
Karartılmış sahnede, tepesindeki dev projektör ışığıyla sarılık geçirdiğini bilmeyen bir peygamber denli uhrevi bir havaya sokulmuş Anıl Erdener, beyaz saten kumaşla kaplı büyük masanın üzerindeki sudan bir iki yudum aldı. Bir yarım öksürükle boğazını rahatlatarak anlatmaya devam etti:
“Virginia Woolf, o yıllarda akıl sağlığı ile ilgili sorunlar yaşamaya devam ediyordu. Derin bir melankoliden beslenen intihar düşüncelerine ve denemelerine binaen, ailesi tarafından hastaneye yatırıldı ve on bir ay tedavi gördü. Taburcu olduğunda daha iyi görünüyordu. Kardeşi ressam Vanessa Bell’in yakın ilgisi ve desteğiyle edebi çalışmalarına tekrar başladı. Ve ilk eseri Dışa Yolculuk’u yazdı. Peşinden de Gece ve Gündüz’ü. Yeterince ilgi görmeyen, sonradan klasik sayılacak bu ikinci eserde, sonradan yazacağı çoğu eserinde de görülen benzersiz bir yazım stili henüz dikkatleri çekmemişti. Bu eserde, iç monolog ve bilinç akışı tekniği ile zor anlaşılan kendine has bir edebiyat geliştirmeye cesaret göstermişti.”
Salonun ilk sırası onca saygın tipin olduğu protokole aitti. Onların arkasındaki üç dört sıraysa edebiyatseverler tarafından hınca hınç doldurulmuştu. Yeterli kalabalığa rağmen, sözünün bu noktasında uyuklamaların, telefon kurcalamaların arttığını gören Anıl Erdener’in aklına çılgın bir fikir geldi ve kitlesini yoklamaya karar verdi. Virginia Woolf’un biyografisini değiştirerek konuşmasını sürdürdü.
“Gel zaman git zaman, Virginia Woolf geciken şöhretin baskısı ile geceleri uyuyamaz oldu. Yazdıkları anlaşılmaz ve tuhaf bulunuyor, yayınevleri ret üstüne ret gönderiyordu. Özetle olmuyordu. Psikolojisi yine diplerde dolaşır vaziyetteydi. Birkaç sene önce evlendiği kocası ressam Paul Valery’ye tat vermiyor, mülayim bir kişiliği olan adama yatakta sürekli dirsek atıp uykusunu bölüyor, ‘Duydun mu, Zelda’ya kocası pırlanta yüzük almış, şu Fitzgerald ayyaşı kadar olamadın,’ veya ‘Üst komşumuz Aldous Huxley’in salonunda guguk kuşlu saat var, ben de isterim,’ benzeri laflar ederek adamcağıza gına getirtiyor, uyku uyutmuyordu. Zamanla evlilikleri yürümemeye başladı. Virginia, tenha yerlerde, kırlarda, deniz ve göl kenarlarında uzun yürüyüşlere çıkıyor, gece yarılarına kadar dönmüyordu.”
Yine suyla boğazını yumuşatma bahanesiyle ara verip gözlerinden alevler saçarak ve elleri titreyerek karşısındaki kalabalığa dikkatle bakıp bir itiraz, bir küçümseme, bir dudak büküş, havada bir parmak veya en azından bir kalkık kaş aradı. Bulamadı. Vitesi düşürmeden daha da hırsla hikayesini anlatmaya devam etti.
“Virginia, inanılması çok zor ama sonunda bir aynalı sazana âşık olarak evini terk etti. Eşinin bütün yalvarmalarına ve yakarmalarına, aile büyüklerinin, ‘Etme kızım, kadın milletinin yeri kocasının yanıdır, sazan erkeği ayran gönüllü olur, sulak yerde verem olursun, devir kötü, pişman olursun,’ gibi telkinlerine kulak tıkadı. Geri dönmeyip sazanla karşılaştığı gölün kenarında bir ev aldı. Bütün büyük eserlerine şahitlik edecek bu ilham kaynağı ve sessiz evin hemen bitişiğindeki gölde salınan sevgili aynalı sazanına koştu. Bu büyük aşkın parıltılarıyla ardı ardına şaheserler gelmeye başladı. Keriz Hüneri, Kargalar, Yengeme Ait Bir Oda, Mrs Broadway, Brando ve Nerde Parkesi yazıldı peş peşe.”
“Bildiğiniz gibi sevgili arkadaşlar, Woolf eserlerinde olağanüstü bir gözlem titizliği ve betimleme becerisi gösterir. Çok odaklı, net bir kahramanı olmayan kurgularında, yılların üzerlerinde yapacağı etkilerin inceleneceği çocuk karakterlerle çalışmayı sever. Keriz Hüneri, Nerde Parkesi ve Kargalar buna örnek olarak gösterilebilir. Yaklaşık beş yüz yıl yaşayan erkek bir orangutanın, dişi bir suaygırına dönüşüm hikayesinin anlatıldığı Brando adlı eserinde, cinsiyet ayrımcılığını, kadın erkek ilişkilerindeki asırlık sorunları ironik bir üslupla işlemiş, Yengeme Ait Bir Oda’da ise, çatılarına helikopter düşmesi sonucu genç yaşta ölen sevgili yengesi Katherine Mansfield’in aziz hatırasını yaşatmaya çabalamıştır. Bu romanlar peş peşe gelirken ve Virginia, hak ettiği ilgiyi ve saygıyı görmeye başlamışken İkinci Dünya Savaşı kapıyı çaldı. Ününün zirvesine…”
Bu esnada merakla bakan uzun saçlı, kalın siyah çerçeveli gençten bir adam arka sıralarda parmak kaldırmış, söz istiyordu. Anıl Erdener sevinçle sözünü keserek, “Buyurun lütfen,” dedi.
Sesinde sonradan monte edilmiş bir buğu hissedilen, koltuğa sıvanmış gibi oturan adam, dingin edebi pınarlardan ve ebedi hazların kaynağından susuzluk giderenlere has o erinçle, tane tane sordu:
“Anıl Bey, bildiğim kadarıyla o yıllarda botoks ve yüz gerdirme ameliyatları yaygınlaşmamıştı. Woolf’un kardeşi ile yaşadığı bir kıskançlık krizinden sonra, kardeşinin yüzüne kezzap atmaya yeltendiği, güç vazgeçirilip sakinleştirildiği, bundan sonra da o dönemin ünlü bir plastik cerrahına estetik yaptırdığı doğru mudur?” diye sordu.
Bu soru, Anıl Erdener’in epeydir iltihapla şişirilmişçesine zonklayan beynine bir drenaj etkisi yaptı ve kafasının bütün cerahatini usul usul boşluğa akıtmasına bir engel kalmadı.
“Haklısınız beyefendi, bu konuyu açmanız oldukça iyi oldu çünkü trajik sonuçlar doğuran o olayın üzerinde muhakkak durulması gerekiyor.”
“Oldum olası Vanessa’nın ondan güzel olduğunu düşünen, kız kardeşinin yaptığı resimlerin yüksek popülaritesi olduğunu ve ciddi paralara alıcı bulduğunu bilen Woolf, bir gece gizlice girdiği kardeşinin evindeki bütün tabloların üzerine Arap sabunu döktü, boyalarını enfes İran halılarına sıvadı. Ertesi sabah da soluğu biraz önce bahsettiğiniz cerrahın kapısında aldı. Rekabet sağduyusunu felç etmişti. Artık ellilere merdiven dayamış dâhi yazar, botoks ve yüz gerdirme operasyonu için yıldırım ameliyatıyla yattığı masadan kalkar kalkmaz eline aldığı aynada kendini tanıyamadı, kendini tanıyamayınca modern çağın habis hastalığı olan yabancılaşmanın ilk belirtilerini gösterdiğini anladı. Muhallebiyi silikon sanıyor, köpeği Flush’ı keçiyle karıştırıyor, küvette yıkanma maksadıyla göle giriyordu. Hastalık durdurulamaz bir hızla ilerledi. Karısının aynalı sazana aşkını kabullenmiş görünen ve gururundan feragat ederek ondan kopmayan ve onu yalvar yakar tekrar beraber yaşamaya razı eden zavallı kocası, ‘Çok güzelsin, çok şekersin,’ diyerek etrafında pervane kesilse de süreç kötüye gitti ve Woolf, zamanla en yakınlarına karşı da yabancılaşmaya başladı. Kardeşi Vanessa bir gün ziyaretine geldiğinde, kapıyı yüzüne çarpıp, ‘Kimdi bu tımarhane hemşiresi suratlı?’ diye sordu.”
“Evet, hemen aklınıza Camus’un Yabancı’sı Orhan Seyfi Orhon’un Yaban’ı geldi, biliyorum, haklısınız. Bu iki büyük yazar, Woolf’un son eserlerine hâkim olan yabancılaşma temasından oldukça etkilenerek, bunu içselleştirip kendi kültürlerinin perspektifinden, kendi yaşantıları çerçevesinden anlattılar ve eserleri birer klasiğe dönüştü.”
“Zamanla trajedi derinleşti. Kendini ve çevresini artık tanıyamayan yazar bir parça ferahlamak için soluğu aynalı sazanının yanında alıyordu. İyiden iyiye evcilleşen, Virginia’nın büyük aşkını kanıksamış görünen, yaşı epeyce ilerlemiş, pulları kemikleşip iki metre kadar boylanmış vefakâr hayvanı okşuyor, derdini, kederini ona anlatıyordu.”
“Sonunda olanlar oldu ve bir sabah göl kenarına gittiğinde, kendini bu dünyaya bütünüyle yabancı hissettirecek felaketle karşılaştı büyük yazar. Ters dönmüş vaziyette kıyıya vuran aynalı sazan ölmüştü. Yavaşça göle doğru açıldı Woolf, su boğazını aşana kadar yürüdü, yürüdü ve gözden kayboldu gitti.”
“Woolf, tartışmasız şekilde modern edebiyatın kurucularından, en saygın köşebaşlarından biridir. Geliştirdiği iç monolog ve bilinç akışı teknikleri başlı başına bir edebiyat devrimidir ve savaş tarihleri açısından enteresan bir yere sahiptir. İkinci Dünya Savaşı sırasında ordu içinde gerçekleşen yazışmalarda bilinç akışı tekniği kullanılmış; mesajlar, casus savaşlarında İngiltere’ye çok yaramış, ülkenin savaştan zaferle ayrılmasına müspet etki yapmıştır. Ülkesinde ulusal kahraman olarak kabul edilen ölümsüz yazarın Hyde Park’ta sazanlı dev havuza balık yemi atan bir bronz heykeli bulunmaktadır.”
“Benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar arkadaşlar, dilim döndüğünce bu büyük yazarı anlatmaya çalıştım. Davetiniz, ilginiz ve dikkatiniz için çok teşekkür ederim. Hepinize iyi günler.”
Anıl Erdener konuşmasını bitirip ayağa kalktığında, onunla ayaklanan kalabalık, coşkulu alkışlarla yazarı onore ettiler. Protokolden kelli felli, fularlı mularlı kişiler plaket vermek, usta yazarın tatlı yanaklarını öpmek ve edebiyat şöleninden mest olmuş gevrek suratlarıyla bol gülücüklü fotoğraflar çektirmek için sahneye fırladılar.
Konferans salonundan ayrılıp kitap stantlarındaki yerine geçen yazar, oluşan uçsuz bucaksız kuyruğa bakarak iç geçirdi. Gecenin sonunda iki yüzden fazla okura imza atmaktan elleri kitlenirken imzasının üstünde hep aynı cümle vardı:
“En dikkatli okuruma sevgilerimle, Anıl Erdener.”
Fatih Selvi
Bu aralar müdavimi olduğum Woolf un hayatına böyle bakmak keyifli ve çok öğretici oldu. Teşekkürler Fatih Bey.
Bir gün sizin biyografinizin de böylesine çarpıtılması dileğiyle o zaman.
Eyvallah 🙂