Şu sıralar televizyonlarda bir reklam serisi dönüyor. Serinin ilk parçası ikincisinin teaser’ı niteliğinde. Yani seyirciye merak uyandırıcı bir olta atıp esas mesajı verecek olan ikinci reklama doğru çekme işlevi taşıyor ve bu nedenle oldukça kısa tutulmuş (şu bağlantıdan izlenebilir). Bu “olta reklam”da bebek bezleriyle dolu bir reyonu dolaşan Kubat, “Şu bez, bu bez…” dedikten sonra alaturka nağmeler yaptığı bir soruyla reklamı kapatıyor: “Yahu annelerimiz bizi neyle büyüttü?”

İkinci, yani esas bölümdeyse bu sorunun cevabını öğrenmeden önce olta reklamdaki sahnenin genişletilmiş bir versiyonunu yeniden izliyoruz. Kubat yine reyonda –bu arada Kubat’ın elinde alışveriş sepeti falan da olmadan neden sapık gibi sürekli bebek bezi reyonunda gezindiği sorusu annelerimizin bizi neyle büyüttüğünden sanki biraz daha önemli ama bunun bir açıklamasını reklam boyunca bulamayacağız– ama bu kez aynı soruyu sormadan önce ufak bir yorum ekliyor: “Bebek bezlerinde bir sürü özellikleeer, sistemler… Güzel de… Yahu annelerimiz bizi neyle büyüttü?”

Neyse ki bu aşamada devreye “öznesi değilsin fazla uzatma” dercesine Nevra Serezli giriyor da Kubat da mansplaining yapmaktan kurtuluyor. Kendisinden öğreniyoruz ki annelerimiz bizi zeytinyağları ve pamuklarla misler gibi büyütmüş, başka bir şeye de (“bir sürü özellikleeer, sistemler…”) ihtiyaç duymamış.

Ve o da ne? Baby Turco markasıyla yepyeni bir ürün, zeytinyağlı bir ıslak bebek havlusu çıkmasın mıymış! Hemen arkasına dönüp alışveriş yapmakta olan kadınlara sesleniyor Nevra Serezli: “Anneler, bizim formül bu bezde.”

Görünen o ki reyon olağan haline dönüp kalabalıklaşmış, artık Kubat’ın şizofrenik evreninde değil gerçek dünyadayız (öyle miyiz?). Dolaşanların ezici çoğunluğu anne veya anne adaylarından oluşuyor, sadece – sanırım fazla kadın egemen bir dünya oluşmasın diye – aralara tek tük de baba serpiştirildiği görülüyor.

Reklamın sonunda, çağrıyı duyan anneler hemen gelip bu yeni ürün için sevinmeye, Kubat’ın söylediği türkü uyarlamasıyla coşmaya başlıyorlar: “Zeytinyağı Ege’den / Pamuğu Çukurova’dan / Anadolu’nun bağrından / Baby Turco doğadan”

Uyarlama türkünün sözleri, yapbozu tamamlayan son ve büyük parça oluyor. Meğer Baby Turco sadece “bir sürü özellikleeer, sistemler”i elinin tersiyle itip analarımızın geleneksel, doğal (ve hem geleneksel hem de doğal olduğuna göre: hakiki) bebek yetiştirme yöntemlerini geri getirmekle kalmıyor, bunu olabilecek en yerli ve milli biçimde, zeytinyağı ve pamuğuna da namahrem eli değdirmeden yapıyormuş (artık pamuk üretimi ithalatının altında kalan bir ülke olduğumuz hakikatininse bu yerli ve millilik anlatısına ters olduğu için reklamda yeri yok tabii).

“Geleneksel” olanın aynı zamanda “doğal” ve “hakiki” olarak kodlanmasıyla beraber, bebek bakımı sorumluluğu da “doğal olarak” annelere iteleniyor elbette reklamda, hepimizin bildiği gibi yetişkin erkekler bir avuçluk bebek götünü mendille silip bez değiştirmekten aciz varlıklardır çünkü.

Ambalajın üzerinde “zeytinyağlı” ifadesini görünce yeni bir cips markası çıktı sanıp sevinen mağdur bir baba

Markamız “turco”luğun tüm özelliklerini dört dörtlük yansıtıyor diyebiliriz artık:

1. Saplantılı ve saplantılı olduğu kadar da sahte bir yerlilik-millilik hassasiyeti

2. Geleneksel olanın hakikat olarak sunumu

3. Bir üst maddeyle bağlantılı olarak, “analarımız” söylemiyle sevimlileştirilmiş bir cinsiyetçilik

4. Aynı anda hem “Dünyayı yönetiyoruz”a inanıp hem de “Gerekirse soğan ekmek yeriz”e sarılan milliyetçi tutarsızlık ve pervasızlıkla “bir sürü özellikleeer, sistemler”in karşısına “zeytinyağı-pamuk”un koyulup yüceltilmesi

5. Birinci maddeyle de ilişkili şekilde, Türklük vurgusunun Türkçeden uzaklaşarak yapılması

Bu son madde epey ilginç. Zira aynı motif karşımıza Cola Turka markasında da çıkmıştı. Cola Turka, Coca Cola’da temsil edilen kültürel emperyalizme cevaben bir “karşı saldırı” olarak sunulmuş, reklamlarında bize artık Türklerin Coca Cola içip Batılılaşmayacağı, bilakis Batılıların Cola Turka içip Türkleşeceği anlatılmıştı. Bu iddiayı temsilen bir reklamda Hollandalı futbolcu Van Hooijdonk’a Cola Turka içiriliyor, Hooijdonk’un o feminen, tüysüz Batılı yüzünde aslanlar gibi Türk bıyığı çıkıyordu.

Fakat tuhaf olan şey, Cola Turka’nın daha en baştan isim seçiminin “alafranga” olmasıydı. Türk’ün banal milliyetçiliğinin istismarı üzerinden kurgulanan pazarlama stratejisi, kalite algısını pekiştirecek kadar Frenkçe tınlayan bir markalaşmayla desteklenmezse başarısızlığa mahkûmdu.

Peki, tıpkı Baby Turco gibi Cola Turka’nın da reklam şarkısını seslendirmek üzere Belçika doğumlu, müzikal kabiliyetlerinin bir kısmını kilise korosunda şarkı söylemeye borçlu bir sanatçımız olan Kubat’ın seçilmesi tesadüf müydü? Yoksa birinci madde tam da bunu mu söylüyordu bize?

Bu konu üzerine düşünürken Togg’la ilgili müthiş bir gelişme dikkatimin dağılmasına sebep oldu. Yerli ve milli otomobilimiz Togg, Los Angeles Teknoloji Fuarında görücüye çıkmıştı. Bir Türk tasarımı kendini darülharpta beğendirmeye çalışadursun, usta gazeteci Melih Altınok bir habercilik başarısına imza atıyor ve Togg’un hilal bıyıkları ve kurt bakışları olduğunu duyuruyordu!

“Çırpınırdı Los Angeles / Bakıp Türk’ün kaputuna”

Böylece hikâyenin cinsiyet rolleri değişiyor, yerli yerine oturuyordu çok şükür. Yerlilik oranı hakkında şüpheler olsa da Tanrı Dağı kadar Türk olduğu tipinden belli olan Togg affedersiniz gelinlik kız gibi görücüye çıkmamıştı. Ne hacet! Zaten kız Müslümanken oğlan tarafı gayrimüslimse nikâh düşmezdi. Tam aksine, ele geçirmek üzere Bizans Kalesine sızıp üstüne bir de prensesin yatağına giren yakışıklı Kara Murat’tı bizim Togg’umuz. Togg’un Los Angeles seferi bile cihattan sayılabilirdi artık.

Büyük bir heyecanla Togg’un reklamını bekliyoruz şimdi. Haddimi aşmak istemem ama, milliyetçi ve erkek oğlu erkek Türk reklamcılığının dünü ve bugününden aldığım ilhamla benim naçizane bir fikrim var: “Kaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine” türküsü eşliğinde Amerika yollarında araba süren bir Kubat düşünün. O arabanın tekerini bile alacak parası olmayan biz milyonlarca TC vatandaşı ne de gururlanırız ama.

Hakan Sipahioğlu