Güzel olanı severiz. Sevip içimizde gezdiririz.
Dünya benim için İzmir’den sonra taa Tekirova’ya kadar ardı arkası kesilmeyen deniz, gök, zeytinlik, koy, çakıl ve ellerini camdan çıkaran çocuk sevincidir.
İstediğin yerde dur. Ye iç bak izle gör. Nefes al. Bitiremezsin. Zeytinleri, koyları, denizin üstünü ya da altını. Yediğini içtiğini gördüğünü unutamazsın. Döner döner aynı yere gelirsin. Bu sevginin hasretlikle uzaklıkla hiç de ilgisi yoktur onu da belirtmek isterim. Madem bir şeyler belirttim devam edeyim. Zamansız muhabbetimizi zamana hapsetmek istercesine beni, “sizin oralarda dalacağım bana sualtı saati gönder” diyen Giray Kemer’den de bahsedeyim.
Bir imzalı kitaba bir dalgıç saati göndermedim. Kıskanç da biriyimdir. Kaş’ta dalıp Paris 2 gemisini görmesini, sokarları kefalleri denize düşen ekmek parçalarını ağzına alan mercanları izlemesini kıskanırdım.
Bekle beni, anca öyle. Söz, Göcek Tüneli’ni değil eski yolu kullanacağız. Zira dediğim gibi İzmir’den Antalya’ya kadar tek tabela olsa da olur. Baka baka Gökova’ya Kekova’ya değe değe tarihe izleri takip ettiğimiz patikalara, araba yolundan keçi yolundan deniz yolundan her yer bizi istediğimiz yere çıkaracak bana güven diye diye, pancar sesinden duyamadığım dertlerini Akvaryum koyunda sallanırken anlat kardeşim dediğim an anlattıkları ortaya çıktı.

Giray Kemer’in üçüncü kitabı, ikinci romanı İletişim Yayınları etiketiyle geçtiğimiz ay raflardaki yerini aldı.
Yukarıda ben açık açık kitaptan rol çaldım.
Nasıl güzelse canım Ege, öyle güzel romanın dili. Yazar bize burada ne anlatmış? Hastayız, iyileşeceksek yol belli demiş. Memleketin bazı aksaklıklarını, bazı aksaklıklardan nasıl yırtarız biz bu yokluktan bu acılardan bu aşklardan çok yorulduk diyen bir erkek üzerinden böyle akıllı böyle güzel böyle estetik bir kadının dokunuşu olmadan çıkamayacağımızı, tamam bunlar kötü tamam işler çığırından çıktı ama dostluk da Ege de yollar da daha bitmedi diyerek keyifli ve umut dolu bir kurgu ve dille anlatmış.
Türkçe Dublajlı İtalyan Filmleri Gibiyiz birbirine bağlanan ama kendi içinde dinamiği olan her biri farklı bir hikâye gibi değerlendirilecek bölümlerden oluşuyor. Bunları hep yapmak istediğimiz ve yapmak zorunda olduğumuz iyi Türkçe ile yapıyor.
Yazar, derdini tasasını memlekete dair endişelerini belki yakından belki uzaktan tanıyabileceğiniz tanımasanız dahi kaygısını ve gerçekliğini bilebileceğiniz insanlar üzerinden anlatmış.
İyi de etmiş.
Kavramlar niyetler birbirine karışmasın. Bu kalıbı kullandım daha önce ama sevdiğim şeyleri tekrar etmekten hoşlanırım: Bu bir eleştiri, bir tanıtım ya da kitap yazısı değildir. Konuşma ihtimalimiz olan bazı konuların iyi bir dil ve iyi bir kurgu ile biraraya gelmesini kutlama yazısıdır.
Zira uzaktan sevişiyoruz Giray ile. Şayet yakın olsaydık onu hiç arkasına baktırmadan Simena’daki kaleye çıkartır, yavaşa yüzünü döndürtür sonra gözlerini açmasını söylerdim. Kekova adasına bakar nefes alır, nefes alırdık. İhtiyacımız olan şey nefes almak. Bakar bakar sonra bir saniye derdik. Şu uzaktaki yelkenli de görünen Mehmet Bey mi diye birbirimize bakar, sevdiğimiz herkesi selamlamanın gururuyla marketten neşeli sıvılar, saatsiz tahammülü bol vakitler, lacivert geceler. Ne varsa cebimizde armağan eder “İçeriye Bakan Kim” derdik. Demezdik de, böyle bir şey mümkün olsaydı Mehmet Günsür’u dinlerdik.
Velhasıl yazabildiğimiz kadar yazacak, anlatabildiğimiz kadar anlatacak, Ege’yi Akdeniz’i daima seveceğiz. Yaşasın dostluk, yaşasın edebiyat!
Gidemiyorum yazıdan. Ama gitmeden şunu diyeyim: Biz yokken de zeytin ağaçları vardı. Biz varken de biz olmadığımızda da.
Sonuç: Türkçe Dublajlı İtalyan Filmleri Gibiyiz‘in zeytin ağaçları kadar kalıcı olması dileğiyle.
Deniz börülcesi vereyim mi kardeşime?
Halil Yörükoğlu