Arzu Anlar Saraç

Birazdan yeraltındaki evimden çıkıp insanların arasına karışacağım. Yıllardır bir Ninja Kaplumbağa gibi yaşayan ben, bugün ilk defa He-Man gibi hissediyorum, güçlü, yakışıklı ve cesur savaşçı. Yapabilirim biliyorum, başarabilirim. Prensesi ejderhanın elinden kurtarıp, onun kahramanı olabilir, kendime aşık edebilirim. Bunun için fazlasıyla zekiyim. İstanbul’un en iyi tıp fakültesine en yüksek puanla kim girdi? Ben tabi ki. Gerçi içinde bulunduğum coşkun ruh hali yarım saat önce aldığım 300 miligram Wellbutrin sayesinde de olabilir ama takılmıyorum. Fazla dopamin göz çıkarmaz sonuçta. Yani umarım çıkarmaz. Biraz daha acele etsem iyi olacak. Geç kalıp Nisan’ı bekletmek istemem. Beklemez zaten. Niye beklesin? Yok yok. Ne yapmıyoruz? Negatif düşünceleri kendimize yaklaştırmıyor, evrene pozitif enerji yolluyoruz.

Murphy kanunları 1: Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.

O halde bugün kanunları çiğniyoruz. Stresten midem bulandı. Ah ulan oğlum, o son dilim pizzayı yemeyecektin. Nisan da garip kız, tutturdu “Balat’ta buluşalım.’’ Çok nostaljikmiş. Ben bizzat nostaljinin içinde yaşıyorum kızım diyemedim. Yürüyerek iki dakikada sahile iner, yeni gelmiş gibi yaparım. Benim de işime geldi doğrusu. Malum hava güzel, metrobüs kalabalık. Ne kadar çok insan o kadar çok stres. Nisan’la buluşacak olmak yeterince geriyor beni, dahasına da lüzum yok.

Nisan’dan çok hoşlanıyorum. Bunu ona hiç bir zaman söyleyemedim tabi ki. Altı yıldır veterinerlik okuyor. Kaçıncı sınıfta olduğunu kendisi bile bilmiyor. Dört yıl önce internette tanıştık. Benden anatomi dersi aldı. Sınavlarını sayemde geçti desem yeridir. Benim gibiler için bulunmaz bir imkan online dersler. Evden çıkmadan, altında donunla hatta istersen kameranı bile açmadan bal gibi para kazanıyorsun. Sonuçta sanal da olsa arkadaş olduk. Arkadaş olduk dediysem, en azından cep numaram rehberinde var bundan eminim. Çünkü beni arayıp buluşmak istedi . Nasıl güzeldir Nisan bir görseniz. Aslında Star Wars’ta Natalie Portman’ın canlandırdığı Padme Amidala’nın kopyası gibidir. Ona ders verirken kendimi Anakin Skywalker gibi hayal ederim hep. Offf! Yine heyecan bastı iyi mi? Bugün ona söyleyeceğim. Başka yolu yok. Onu düşünmekten sinapslarım arasındaki bağlantılar eskidi. Testosteron hormonundan başka bir şey salgılayamaz oldum. Durum fena yani.

“Ben çıkıyorum Splinter Usta, gelirken sana da yaş mama alacağım. Sen dua et bu iş olsun. Şu ev bir kız görsün artık, dimi ya!”

Yürürken etrafıma pek bakmam. Az tökezleyip düşmedim. Defalarca gözlüğüm kırıldı, pantolonum yırtıldı. En büyük düşmanım kaldırım sonları ve açık bırakılmış rögar kapaklarıdır. Ama bazen kötü sürprizler güzel şeyler de getirir insanlara. Geçen yıl yine dalgın dalgın yürürken takılıp düştüğüm rögar kapağı sayesinde buldum Splinter Ustayı. Yarı açık kapağın altından ciyak ciyak bağıran sesini duydum ilk. Zaten halihazırda yere kapaklanmışken kurtarıvereyim hayvanı dedim. El kadardı. Küçücük ve sırılsıklamdı, epey de korkmuştu zavallıcık. Yapış yapış tüylerinin arasından sapsarı gözleriyle bana baktı. Hani miyavlamasa fare sanacaktım. Kıyamadım aldım, eve getirdim. Temizleyip, besledim. İşte o zamandır benim zindanda beraber yaşıyoruz. İyi de bir ikili olduk. Ben Ninja Kaplumbağa, o Splinter Usta. Eve her gün verdiğim pizza siparişlerini getiren çocuktan başka gelen giden yok, okul haricinde benim de evden çıktığım yok. Geçinip gidiyoruz işte. Genelde ders çalışırım zaten. Müzikle, televizyonla aram yok. Boş vakitlerimde de çizgi roman okuyorum; X-Man, Deadpool, Sin City, Rick and Morty. Özellikle tuvalette Zagor, Kaplan, Tommiks ve Teksas okumak en büyük zevkimdir. Sigara ya da alkol kullanmam. Kafam hep güzel çünkü. Elbette her insan gibi ben de hafta sonları sosyalleşirim. Kafamın uyduğu bir kaç kişi ile yıllardır takılıyoruz. Haftada bir gün online Dungeons and Dragons oynuyoruz. Artık modası geçti, daha ne oyunlar var diye düşünüyor olabilirsiniz. Fakat klasikler asla ölmez.

Sahil kalabalık değil, ne mutlu bana. Bugün şans benden yana.

Murphy kanunları 10: Her şey yolunda gidiyorsa, kesin bir terslik vardır.

Bu kez bu kanunu da yıkıyoruz. Her şey güzel olacak. Az ileride her zaman oturduğum bir bank var. Orada beklerim Nisan’ı. Hem lokasyon olarak da kusursuz. Kız köşeyi döndüğünde onu bu açıdan çok net görebilirim. Fakat onun beni görebilmesi için yirmi metre daha yürümesi gerekir. Bu arada son kez kendime çeki düzen verip onu henüz görmüş gibi yapmaya yetecek zamanı kazanmış olurum. Güzel de bir poz veririm. Şöyle denize karşı, bir elim cebimde, diğeri saçlarımın arasında, hem cool, hem derin bakışlar. Oldu bu iş oğlum!

Tüh, şansıma tüküreyim! Benden önce Feriştah gelmiş. Bir güzel yayılmış kırmızı gülleriyle banka. Mezardan ölmüş dedesi gelse kaldıramaz onu şimdi. Beni de pek sevmez zaten. Bir kaç kez “Falına bakayım yakışıklı’’ diyerek yanaştı yanıma. Bir ısrar bir inat… En sonunda kovmaktan beter ettim kadını. “Sen git yalanlarına kanacak beyinsizlere fal bak, ben senin için fazla akıllıyım abla.’’ dedim. Ağız dolusu küfür ve ardından da okkalı bir tükürük savurup gitti. O zamandan beri ne zaman karşılaşsak yılan gibi tıslayarak geçer yanımdan. Bak nasıl da pis pis bakıyor. Günümü mahvetmese bari… Evrene olumsuz mesaj yollayıp durma oğlum ya! Tipe bak Allah aşkına! Üstünde leopar, altında gırtlağına kadar çektiği güllü dallı şalvar… Hele bir sakız çiğneyişi var, içimi bulandırıyor. Nasıl da kısıp gözlerini tepeden tırnağa süzüyor beni. Düşmanız sanki. Ejderha gibi de sırıtıyor, şeytan suratlı. Anladı mı acaba kızla buluşacağımı? Nisan gelir gelmez başka bir yere gitmek en iyisi.

Murphy kanunları 2: Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.

Ellerim titremeye başladı. İlacın dozu az mı geldi acaba? Ne yapsam arayıp başka yerde buluşalım falan mı desem?

“Merhaba Çağdaş, çok bekletmedim değil mi?”

“Yok Nisan, ben de yeni geldim. Ne bekletmesi… İstersen başka bir yere gidelim?”

Al işte yine Murphy kazandı.

Kanun 6: Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir.

Bacaklarım titriyor. Bir an önce otursak bari. Dik dur oğlum Çağdaş, göbeğini içine çek, göğsünü şişir. Ne o öyle ezikler gibi sindin hemen. Konuş, susma ki kız özgüvenli olduğunu düşünsün. Bu gün şeytanın bacağını kıracağın gün unutma.

“Abe gençler, bakayım falınıza. Şişt! Titrek oğlan alasın bu Paris gibi romantik, Londra gibi asil kıza bir demet kırmızı gül.”

Allah kahretsin Feriştah seni emi! Nasıl ışınlandın ordan buraya iki saniyede. Yok öyle yağma! Kızdan faydalanıp, kokuşmuş güllerinden satacak bana. Kafanın içinde beyin yerine sakız taşıyorken bu ne cesaret. Sen ne bilirsin Paris’i Londra’yı!

“Yok abla sağ olasın. Biz de gidiyorduk zaten. Değil mi Nisan?”

“Pinti oğlan, levan yoksa hediye ederim. Yazıktır bu güzelim tazeye, gönlü kalmasın.”

Feriştah bugün tam formunda anlaşılan! Aklınca beni kıza kötü gösterecek. Elimdeki parayı iç edecek. Gerçi fazla da param yok ya. Pek de haksız sayılmaz. Bugünü mahvetmesine izin veremem. Demek savaş istiyorsun Feriştah. Nisan da hiç gül görmemiş gibi aç aç bakıyor kadının elindeki demete. Bu kızların çiçeklerle derdi ne anlamıyorum arkadaş.

“Tamam abla. Ver bir tane de kaybol, hadi!”

“Aaaa bu dünya güzeline tek bir gül mü alacaksın, utan boyundan posundan. Tü, tü, tü sana. Beğenmez misin yoksa bu ceylan gözlü gacıyı?”

Ah Feriştah, cehennem de yan inşallah. Dakika bir gol bir. Kalp çarpıntım başladı iyi mi?

“Tamam abla ya! Ver hepsini. ”

“A benim şugar kızanım, ay yüzlü gacım, gel bir falına bakayım. İçimden geldi, ta şuracığımdan. Sana geleceğini okuyayım, hadi ver elini ablana.”

Ateşim yükseliyor, Nisan Feriştah’ın anlamsız sözleriyle büyülendi bile. Feriştah banktaki gülleri kapkara elleriyle yere itiyor. Bir yandan da gözlerini zaferinin verdiği hazla kısmış bana bakıyor. Nisan’a bak ya, nasıl da verdi elini hemen. Feriştah sigaradan kararmış dudaklarını büzüp ağzındaki sakızı çıkarıyor, başındaki güneşten solmuş yazmaya yapıştırıyor. Nisan karşısında bağdaş kurmuş oturan org suratlı kadına değil de, sanki tanrının haberci meleğine bakıyor. Feriştah rahat. Yüzümdeki kaygıdan beslenen bir ifrit gibi iştaha geliyor. Benim henüz dokunmaya cesaret edemediğim Nisan’ın pamuk gibi ellerini tutmuş başlıyor anlatmaya;

“Bir düşman görüyorum; tıknaz, bet suratlı bir oğlan. Sipalisi de yoktur cebinde, pinti mi pinti. Aman yanaşmayasın ona. Dur bakayım; kara gözlükleri var, içi gibi kapkara. A benim ceylanım, bu oğlan senin kısmetinin önünde nah böyle dikilmiş, kurbağa gibi bekliyor. Sen kim, o kim? Arkana bile bakma, kaç yavrum.”

Bak sen Feriştah’a bütün kartlarını açık oynuyor. Her cümlenin sonunda da hedefini gösteren trafik levhası gibi bana bakıyor. Nisan’ın yüzü değişiyor. Bir an önce kurtarmalı onu Feriştah’ın zehirli dilinden.

“Nisan, hadi gidip bişeyler içelim. İnanmıyorsun ya bu safsatalara? Cahil cühela işleri, para tuzağı! Senin gibi aklı başında, üniversite okuyan bir kızı kandırabilir mi bu cadı?”

Nisan’ın bakışları kararıyor. Öfkeyle dikiyor gözlerini suratıma. Çoktan müridi olmuş bile o cadının. Bakışlarını yumuşatıp Feriştah’a dönüyor;

“Eee, nasıl biriymiş kısmetim?” diyor.

Al işte balık zokayı yuttu. Bir an önce bir şeyler yapmazsam daha başlamadan bitecek bu ilişki. İçimdeki tüm enerjiyi ellerime yüklüyorum. Derin bir nefes alıp kafamı göğe kaldırıyorum;

“Gölgelerin gücü adına, güç bende artık! He-Man!” diye bağırıyorum.

Aynı anda Feriştah ve Nisan’ın önce bana, sonra da kırk yıllık dostlarmış gibi birbirlerine baktıklarını fark ediyorum. Anlamsız ve boş bakışlar…

Kanun 3: İşler iyiye gitmeden önce hep kötüye gider…

“Şey… İşte öyle…” diyorum.

Diyecek bir şeyim yok ki, ne diyeyim? Kekelemeye başlıyorum. Birazdan cinnet getirebilirim. Bu yüzden kafamı sallayıp hızla uzaklaşmaya çalışıyorum. O sırada ayağımın ucundaki rögar kapağını elbette fark etmiyorum. Yüzükoyun yere kapaklanıyorum. Yine gözlüklerim kırılıyor. Kafamı çevirdiğimde Feriştah’ın ağzından ateşler saçarak kahkaha attığını görür gibi oluyorum. Alacağın olsun Feriştah! Bu iş burada bitmez. Nisan çoktan nirvanaya ulaşmış. Dönüp bu tarafa bakmıyor bile. Başım dönüyor, adımlarım yavaşlıyor. Bir avuç civa gibi eriyerek kapaktan içeri, kanalizasyona doğru akıyorum.

Arzu Anlar Saraç