Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Sanırım her şey bir tamamlanma arzusunun sonucu. İnsan eksik bir varlık, hep bunu arıyor. Bir şekilde yazıyorsanız onun bir muhatabı olması gerekiyor. Yazdıklarını paylaşmayan bile kendiyle muhatap. Bu muhataplık durumu sizi her seferinde bir sonraki aşamaya taşıyor. Son aşamaysa puzzle parçalarını birleştirmek. Buna bazen bir editör bazen dostlar ya da bir yayınevi sebep oluyor ama oluyor. Sonuç sizin ilk göz ağrınız.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Hilary Mantel bir röportajında şöyle söylüyor: “Bir romancı için, gerçek bir yaşanmışlığın olmayışı hem bir sorun hem de bir fırsattır. Ama daha çok fırsattır. Gerçekten de yazıldığı sırada geleceği boş olan karakterlerle baş başa olmak yazar için büyük bir imkân. Okur içinse temkinli bir alandan kaçınmanın gereği.”
Okurun kaçındığı ama aynı zamanda yazar için imkân olan bu alanı seviyorum. Bu anlamda, öykü ya da romanın benim için bir farkı yok. Fakat yine de öykünün roman karşısında hakir görülüşünü, basit algılanışını kabul edemiyorum. (Son zamanlarda bu algı bir parça değişse de.)
Yazdığım kuramsal bir yazıda şöyle belirtmiştim. Hâlâ da böyle düşünürüm;
Hayatın hızlanmasıyla birlikte insanların uzun metinler okuma konusunda isteksiz olduğu çıkarımına varmak yanlış olmasa gerek. Ancak zaman yoksulluğunun karşılığı roman yerine öykü okumayı tercih etmek olarak görülmemeli. Okuyucu yönünden, öykünün sanılanın aksine daha fazla çaba istediği bir gerçektir. Her kurmaca metin başlangıçta giz ve kapalılıkla başlar. Metnin başlangıcında herkes eşittir. Okur, ne kadar uzun ya da kısa olursa olsun, en açık metinlerde dahi bilgisizliğin huzursuzluğuyla okumaya başlar. Bu bilenememenin stresidir. İşte bu sebeple ne kadar rahat bir yapıya sahip olursa olsun arka arkaya öyküler okumak daima romandan parçalar okumaktan zordur. Çoğunlukla yoğun ve imgesel bir anlatım biçimine sahip olduğundan diri bir konsantrasyon gerektirir. Roman okuruysa çoğu kez ayraca ihtiyaç duyar. Ayraç, geçmişi bilinen bir okumanın üzerine koyarak okumaktır. Öykü çoğu kez ayraç istemez. Sona ermesinin ardından bıraktığı etkiyle yeni bir okumaya sebep olma ihtimaliyse yüksektir.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Dosyayı tamamladığımda aklımda bir iki yayınevi vardı. Şanslıydım, pek beklediğimi söyleyemem. Takip ettiğim, editörlerini tanıdığım, içinde yer almaktan mutluluk duyduğum yerden doğdu kitap.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Semih Gümüş yıllardır okuma ve yazma sürecime büyük katkı yapmıştır diyebilirim. Minnetle anarım, anacağım. Yine önceki süreçlerde yazar Ethem Baran ve atölye arkadaşlarımdan, özellikle Gamze Efe’den, son okumalarda Hatice Tosun’dan ve yayımlanma sürecinde de editörüm Dilek Emir’den katkı aldım. Hepsine teşekkür ederim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Kitap henüz çıktı. Bu soruya yanıt verebileceğim bir süre geçmedi ama değişen pek bir şey olacağını düşünmüyorum.
Telif aldınız mı?
Evet.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
2017’den beri öykü yazıyorum. 2018 yılından itibaren de pek çok dergide ve internet platformunda yayımlanan öykülerim oldu.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Kitap çıkalı birkaç gün oldu, yanıtı güç. Fakat çevremde böyle bir şeyi bilmeyen, beklemeyen birçok yakınımın, tanıdığımın hem şaşkınlığını gördüm hem de güzel dileklerini aldım. Hoştu. Yazmak benim kendimle kaldığım, bir sandalyede uzun süre kalkmadan oturabildiğim, hiper aktiviteme ket vurabilen biricik eylem. Hep bir özgürlük alanı. Başkalarının bu alana baktığı yerle çok ilgilendiğimi söyleyemem.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonrasına dair planlardan ya da dileklerden bahsetmek kolay değil. Hele ki şu dünya hızında ve düzeninde. Yazmak hep benimle olacak bir süreç. Ama asıl olarak her gün durmadan okumak, okuyabilmek.