Yazın insanları, okuru kabaca ikiye ayırır: saf okur ve yetkin okur. Ancak devir değişti, artık saf yayınevi ve yetkin yayınevi şeklinde bir tasnif yapmalı çünkü yayınevleri de artık yüzeysele meyleder oldu. Kitapçılarda “çok satanlar” raflarının, kapının karşısındaki masanın kiralandığını bilirdik, dijital baskıya geçişle birlikte bilmem kaçıncı baskı etiketiyle gözümüze sokulan kitapların 1000 dahi satmadığını da… Şimdilerdeyse yeni bir mecra hepsinin pabucunu dama attı: #bookstagram. Yanlış anlaşılmasın, yazının amacı bu mecrayı kötülemek yahut küçümsemek kesinlikle değil, yayınevlerinin suret-siret ikilemini irdelemek. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya!

Okur azaldı, kitabın incesi, mümkünse alacalısı, hatta kokulusu makbul. Kâğıt fiyatları arttı, e-kitabın esamisi okunmasa da amenna, sektör ağaçla döndüğünden çarklar ağır işliyor. Markette çakmak, çikolata ve sakızın yanında satılan ilk 100.000’ler, amenna. Maliyeti kurtarmalı, çorbayı çıkarmalı. Ancak son beş yıla kadar inceleme yazılarının, kitap eleştirilerinin iyi kötü bir ağırlığı olurdu şimdiyse birbirlerinden çaldığı yorumlarla, domuzcuk kuyruğu şeklinde dört beş okla kitap analiz eden bookstagrammerların ağırlığı var. Somut konuşmak gerekirse, yazı başı ortalama 200 lira alan inceleme yazarları artık ikincil eleman. Günde onlarca kitabı etiketleyip paylaşan 3-5 bin takipçisi olan yahut sahte hesaplarla takipçi sayısını şişiren, buna rağmen okuduğu kitaba dair genellikle şımarık yorumların ötesine geçemeyen bookstagrammerlar revaçta. Dili sevdim/sevmedim, kitap ağır/hafif, betimleme fazla/az, bir çırpıda bitirdim/ay bitiremedim’ler. Bu mecrada işleri tıkırında olanlar paylaşım başı 300-500 lira almakta. İnceleme yazarlarına iki kitap zor gönderen yayınevleri, selamını zor veren editörler ise domuzcuk kuyruklu paylaşımların sahiplerine izzeti ikramla koli koli kitap göndermekte. Buradan şu anlaşılmasın: inceleme yazan herkes işin hakkını veriyor yahut bütün bookstagrammerlar yüzeysele çakılı. Hayır, dikkatli okur birçok inceleme yazısının aslında tanıtım yazısı olduğunu kolaylıkla anlar. Birçok incelemecinin de önsözden, sonsözden yazı kotardığını, kimisinin aynı kitap hakkında evvelce yayımlanmış üç beş yazıyı okuyup biraz oradan biraz buradan alıp bir yazı doğurduğunu, daha kurnazların ise yabancı dildeki eleştirileri Türkçeleştirdiğini görmek zor değil. Kimisi bilindik kalıplarla methiye düzerken kimisi de incelediği kitabı okumamış bile. Kim fark edecek? Haksız sayılmaz. Öte yandan nice bookstagrammer da gayet sağlam yazılar kaleme alıyor. Burada karar vermesi gereken yayınevleri. Kimin ne yazdığı, nasıl yazdığı ortada. Hangi mecranın özenli yazılara yer verdiği hangilerinin yer vermediği de ortada. Mesele reklamsa bookstagram âlâ. Yok eğer reklama, yüzeysele düşkün değilsen de öyle davranmamalı. Bu ne yaman çelişki?
İşte bu noktada Umberto Eco’nun “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti” kitabında okuru ayırdığı gibi yayınevlerini de ayırmak gerekecek: Saf mısın, yetkin mi? Hem editoryal çizgime zeval gelmesin hem el altından bookstagram bütçesi yağdırayım, o olmaz işte. Bunu önemsiyorum çünkü hakikaten alın teriyle kaleminin mürekkebini bir kılan irili ufaklı birçok dijital yayın ve bireysel çabalarla ayakta duran birçok matbu mecra var. Artık bu yayınlar, bu mecralar dayanamıyor çünkü yayınevleri ne reklam veriyor ne telif desteğinde bulunuyor. Üstelik buraların ayakta kalması için büyük paralara gerek yok. Öbür tarafa bakıyorum: Maaşa bağlı bookstagrammerlar. Yayınevlerinin bu stratejisi yüzünden alternatif sesleri kaybederek tekdüzeleştiğimizin farkında mısınız? İster 200 ister 2000 takipçisi olsun, yazın dünyamıza doğrusuyla yanlışıyla çeşitlilik katan küçük yayınları kaybetmek birçok yazın mektebini, birçok farklı gözü de kaybetmek demek. Doğrusuyla yanlışıyla, yazdım çünkü bu konuyu önemsiyorum. Bir yazımda yazarın anadilinin Kürtçe olduğunu yazmıştım, onu tanıyan biri Zazaca olarak düzeltti yanlışımı. Bir yazımda Cemal Süreya’nın bir şiirini -hangi şiiriydi hatırlamıyorum- ne zaman yazdığına dair bir bilgi vermiştim. Bir okur şiirin yayımlanma tarihini yazarak hataya düştüğümü söyledi. Şiirin yazılış tarihiyle yayımlanma tarihini karıştırıyordu ama olsun, yazımı okumaya değer bulmuştu son tahlilde. Yani inceleme yazılarının şahane ürünler olmasına gerek yok. Önemli olan bir insanın hakkaniyetle emek vererek bu emeğini yansıtması ve bunu okurla paylaşması. Hatası yanlışı varsa yazı ortada, herkes fikrini beyan eder, yanlışı varsa düzeltilir. Böylece gelişim sağlanır, başka türlüsü vaki midir? Ancak yazınsal eser hakkında bir mantık silsilesi içerisinde fikir beyan etmeyen, eseri değil görselini, etiketini ön plana çıkaran bir mecraya sektör külliyen kayarsa nasıl gelişim sağlanır?
Sözü uzatmaya gerek yok, satış uğruna verilen kurban ortada. Söylenecek çok söz var ama konuştuğum, hemdert olduğum yazınsal üretimde bulunan pek çok dostum gibi benim de motivasyonum 2022’ye doğru giderek azaldı. Aklıma sık sık Yaşar Kemal’in şu sözü geliyor: “Ben yaşımı yaşadım, ne bok yerlerse yesinler!”
Ne yapmalı?
Sigara bile yakmıyorum. Yazı da sigara da bitti.
Metin Yetkin
Bir okur olarak Metin Bey’in kaygılarını paylaşıyorum. Belki bir kısmı tekrar gibi olacak ama bir iki şey ilave etmek isterim.
Görebildiğim kadarıyla bookstagrammer’lar da kendi içinde bir nitelik ayrımına uğradı, kendiliğinden oldu bu. Nitekim bir tarafta paylaştığı kitabın kapağına göre giyinen, “ürünü” değil kendini ön plana çıkaranlar olduğu gibi, gerek küçük gruplar halinde gerekse de bireysel olarak iyi iş çıkaranlar var. İşin gösteri kısmı belki de kaçınılmaz, ancak o platformların okura verdiği serbestiyetin bence olumlu tarafları da var. Yazıda bahsedilen e-dergi ya edebiyat portallerine yazı göndermenin, yani formal bir inceleme yazmanın zorlukları, bookstagram hesaplarında yok. En nihayetinde sizin kendi profiliniz, kendi sayfanız orası. Beğenmeyen de gülüp geçer belki. Ama okurlara yavaş yavaş da olsa inceleme yazıları yazma cesareti ve bir süre sonra da deneyimi kazandırıyorlar diye düşünüyorum.
Belki konunun uzmanları sosyal medya okur grupları sosyolojisi hakkında çalışmalar yapmalı. Bu gruplar belki de okuru, yayınevi-yazar-okur üçgeninde hiç olmadığı kadar güçlü bir yere taşıyor. (Faydalarını ya da zararlarını ileride göreceğiz muhtemelen.)