Tarhan Gürhan

Bir gün bir doktor, hastasının ölüm kağıdına “Edebiyat eksikliği”nden yazarsa, işte biz o gün anlayacağız edebiyatın ne kadar elzem bir “şey” olduğunu. Edebiyatsızlıktan ölünebileceğini… Geç olmaz umarım.

Telaş, heyecan, hüzün, gözyaşı, umut, kavga, ter dökme, sabır, kan revan, serum, hortum, şırınga, bağırış çığırış, inleme, çığlık, ilaç kokusu, sargı bezi, pamuk, alkol, kıvranış, endişe, kusma… Bunlar acil servisin doğasında olup bitenlerden bazıları. Saydığım bütün bu kavramlar ve isimler edebiyat için de geçerli değil mi? Evet edebiyat acil ve vazgeçilmezdir. Bunu tartışanlar varsa aramızdan ayrılsın lütfen.

Edebiyat acil servisin hem içindedir hem de dışında. O pencereden öyle bir bakın ki dünyaya, bakışınızdan cam çürüsün. Elimizde sadece hayal gücümüz var, başka hiçbir şey değil. Kullanmazsan çürütürsün. Gerçeküstü yerlerden biridir acil servisler. Elinden pek bir şey gelmez, çaresiz izlersin etrafı.

Yaz ve kış kardeştir aslında. Birine varmak için diğerinin içinden geçmek gerekir. Ya da yaz ve kış kadın ve erkek gibidir. Birine varmak için diğerinin içinden geçmek gerekir. Yaşam ve ölüm de kardeştir, birine varmak için diğerinden geçmek gerekir. Edebiyat ile hayat da kardeştir, birine varmak için diğerinin içinden geçmek gerekir. İşte o “içinden geçme” sırasında acil servislerdeki yangın insanlara doğru yürür. Bu yangının önünü ancak edebiyatla alabilirsin. Edebiyat iyi bir yangın söndürücüdür aynı zamanda. Biz yangınlarda en çok insan hikâyelerine üzülürüz. Gerisi alevler ve su arasında geçer.

Annen acilde “ex” olur. Acil servisler hastanelerin en ölümlü yerleridir. Sen yazmaya devam edersin. Bir acıyı başka bir acıyla boğmak istersin. Hem de durmamacasına. Etrafındaki kimse anlayamaz bunu. “Annesi öldü bir damla gözyaşı dökmedi!” derler. Kınarlar seni. Halbuki ölen senin annendir. Onların kınayabileceği bir durum değildir. Annenin acısını kağıtlarla boğarsın. Kendini öldürmemeyi kağıtlarla boğarsın. Bir acıyı başkalaştırmak istersin. Yutkunamazsın. Olan biten budur. Boğacak başka bir şey bilsen onu da yaparsın. Ama yok, yok işte… Yoklukla hiçbir şey boğulmaz, boğulamaz…

Doktorla ölüm raporu için tartışırsın. “Edebiyat eksikliği” kayda geçsin istersin. “Yeterince eksikliğimiz var,” dersin, “bari bu eksik kalmasın.” Doktorun seni anlayamadığını, hatta delirdiğini düşündüğünü bilirsin. Tıp, edebiyatı nasıl anlasın!? Biri bilim, biri sanat… Ölüme inat, ölüm kayıtlarını değiştirmek istersin. Gelecekte bir yerde, birinin bu nota takılmasını beklersin. Bu beklentin seni bir gıdım umutlandırır. “Doktor,” dersin, “bu kaydın hayati önemi var.” “Neden?” diye sorar doktor? Neden? “Çünkü hayat dokunulmaz olduğunda biter, yazı da…” dersin. Tıbbın dilsizliğini edebiyat söker.

Acil servis her şeyin hemen şimdi olması gereken bir yerdir. Adı üstündedir. Anlamı gözünün içine batar. “Acildeyim” dersin kendine ve arayanlara. “Acildeyim.” Ne korkunç! Kimsenin vakti yoktur. Acilden üç yere gidersin: Ya evine, ya servisteki odana, ya da morga… Oradan başka yere gidilmez.

Acil servisler insanların en doğal oldukları halleriyle karşımıza çıktıkları yerlerdir. Çok hüzünlü bakıyor bir hasta yakını, sanki biri ölmüş gibi. Bazen roman kahramanlarının başına gelenler de bu hüznü yaşatır. Hatta çeşitlendirir. Serumun ucu damardadır. Romanın ucu da kalemin ince ucundadır. Biri etine batar, biri aklına… İkisi de hayat kurtarır. Edebiyat acil servis edilen bir sanattır. Oysa kimse böyle bakmaz. Kalem dediğin nasıl hayat kurtarabilir ki!? İkisi de deri altına işleyerek şifa verir. “Damardan” tabiri edebiyat için de geçerlidir. Serum damarlarına nasıl bir serinlik verirse iyi edebiyat da benzeri etki yaratır. Özellikle beyne giden damarlarda… Bunu bilin ama kimseye söylemeyin.

Yaşayıp gidiyoruz demek isterdim, ama ölüp gidiyoruz. Ne bir karamsarlık ne de başka bir şey. Bir memleketteki ölüm nedenleri o memleketi ele verir. En çok neden ölünüyor!? Verilere “edebiyat eksikliği” yazdırmak bunun için önemlidir. Edebiyat ölüm raporlarına, istatistiklerine geçsin diye.

Sanat bir zekâ gösterisi arenası değildir. Zekâ bir parlar bir söner, sonra tekrar parlar. Geri kalan işi ustalık yürütür. Zekâ sabırsızdır. Ustalık bütün tekrarlara rağmen ya sabır çeker. Edebiyat sabır ustalığıdır. Gözün kör olana kadar yazarsın. Gönlün kör olana kadar yazarsın. Annen “ex” olur, sen zonklayarak yazarsın. Ama artık annen yaşıyorkenki sen değilsindir. Annenin üstünü kelimelerle örtersin. Gider en iyi bildiğin şeyi yaparsın: İçersin! Annenden sonraki ilk kadehlerin, “hatıra hücumu” yaşatır sana. Bir manifesto kaleme almak istersin. Sonra bir bakarsın ki manifeston yaşadıklarındır, ondan çıkar. Vazgeçersin.

Yokluk var. Yokluğun kanunları var. Umut, hayal, hep yokluktan… Yoka girmek/ düşmek, her yazarın başına gelebilir. Oradan çıkamazsan yoktan bir yazar yaratmaya çalışırsın. “Edebiyat eksikliği”nden, çoklu organ yetmezliğinden okuyarak kaçmaya çalışırsın. Ölüm, edebiyat takviminde sararmaya başlamış bir kağıt parçasıdır artık.

Arkamda edebiyat, önümde acil servis. Mezarlıklar niye sessizdir? Bilen varsa beri gelsin.

Tarhan Gürhan