Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Serap Üstün

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Yazma cesareti önemliydi. Kendimi bildim bileli okuyorum. Son beş yılda neyin, nasıl okunacağına daha fazla kafa yormaya başladım. Göremediklerimi görür, düşünemediklerimi düşünür olduktan sonra okuduklarıma bakış açım da değişti. Buna ilk adım diyebiliriz. Yazmaya başladığımda taşlar kendiliğinden yerine oturdu. Çünkü zaten kitapsız her hevesli gibi söyleyecek sözüm, anlatacaklarım kafamdaydı ve hayat bulmayı bekliyordu. Değerli yazar Barış İnce ile İzmir’deki yazı atölyesinde yolumuz kesişti. Hazır olduğumu hissetmek için uzun süre çalıştım ve yazdıklarımı demlendirerek doğru zamanı bekledim. Sabırlı bir insanım, hırslarım yok. Her kitabın kendi yolunu bulacağına inanıyorum.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öykünün sahiciliğini ve vuruculuğunu seviyorum. Az sözle çok şey anlatma çabası beni heyecanlandırıyor. Bu yönüyle şiir gibi bir matematiği var. Anlatmak istediklerimi en iyi böyle aktarabildiğimi gördüm.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

İzmir Yazı Atölyesi’nden dostlarımın kitaplarının da yayıneviydi. Kayda Değmez, Yegâne Yayınları’ndan çıktı. Benim için çok keyifli bir ekip çalışması oldu. Disiplinli, özverili ve özenli bir hazırlık süreci geçirdik. Son okumayı değerli yazar Neslihan Yiğitler, kapak tasarımını sevgili Barış Can Sarıkaş büyük titizlikle yaptı. Hepimizi bir araya getiren yayınevinin gülen yüzü Sevil İnce, yayımlanma sürecinde son ana kadar yanımızdaydı, hâlâ da öyle. Kısaca çok şanslıyım.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet. Yayınevinin editörü sevgili Doğuş Sarpkaya değerli fikirleriyle yol gösterdi. Kayda Değmez onunla parladı. Ona bir kez daha sizin aracılığınızla teşekkür ederim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Bunu değerlendirmek için henüz çok erken ama farkındalığı yüksek öykü okurlarını günbegün tanımak eşsiz bir yolculuk. Cümlelerimin ihtiyacı olanı bulması bu kitap için tek dileğimdi. Başlangıç olmasına rağmen umduğumu bulmaya başladığımı geri dönüşlerden anladığımı söyleyebilirim.

Telif aldınız mı?

Evet. Yayınevimle anlaşmam doğrultusunda telif alıyorum.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Dergiler elbette okurla buluşmak için çok kıymetli. Öykülerim yaklaşık beş yıldır dergilerde yayımlanıyor.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Beni tanıyan herkes, en başından beri yazıyla ilişkimin ciddi olduğunu bilir. Yani hep özgürdüm, yine öyleyim. Bu kitabı elimde tuttuğumu hayal ettim ve gerçekleşmesi için çalışma gücü bulmama yeterliydi.

Peki, bundan sonra?

Okumaya, yazmaya, çalışmaya devam. Edebiyatın iyileştirici gücüne inanıyorum. Aydınlık günler için umutluyum ve umudun gerekliliğini dilim döndüğünce anlatacağım.