir şiirin güzel olup olmadığına dair yargı ve beğeni ölçütlerimizin çağa göre değiştiğini söylemem gerek en başta. Çağa göre değiştiğini söylemek de yetmiyor; okur ya da şairin çağlar içinde farklılıklar gösteren estetik duyuşun hangi aşama ya da kısmında olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Estetik güzellik kavramını öne süren Hegel’in bile sanatın ölümü üzerine bir tezi vardı. Ona göre sanat kendi içinde farklılaştıkça toplumdan kopmuştu. Ayrıca sanat en yüce klasik dönemine erişmişti ki bu dönem modern çağ ile birlikte bir kopuş yaşamıştı. Hegel sanatın organik halinden kopup içine girdiği felsefi sorgulamalar ile öldüğüne inanıyordu. Hegel’in estetik duyuşunu Kant’ın duyuşunun karşısına koymak mümkün. Çünkü Kant sanatta beğeninin güzelliğe verilen bireysel bir tepki olduğunu söylüyordu. Bunu söylerken bir yandan da beğeninin kıstaslarının evrensellik düşüncesi içinde bir karşılığı olduğunu, sanatın kolektif bir insani tepki olduğunu düşünüyordu. Sanatın hem bireysel hem de kolektif ya da toplumsal olduğunu söylemek estetik duyuşu hangi noktaya taşıyor peki? Gregory Jusdanis’in dediği gibi olsa olsa beğeni bir tür sağduyudur. Bunun gibi daha bir sürü gerekçeden yola çıkarak mealen diyor ki Jusdanis “O halde estetik yargı diyalojik ve parabatik bir süreçtir”, parabatik yani parabasis’le iştigal eden bir süreç. Parabasis, sanat yapıtında (dolayısıyla şiirde de) insanın gerçekliğini toplumsal olanla birlikte incelemek ya da ele almaktır. Bireysel güzellik ile hakikat arasındaki gerilim ve ilişkiden var olan bir sanat anlayışı. Estetik duyuşunu da bu ilişkiden alabilecek midir şiir? Bu tamamen okurun özbilinci ile ilgili bir meseledir, hem ontolojik hem de bilişsel olarak. Okurun durduğu yer alımlamanın niteliğini belirler. Hele de günümüz şiirlerinde okurun bakışını da işlek haline getiren postmodern anlayışları da hesaba kattığımızda okurun estetik deneyimi ve bilgisi de ön plana çıkıyor. Artık sanatın bireyi geliştirdiği ve ona kendi ontolojisini keşfetmesi için öznel fırsatlar sunduğu da ortada iken şiirin yorumlanması konusunda her türlü sınırların da aynı öznellik gereği aşıldığını söylemenin bir anlamı kalmıyor gibi. Şiir elbette kendi iç kuralları olan ama bu kuralların da her daim aşıldığı bir uğraştır. Şiir tam da sınırın içinde ve dışında sınırın temsil ettiklerini sorunsallaştırarak var olur. O halde şiir, şair ve okuru açısından da bir özgürlük sağlıyor ama tüm bunların yanında aynı özgürlüğün bir de sorumluluğu var: Sağduyu ve etik. Her okur kendi öznel deneyiminin sonucu olarak kurduğu estetik duyuşun iç etiğine sadık kalarak, o sorumluluğu hissederek davranmalıdır. Böyle bir okur kurgulayabiliyor muyuz? Sanmıyorum. Şiir okuru genelde hazır bilgiyle hareket ediyor; var olan eleştiri biçimleri ve düşünceleri içinden konuşuyor en fazla. O eleştiri yöntemlerini şiirin tarafından yorumlayıp sorunsallaştıracak bir okur yok karşımızda. En fazla dedim çünkü o okurun varlığından bile emin değilim. Sorunuza dönersek, günümüzde her bireyin sanatı algılayış biçimindeki farklılıklar değerlidir. Ama bu farklılıkların farkındalığı daha önemlidir. Çünkü ancak farklılığın farkındalığı başka farklılıklarla bağ ya da empati kuracak bir düzeye ulaşabilir. Zaten herhangi bir ilişkinin tanımı budur. Ve ilişki ve bağlam yaşamın kendisidir. Yoksa fildişi kuleler ile kumdan kaleler arasındaki paradoksa esir oluruz. Şairin okur olmadan, okurun şair olmadan ve okurların da kendi aralarında geliştirmeleri gereken bir diyalog olmadan günümüz şiirinin kendini açığa vurmayacağını söylemeye gerek var mı? Yeni ağsal şiirin yapısına uygun bir ağsal dayanışma ve diyalog ile hareket etmemiz gerekiyor.

Şeyda Üzer: Öznel bir konu… Ama ne kadar öznel olsa da şiirin baskın kültürünü oluşturan, üreten ve denetleyen bir kesime göre, beğenilerine göre şiir nedir ya da iyi şiir nedir gibi konular şekillenir. İkinci soru, evet bir çeşit zorbalık… Zamanında anlaşılmamış tüm şairler de bu zorbalığa maruz kalmışlar zaten. Son soru ikisine de bağlanabilir. Karşıt görüş için birikim gerek. O kıstası tamamlamamış iki kişi arasında da sanatı algılayış biçimi belirler son kertede.

Utku’can Yazıcı: Estetiği burada “güzel bulma durumu, eserin verdiği zevk” olarak düşünürsek beğeni algısını elbet kişisel kabul etmemiz gerekir. Duchamp ve Newman, farklı biçimlerde, estetiği kötülemişlerdi ve Duchamp estetiği sanat eserinden dışlamıştı. Buna rağmen Duchamp’ın eserlerine “fevkalade, çok güzel” yorumları gelmiş ve bu Duchamp’ı öfkelendirmişti. Estetiği “güzel” kavramı üzerinden, felsefi boyutuna girmeden ele aldığımızda görüyoruz ki; sanatçı estetiği eserinden dışladığında bile beğeniyi kendi tekeline almış olmuyor. Sanatçı eserini sunduğu andan itibaren beğeni üzerinde bir hâkimiyetinin olmayacağını söyleyebiliriz. “İyi” ve “kötü” kavramları ise içlerinde bir beğeni yargısı taşıdıkları gibi eleştirel yönleri de var. Burada sanatçının bir esere “iyi” ya da “kötü” demesinden bir beğeni yargısı anlaşılıyor ise elbet bunu bir tartışma konusu yapmamız gerekmez. Sanatçı, kendi sanat görüşüne her bakımdan uygun bir eseri de beğenmeyebilir. Beğeni kişisel bir durumdur. Fakat sanatçı eleştirel bir tutum içerisinde bu yargılarda bulunuyor ise bunun temellendirilmesi gerekir. Her sanatçı ister istemez bir sanat görüşüne sahiptir. Sanat uğraşı sanat eserini yarattığı gibi sanatçının görüşünü de yaratacaktır. Bu görüş ister sistematik, somut, görünür olsun ister sanatçının zihninde bulunsun mutlaka olacaktır. Şiirde buna poetika diyoruz. Şair beğenisini duyguları ile dile getirirken, eleştirisini poetikası ile temellendirir. Şair, “Bu iyi şiirdir ve siz de iyi diyeceksiniz,” dediğinde ya da tam tersi “Kötüdür ve herkes için öyledir,” dediğinde eleştirel bir tutum ortaya çıkar. Burada üç taraf var. Birinci taraf fikrini dikta ettirmek isteyen taraftır. İkinci taraf şiiri üzerinde yargıda bulunulan şairdir. Üçüncü taraf ise bu şiirin “iyi” ya da “kötü” kabul etmesi istenen diğerleridir. Birinci taraf eğer eleştiri niyeti ile hareket ediyorsa kendi görüşü ile bunu temellendirmelidir. Bu ancak bu şekilde ciddiye alınabilir ve fayda sağlar. İkinci taraf ve üçüncü taraf için böylece cevap hakkı doğacak ve fikirlerini ifade etme fırsatı bulacaktır. Böylece pek çok fikir ortaya çıkar ve gelişme de ancak böyle sağlanabilir. Bugün biz Garip ya da İkinci Yeni için yazılan eleştirilere ve bu akımlar içindeki şairlerin poetikalarına baktığımızda, karşı çıkan neden karşı çıkıyor; savunan neden savunuyor anlayabiliyoruz. Ne kadar hararetli ve sert olursa olsun bu eleştirel ortamdan fikirler ediniyor ve fayda sağlıyoruz. Yoksa bir şeye “iyi” demek, “kötü” demek elbet çok kolaydır. Altında bir fikir olmayan söze varın siz “zorbalık” diyin, ben “kabalık” diyeyim, bir başkası ayakta alkışlasın. Diğer taraftan “Benim iyi dediğim iyi, kötü dediğim kötüdür” içerisinde bir otorite olma çabası taşır. Edebiyat, sanat ortamı hiçbir zaman bir otoriteye ihtiyaç duymadı. Asıl olan eleştiridir. Benim söylediklerim bir şair olarak (şairsem), sanatçı gözüyle başka bir şairin şiirine yapacağım eleştiri ile alakalı. Eleştirmenin eleştirisi daha farklı dinamikler taşıyacağı gibi okurun eleştirisi de ayrı bir durumdur. Söylediklerime bir ideal deyip geçebilirsiniz. Temelde söylemek istediğimi ifade edebilmiş olmak bana yetecektir o da şudur ki: Eleştiri ancak bir zemine oturduğu zaman eleştiridir. Beğeni yargısı elbet özgürce ifade edilmesi gereken bir yargıdır fakat eleştirel tutum içerisinde bir fikir barındırması gerekir. Son olarak ben şuna inanıyorum ki, sanatta bir eşik var ve siz o eşiği geçtiğinizde tarih sizi not ediyor. Geleceğe kalan eserler bu notta yazanlar oluyor. Edip Cansever ilk kitabını reddetmişti. Bu da demektir ki şair, kendisi için “iyi” ve “kötü”yü ayıracak zekâya elbet sahiptir ve eşiği ne zaman geçtiğini anlayacaktır. Bu biraz da zaman meselesi… Bekleyelim derim.

Fatma Yeşil: Bir şiiri bir şiirden iyi yapan şey nedir? Bunun bir cevabı yok. Şiiri okuyan kişinin hissettiği, algıladığı, tattığı ya da o şey her neyse “o” biriciktir. Bu biriciklik ışığında bir şiiri iyi, kötü, güzel, çirkin gibi sıfatlarla tanımlamak ne kadar doğrudur bilmiyorum. Şiir üzerine tartışırken fikir ayrılığı yaşamak için çok fazla değişken var. Ancak bu değişkenliklere rağmen fikir ayrılığını mutlak öznellik ışığında kestirip atmak bana pek doğru gelmiyor. Anlam, duygu, ses, tempo, jest sadece öznel olana ait değil aynı zamanda sosyaldir. Bu yüzden fikir ayrılığına düşüldüğünde aksini savunmak mümkün… Ben bunu zorbalık olarak görmüyorum. Karşı çıkışlar yerinde ve doğru ifade edilirse besleyici bile olabilir. Farklı bir bakış sunar. Bu yol açıcılık da şiir için oldukça önemlidir, sonuçtan bağımsız.
Merhaba, bu soruya cevap vermek isterim. Lütfen iletişim adresi olarak bir mail adresini gncorhan@gmail.com adresine iletin. Teşekkürler
Her yapılanın sanat nesnesi ve her yazılanın da edebi niteliği olan eser sayılması pek doğru değildir. Bunu sanat kuramlarına dayandırarak ifade ediyorum. Bu kuramlara göre estetik beğeniyi herkes yapabilir ve duygusal yaklaşımdan dolayı değişkenlik gösterebilir. Fakat diğer değerlendirme kriterlerinin konunun uzmanları tarafından yapılması değişkenliği ortadan kaldırır. Dolayısıyla sanat eserinin kalıcılığı ve biricikliği yerini sağlamlaştırır.