Buse Çetiner Üzer

Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum… Hatırlamıyorum!

O geliyor her gün. Yiyecek bir şeyler getiriyor. Öyle bir bakıyor ki yüzüme… Bakışlarında sevgiden başka bir şey daha var anlayamadığım. Bazen gözlerini kaçırıyor benden, gözündeki nemi görüyorum. Beni çok sevdiğinden bahsediyor. Ona tuhaf bir yakınlık duyuyorum. Bir kaza geçirmiş olmalıyım. Yüzümde, bedenimde yaralar, morluklar vardı. Hepsi geçti. İçimde bir yer kanıyor ama… Bazen bir ağırlık çöküyor üzerime karabasan gibi. Nefes alamıyorum. İşte böyle zamanlarda ona sığınıyorum. Kolları şefkatle sarıyor. Bu terk edilmiş kulübede ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Beni neden buraya getirdiğini de. Ona sorduğum soruların cevabını alamıyorum. Sıklıkla söylediği şey; “Beni affet!”

Bazen hiç konuşmuyor. Suskunluğu bıçak gibi! Gözleri çok güzel…

Zihin her şeyi silse de aşkı silemiyor. Kokusunu her aldığımda midemde bir sızı… Bana kim olduğunu söylemiyor. Bazen uzun kalıyor yanımda. Bazen birkaç saat. Hiç gitmesin istiyorum. Beni hiç bırakmasın. Burada güvende olduğumu, korkmamam ve hafızamı zorlamamam gerektiğini söylüyor. Ben hırçınlaşınca, öğrenmeye çalıştıkça kalbimden öpüyor. Biraz daha zamana ihtiyacımız olduğunu söylüyor sadece. “Her şeyi geride bırakıp gideceğiz buradan!” diyor. Geride bırakmak… Güzel olan şey bırakılır mı? Güzel bir şey kalmadıysa ya?

Düşünmeyi bırakıyorum sonra. Anlatmasa da hissediyorum. Kendimden ve ondan başka hiçbir şeyi, kimseyi hatırlamak istemiyorum! Sadece sevmek onu… Yanımda kaldığı gecelerde sarılarak uyumak ruhuma iyi geliyor. Gözyaşları ıslatıyor bazen geceyi. Neden ağladığını hiç sormuyorum. Adını bile sormuyorum. Söylemeyecek biliyorum. Bana öyle dokunuyor ki, incitmekten korkar gibi. Onu neden affetmeliyim? Bilmek istemiyorum! Korkuyorum öğrenmekten. “Canımı yakmış olamaz” diye düşünüyorum. Sonra ona sımsıkı sarılıp gözlerimi kapatıyorum.

Bir gece sayıklıyor uykusunda: “Ulu ağacın altında sana git derken de seni seviyordum, affet beni!” diyor. Hatırlıyorum o ağacı! Çocukken birlikte dikmiştik. Sonra annemin yaptığı pitayı[1] yemiştik topraklı ellerimizle… Gözlerimi kapatıyorum sıkıca. Başımı yumrukluyorum. Hatırlamak istemiyorum! Kalp atışlarım hızlanıyor. Zihnimde netleşmeye başlıyor her şey yavaş yavaş.

Televizyonda izlediklerim, duyduğum patlama sesleri beni çok korkutmuştu. Koşarak yanına gitmiştim. Efkaristiya Ayini için kilisede olduğunu biliyordum. Ağacımızın altında bekliyordu beni. Onu görünce sarılmak istediğimi, beni kendinden uzaklaştırdığını hatırlıyorum. “Artık seni sevemem git buradan! ” dediğini. O an hissettiklerimi… Onu orada bırakıp yaşadığım hayal kırıklığıyla dakikalarca yürüdüğümü, aynı topraklarda birlikte yaşadığım, aynı dilde şarkılar söylediğim insanların benden yüz çevirdiğini hatırlıyorum! Sonra yine patlama sesi duyduğumu, ayaklarımın beni taşımadığını… Yaslandığım yıkık binaya yaklaşan silahlı adamı, kaçmaya çalışırken düştüğümü, yüzüme inen yumruğun şiddetini hatırlıyorum! Adamın leş kokan nefesini! “Soyunuzu kurutacağız!” diye inlerken üzerimdeki ağırlığını hatırlıyorum! Nefes alamadığımı, gücümün kalmadığını, direnemediğimi, bağırmaktan sesimin kısıldığını, kimsenin bana yardım etmediğini hatırlıyorum! Adamın komşumuz olduğunu bir de…

Ona bakıyorum. Uyuyor. Saçları sırılsıklam, yüzü ıslak. Dışarı çıkıp hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Kalbimdeki derin yara asla kapanmayacak! Onu kulübede bırakıp, karanlık ormanın derinliklerine doğru ilerlerken karnımdaki bebek ilk tekmesini atıyor.

Buse Çetiner Üzer


[1] Boşnak böreği.