Attila İlhan’a göre “Türk insanının aydın sayılabilmesinin ölçüsü” Nutuk‘u orijinal dilinden okuyup anlayabilecek kadar Osmanlıca bilmektir. Pek çok konuda kendisiyle uyuşmasak da hemşehrim Attila İlhan’ın bu görüşüne aynen katılıyorum. (Hatta çıtayı biraz daha yükseltip İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın o çok lezzetli eseri Son Sadrazamlar’ın da tadını alabilsek ne iyi olurdu.)

Ama yayın dünyamızda neredeyse salgın halini alan çılgınca bir “sadeleştirme” hevesi ile henüz dili eskimemiş ve pekâlâ genç kuşaklar tarafından da kolayca anlaşılabilecek kitaplar bile didik didik edilmekte, besbelli anlamsız bir “ennn hakiki özbeöz Türkçe” şovenizmi ile günlük dile yerleşmiş yabancı kökenli kelimeleri dahi söküp atmak isterken hem ifade zenginliğine zarar verilmekte hem de inanılmaz hatalar yapılmaktadır.

Aşağıda bu tarz bir tahrifatın açık örneklerinden biri anlatılmaktadır.

Ülkemizin önde gelen felsefecilerinden Nusret Hızır’ın (1899-1980) bir zamanlar ilk ve tek olarak bildiğimiz Erasmus çevirisi “Deliliğe Methiye” bu kitabın şimdi pek çok olan çevirilerinin içinde özel ve tercih edilen bir yere sahipti. Daha önce Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında çıkan Nusret Hızır imzalı çeviri (bendeki 1992 baskısı), 2010 Şubat ayında Kırmızı Yayınları tarafından Enis Batur’un editörlüğündeki Klasik Yapıtlar Dizisi’nde “Deliliğe Övgü” adıyla yeniden yayımlandı.

İsimdeki değişiklik biraz canımı sıksa da bu yeni baskıya çok sevindim. Çünkü MEB Yayınları’ndakine nazaran daha büyük puntolarla basılmış olması yakın görme yeteneğini gitgide kaybetmekte olan gözlerimden dolayı bana okuma kolaylığı sağlayacaktı.

Ancak kitabı okudukça MEB Yayınları tarafından yapılan baskı ile Kırmızı Yayınları baskısı arasında, adından başka muhteva olarak da pek çok farklılıklar bulunduğunu hayretle fark ettim.

Kırmızı Yayınları basımı kitap içindeki “Deliliğe Övgü” metni ile MEB’de yayımlanan “Deliliğe Methiye” arasında herhalde sadeleştirme gerekçesiyle yapılmış pek çok farklılık ve bundan kaynaklanan sayısız hata vardı.

Bunlardan birisi şöyle:

“Bundan bir asır önce Homeros, farelerle kurbağaların savaşını yazmaktan zevk duydu.” (Deliliğe Övgü, Kırmızı Yayınları, s. 14)

Doğaldır ki, Homeros’un 15. yüzyılda yaşamış olduğuna hükmetmemize yol açabilecek kadar saçma böyle bir sözü ne Erasmus’un söylemesi, ne de Nusret Hızır’ın çevirisine koyması elbette mümkün değil. (Nusret Hızır’ın MEB Yayınları çevirisinde “birçok asır önce” olarak geçiyor.)

Yeni basım içindeki hatalar o kadar çok ki, her birini ayrı ayrı izah etmek yazıyı hem çok uzatacak, hem de sıkıcı bir hale getirecek. O yüzden en iyisi bunları bir liste olarak düzenlemek:

Deliliğe Övgü (Kırmızı Yayınları)Deliliğe Methiye (MEB Yayınları)
Bundan bir asır önce Homeros, farelerle kurbağaların savaşını yazmaktan zevk duydu. (s. 14)Bundan birçok asır önce Homeros, farelerle kurbağaların savaşını yazmaktan zevk duydu. (s. 4)
Ama doğrusu, insanların bana karşı nankörlüğüne hayranım. (s. 21)Ama doğrusu, insanların bana karşı nankörlüğüne yahut isterseniz ihmalkârlığına deyiniz, hayranım. (s. 10)
…o ne hoş ömür, hiçbir tür bilgelik olmadan geçen ömürdür dediği zaman… (s. 35)…o, en hoş ömür, hiçbir tür hikmet olmaksızın geçen ömürdür dediği zaman... (s. 19)
Pekiyi, bu hoş çağa, candan sevdiren güzelliği kim verir? (s. 36)Pekiyi, bu latif çağa, candan sevdiren letafeti kim verir? (s. 20)
…doğanın kanunlarından elinden geldiği gibi, haddnden fazla bilgelikve tedbir sahibiydi. (s. 85)…tabiatin kanunlarından elinden geldiği kadar uzaklaştığı gibi, haddnden fazla hikmet ve tedbir sahibi idi. (s. 59)
Şu pinti, mirasını zenginleştirmek için dilenci gibi yaşamaktan daha hoş bir şey bilmez. (s. 123)Şu pinti, veresesini zenginleştirmek için dilenci gibi yaşamaktan daha hoş bir şey bilmez. (s. 88)
Birbirinden tek farklı zihin ve bedenler… (s. 152)Birbirinden pek farklı zihin ve bedenler… (s. 111)
…dinleyenlere en fazla yaltandıkları vakit… (s. 161)…dinliyenlere en ziyade müdahane ettikleri vakit… (s. 119)
Kendilerini otlamaya bakar… (s. 169)Kendileri otlamıya bakar… (s. 125)
…bizim inci fikirli doktor… (s. 195)…bizim ince fikirli doktor… (s. 147)
Kutsal kitapta… (s. 195)Kutsal kitap ta… (s. 150)
…tersine yetkileşecek… (s. 210)…bilakis mükemmelleşecek… (s. 160)

Eskiden, harflerin elle dizildiği basım tekniğinde yapılan hatalar Yanlış-Doğru Cetveli şeklinde basılarak bu sayfa kitabın sonuna konurdu. Kımızı Yayınları da bir dahaki baskıda isterse bu listeyi aynı amaçla kullanabilir. Ancak bir konuda dikkatli olmakta fayda var: Öylesine bir göz gezdirme ile hazırlanan bu listedekinden çok daha fazla sayıda hatanın bulunması muhtemeldir.

Ancak bundan daha feci bir durum var ki, bunu basit bir hata olarak nitelendirmek epeyce güç. Bu yüzden düzeltilmesi de o nispette zor sayılmalıdır.

İlk bakışta yeni baskıdaki hacim farkının puntoların büyütülmesinden ve yeni baskıda Erasmus’un çağdaşı Hans Holbein tarafından çizilen resimlerin eklenmesinden dolayı olduğunu sanmıştım. Ama kitabı dikkatle inceleyince, içinde MEB’deki yayında bulunmayan birçok ilaveler olduğunu fark ettim. Toplam 309 sayfalık kitap içinde sadece 199 sayfalık kısım Erasmus’tan Nusret Hızır’ın çevirdiği “Deliliğe Övgü” çevirisine ait. Bunun öncesinde Ahmet Cemal imzalı “Erasmus ve Deliliğe Övgü” başlıklı bir tanıtım yazısı konulmuş. Sonrasında ise çevirisi Ahmet Cemal’e ait Anton J. Gail isimli bir yazarın 11 sayfalık “Sonsöz”ü var. Bütün bunlara ilaveten kitabın en sonunda “Erasmus’tan Çeviren ve Oyunlaştıran”ın Ahmet Cemal olduğu bildirilen “Deliliğe Övgü’ye Methiye” başlıklı bir Ek var. Bu Ek’in içinde, “Bir Hayalin Gerçekleşmesi…” başlıklı Ahmet Cemal imzalı bir girişten sonra 78 sayfalık bir tiyatro oyunu metni var. (Nusret Hızır’ın MEB’de yayımlanan orijinal çevirisindeki “methiye” kelimesinin sanki masumane bir sadeleştirme amacıyla “övgü”ye dönüştürülmesine rağmen Oyun’un isminde ironik bir tarzda yer bulması da ayrıca garipsenecek bir durum.)

Yani kısacası bu kitapta her şey var, en fazla da Ahmet Cemal var, ama sadece Nusret Hızır yok! Öyle ki, bu tür önsöz ve sonsözlerde az çok adet olmasına rağmen kitabın çevirmeni olduğu iddia edilen Nusret Hızır’dan hiç bahsedilmemiş bile. Nusret Hızır’ın adı sadece kapakta ve arka sayfa iç yüzüne sıkıştırılmış kısacık bir mini-biyografide geçiyor. Oysa böyle bir yeni basımda, en azından Nusret Hızır’ın öğrencisi Füsun Akatlı’dan istenebilecek bir anma ve anlamlandırma yazısı konabilirdi kitabın başına. Böylesi daha bir yakışık alırdı.

Bu arada, “Bir Hayalin Gerçekleşmesi…” başlıklı girişte göze çarpan çok ilginç bir itiraf var. Ahmet Cemal diyor ki:

“Kırmızı Yayınları’nın yöneticisi, değerli dostum Fahri Özdemir, Deliliğe Övgü’nün yeni basımı için benden bir çeviri istediğinde, kendisine bu yeni baskıya oyun metnini de ekleyip ekleyemeyeceğimi sordum. Bu dileğimi hemen kabul eden Fahri Özdemir’e bu kadirbilir jestinden dolayı teşekkür ediyorum.” (Deliliğe Övgü, s. 230)

Ne kadar güzel! Öyle anlaşılıyor ki bu tek başına değil, organize bir şekilde taammüden işlenen bir tahrifat. Ama burada, çok kadirşinas olduğu ifade edilen sayın Fahri Özdemir’in rahmetli Nusret Hızır için de bir nebze kadirşinaslık göstermiş olmasını dilerdim doğrusu.

O zaman, yeni basım için yapılan bu epeyce kusurlu baskının Nusret Hızır’dan ziyade Ahmet Cemal’e ait olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü yeni baskıdaki sayısız hataların ve bu arada kitabın ekler ve katkılarla bir çıfıt çarşısına dönüştürülmesinin sorumlusu Nusret Hızır değil. Demek ki, kapaklar haricinde Nusret Hızır’ın kitapta kendine hiçbir yer bulamaması boşuna değil. Böylelikle, bu yeni kitabın Ahmet Cemal’e ait olduğu ihsas edilmiş oluyor.

Zaten kitabın 228. sayfasında Mehmet Ulusoy’un ağzından yöneltilen çok abartılı bir “Ahmet Cemal’e övgü” ifadesi birçok şeyi açıklığa kavuşturuyor: “Ben, Rönesans ve Erasmus konusunda bu ortamda senden daha çok tecrübesi ve birikimi olan birini tanımıyorum!”

Pöh! Nusret Hızır da kimmiş yahu!

Peki o zaman, kitabın kapağına neden Ahmet Cemal yazılmıyor da, hâlâ Nusret Hızır yazmakta ısrar ediliyor? Belki de burada sayın Fahri Özdemir’in işbilir bir yayıncı sıfatıyla dahli bulunmaktadır: Elbette ki Nusret Hızır imzası daha iyi satar, değil mi?

Mehmet Aslan