Yazarlar hayallerine biçim vermeye uğraşırken türlü türlü hallere girerler. Edebiyatın kıyısından ayrılmadan, Doğuş Benli ile bu yazma hallerini konuştuk.
Çağdaş Küçük

Neden Yazıyorsun Doğuş?
Sert bir soruyla başladık sanki : ) Sorunu Hollywood filmlerinin Türkçe dublajlarındaki o karizmatik sesi içimde duyarak okudum. “Hey dostum senin derdin ne, ha!” diyen o bildik sesle. “Sakin ol ahbap,” diyorum ben de sana, “sakin ol ve indir o silahı, konuşalım.” Tamam, biraz abarttım, kabul. Belki de normal bir soruydu ama sıkıcı bir cevap vermek istemediğimden yanlış anlamak işime geldi doğrusu. Çünkü silah zoruyla röportaj yapan iki adamı hayal etmek (ve yazmak) soruna standart bir cevap vermekten çok daha eğlenceli bence. Hem böyle yaparak neden yazdığımın cevabını da vermiş oluyorum aslında. Yani, yazıyorum çünkü yazmayı, yazarken oyun oynamayı seviyorum. Bir öyküyü bitirdiğimde hele içime sinen bir şey ortaya çıktıysa mutlanıyorum. Masa başına oturduğumda hiç aklımda olmayan ama bir süre sonra o beyaz sayfada beliriveren metne şaşkın şaşkın bakan hâlimi seviyorum. Öykü yavaş yavaş oluşurken, karakterlerin neyi neden yaptıklarını etraflıca düşünüp öykünün ihtiyacı olan bilgileri öğrenmeye çalışıyorum. Bu öğrenme süreci de daha dinamik daha tahammül edilebilir birine dönüştürüyor beni. Demem o ki, “Artık şu silahı indirsen de ikinci soruya mı geçsek?”
Dosyan kabul görmeseydi ne yapardın, yani yazmayla olan ilişkin şu an ne durumda olurdu?
Mutluluğumuza’daki öyküleri yazarken bunların bir dosyada toplanacağını düşünerek yazmadım. Kitabın içindeki öykülerin çoğunu tamamladıktan sonra belli bir temada yazdığımı fark edip bunun bir dosya olabileceğini anladım. Ardından bazı öyküleri bu temayla daha uygun olması açısından yeniden ele alıp değişiklikler yaptım, dosyanın hacmini artırmak için yeni öyküler yazdım. Dosya böyle oluştu. Dolayısıyla dosyam kabul olmasaydı da ben yazmaya devam ederdim sanırım. Hatta kitabım çıkmamış olsa daha rahat bile olabilirdim. Çünkü kitaptan sonra yazdıklarımı zor beğenir oldum ve artık eskisi kadar hızlı yazamıyorum. Bu iyi bir şey de olabilir tabii. Acelem yok.
Kitabın eline ulaştığında ilk olarak neler hissettin?
Yazar kopyalarının geldiği gece kitabı baştan sona okudum. Bitirdiğimde gözlerim doldu. Aramızda kalsın, birkaç damla da yaş düştü gözlerimden. Orda vedalaştık kitapla. Çünkü son iki senedir yoğun bir şekilde bu öykülerle uğraşıyordum. Kitabın bağımsızlığını ilan etmesi beni epey rahatlattı. Artık herkes kendi yoluna gidebilir, diye düşündüm.
Kitabın çıktığında yaşanacaklara dair bir öngörün vardı, bunun ne kadarının gerçekleştiğini düşünüyorsun?
Bunu etraflıca düşündüğümü söyleyemem. Sadece sevilmesini umuyor ve güzel dönütler almayı bekliyordum galiba. Bugüne kadar güzel yorumlar aldığım için beklentime uygun gidiyor. Tabii henüz çok az sayıda okura ulaştı. Okur sayısının artmasını, onlardan gelecek yorumları dört gözle bekliyorum.
Yazdıklarının belirli bir niteliğe ulaştığını ve artık bir kitap yayımlatabilecek seviyede olduğunu nasıl anladın?
Dosyam kabul edilmeden önce Sözcükler, Kitap-lık, Notos, Lacivert gibi dergilerde öykülerim yayımlanmıştı. Farklı dergilerin editörlerinin beğenisini alıp o dergilerde yer alabilmek kitap için cesaretlenmemi sağladı. Dosya oluştuğunda da hiç umutsuz değildim. İyi bir şey çıktığını düşünüyordum. İlk olarak dosyayı arkadaşım Pelin Buzluk’a okuttum. Sonra üzerinde birlikte de çalıştık. Pelin’in beğenisini almak da bana “Galiba olacak bu iş,” dedirtti.
Peki, hiç yılgınlığa düştüğün oldu mu?
Yılgınlık değil de uzun süre yazmadığımda, acaba yazmayı unuttum mu, diye korktuğum oluyor. Ama bugüne kadar her defasında bir şekilde hatırlamayı başardım.
Bir öykü yazma sürecin nasıl başlayıp nasıl ilerliyor, bize bundan bahseder misin?
Genellikle bir duyguyla yola çıkıyorum. Masaya oturduğumda başı sonu belli bir hikâye ise olmuyor kafamda. Öykü, üzerine düşündükçe yavaş yavaş şekilleniyor.
Tahsin Yücel’in Yazın Yine Yazın kitabındaki Béguin alıntısı: “Yazar kaleminin ucunda düşünür,” benim için de geçerli yani. İlk cümle bir şekilde yazılınca, öykü kendi ritmini, atmosferini ve karakterlerini de peşi sıra getiriyor. Her şey de kendiliğinden oluyormuş gibi anlaşılmasın ama. Karakterlerin neyi neden yaptıklarını etraflıca düşünüp, öykünün ihtiyacı olan bilgileri öğrenmeye çalışıyorum. Sevdiğim, keşke onlar gibi yazabilsem dediğim yazarları da sık sık, döne döne okuyorum. Yazma sürecim özetle böyle.
Bir öykü yazarken taviz vermediğin detaylar var mı? Kalem kullanmak, sessizlik, yalnız kalmak, sadece geceleri yazmak vb.
Hayır, hiç yok. Her ortamda yazabilirim. Genelde bilgisayarda yazıyorum ancak deftere ya da telefona yazdığım da oluyor. Hatta bir öykümü, konuştuklarımı Google klavyeyle metne çevirerek yazmıştım. Sonra o öyküyü beğenmedim ve bir kenara attım ama böyle şeyleri denemeyi seviyorum.
Genelde hafta sonu gündüz ya da çocuklar uyuduktan sonra birkaç saatlik zamanda yazıyorum. Mekan fark etmiyor. Otobüste, uçakta, wc’de aklıma bir şey gelirse yanımda kağıt kalem ya da telefon varsa yazabilirim. Google docs kullandığım için de internet bulduğum her ortamda dosyalarıma ulaşıp çalışabiliyorum.
Zamanında amatörce de olsa kısa film çektiğini biliyorum. Senaryo yazmak gibi bir proje var mı kafanda ya da bir gün romanını okuyabilecek miyiz?
Epeydir senaryo yazmadım ancak en son Netflix’ten Uysallar dizisinin iki bölümünü izleyince ben daha iyisini yaparım diye düşünüp yeniden heveslendim. Şaka yapıyorum. Heveslenme kısmında : )
Birçok öykücü hayatını kazanmak için senaryo yazıyor, biliyorum. Günün birinde olabilir ancak bunun için henüz somut bir adım atmış değilim. Vakit en büyük problem şu anda. Roman konusunda da bir planım yok. Şimdilik öykü ile memnunuz birbirimizden.
Şunu yazmış olmak isterdim dediğin bir eser var mı?
Suç ve Ceza.
Seçme şansın olsaydı hangi yıllarda yazar olmak isterdin?
İlginç bir soru. Düşünüyorum da mesela iki yüz yıl öncesi kimi okuyacaktım da etkilenip bir şeyler yazmaya çalışacaktım değil mi? Ya da elli yıl önce Yusuf Atılgan’ı Oğuz Atay’ı okuma şansım olur muydu? Böyle bakınca bugünü tercih ederim. Hem, eskiden parşömen de yoktu bu söyleşiyi nerede yayınlayacaktık. Bunlar hep sıkıntı.
Bir masaya oturup hasbihal etmek istediğin üç edebiyatçı desem?
Üç yazarın edebiyat üzerine yazdıkları e-postalarından mütevellit Kurbağalara İnanıyorum kitabını okurken Barış Bıçakçı, Behçet Çelik ve Ayhan Geçgin’le rakı içmek istemişti canım. Bunu hâlâ çok istiyorum. O masada olayım hasbihal etmesem de olur. Onlar konuşsun ben dinlerim, boşalan kadehleri doldururum, bardaklara buz atarım. Arada da kadeh kaldırıp “Hadi beyler,” derim benim kitaba gönderme yapıp “Mutluluğumuza” dedikten sonra keh keh gülerim.
Peki o masadan kalkıp buluşmaya gideceğin öykü ya da roman kahramanı?
Öncelikle o masadan beni kimse kolay kolay kaldıramaz. Ancak o üçlü rahatsız olur da beni kovarlarsa o zaman Yer Altından Notlar’ın kahramanı yer altındaki adamın yanına gitmek isterdim. O bana Zverkov’un, Simonov’un, Ferfiçkin’in onu nasıl da ektiklerinden, o içki masasında nasıl da küçük düştüğünden söz ederdi. Ben de “Herkes biliyor abi senin hikayeni, yorma kendini,” derdim. “Kafanda çok kuruyorsun, psikolojin bozulacak, azıcık rahatla, boş ver, Zverkov’un da Ferfiçkin’in de Allah belasını versin, senden kıymetli mi,” diye eklerdim. Sonra konu bizim masaya gelirdi. O akşam benim de hiç yüzüme bakılmadığından yakınırdım. Sarılır ağlardık. Belki birlikte son bir bira içmeye giderdik. “Korkma,” derdim ona “o son rubleleri nereye harcadığını biliyorum, biralar benden, sıkıntı yok.”
Son olarak, şu an neler okuduğundan, yeni dosya hazırlıklarının olup olmadığından bize bahseder misin?
Şu sıralar epey roman okudum. Yenilerden öykü kitaplarını ve dergileri takip etmeye çalışıyorum. Tam şu anda ise Tobias Wolff un Hikâyemiz Burada Başlıyor’unu okuyorum. Yeni dosyanın yarısındayım diyebilirim. Yavaş yavaş birikiyor öyküler. Sene sonuna kadar biraz daha üzerine koymayı hedefliyorum.
Kazasız belasız bitirdik galiba. Tetiği çekmediğin için çok teşekkür ederim Çağdaş.