Fethiye Yıldırım

Baba yerine ipek yorgana sarınarak büyüyen kız çocuklarına…

İpek yorganın rengi vişne çürüğüymüş, bilmiyordum. O günden sonra bir daha aklımdan çıkmadı.

Küçük bir odada yer yatağında, derin uykudaki bir insan gibi uzanıyordu. Sadece benzi sarıydı biraz. Buğday sarısı dalgalı saçları, ince uzun burnu, gür bıyığının altında kibarca bükük dudakları… Haberli olmasam, şakağındaki dikişi görmesem, kapıyı araladığımda yorganın altında uyuyor sanabilirdim.

Yas evinin karmaşasında kimin ne zaman bıraktığını hatırlamadığım seni kucağımda tutmasaydım, baba yok artık bebeğim yaşları akıtmasaydım gözümden, bu yanılsamaya gönüllü teslim olurdum. Şakağındaki dikişten sızan kurumuş kana, vişne çürüğü ipek yorganın yansıması niyetine bakardım seve seve.

Annenin sessiz haykırışları; taş gibi ağır, keskin, soğuk bir kütle olarak dururken ortada, hiçbir yanılsamaya yer yoktu. Senin kucağımdaki varlığının nasıl bir ağırlık olduğunu fark etmem için daha yaşanacak çok şey vardı. Şimdilik babanın ‘senin tay tay yapışını’ göremeyecek, ilk adımlarını attığında bir yandan düşmenden korkup sana kollarını uzatırken diğer yandan cesaretini kaybetmemen için sabırla bekleyemeyecek olmasına ağlıyordum.

Yürüdün…

Hem de ne çok… “1, 2, 3 şap şap 1, 2, 3 pat pat…” Uydurma şarkılar eşliğinde yerlere vura vura.

Gece… Dışarısı soğuk ve karanlıkmış. Sobanın çıtırtılı sıcaklığında, seni leğende sabunlu sularla yıkayıp, havlulara sarıp kokladığı sırada, tanıdık bir sesi de alıp gelmişler. Sabun ve sen kokarken teni, dost bir yüze açtığı kapıda şakağından devirmişler. Köy okulunun bitişiğindeki lojmanı, arabayı ateşe verip hain ve sinsi ayaklarıyla gitmişler.

Uçtun…

Kollarından tutup kuş gibi uçururduk, sonra kuş omuzlarımıza konardı sırayla. Kollarımızı kanat gibi açardık.

Tahkikat açılmasına karar verilmiş. “Öğretmen Hanımın uğradığı mağduriyet, çalıştığı yerin bir dağ köyü olması ve biri dört yaşında diğeri on aylık iki çocukla yalnız başına yaşamasının güçlüğü göz önüne alınarak istediği yere tayininin çıkarılmasına…” Bundan sonra yakın kasabadaki bol kadınlı, iki katlı evde, birbirimize tutunarak var olmaya çalışacaktık.

Tutundun… Sen annene, annen evdekilere. Evdekilerle hep birlikte hayata.

Tutundun. Tutundu. Tutunduk.

O kış ve yaz mevsimi boyunca babalar eksildi birçok evden, kocaman boşluklar bırakarak. Çoğunun failleri birçok delile, ipucuna rağmen bulunamadı, isteyen de yoktu zaten. Yaratılan korku ikliminin ardından sonbaharda “Huzur ve güven ortamı yaratmak için” gelenler de meçhulleri artırmaktan başka bir şey yapmadı. Postal iziyle imzalanmış “yaz kızım”lı kararların yer aldığı dosyalar yıllar sonra zaman aşımına uğratılarak raflara kaldırıldı.

Büyüdün…

Bir babanın nasıl koktuğunu bilmeden; koku deyip geçme, burnunun kanatlarını titretir insanın ve en müşkül durumlarda insana yanı başında olduğunu duyumsatır. Bazen nereden geldiğini bilmediğin bir güvenle kendini her şeye meydan okurken bulursun.

Çoğaldın…

Çoğalmanın eksileni tamamlayacağını umarak… Boşluğu doldurmanın çoğalmayla ilgisi olmadığını o zaman anladın. Hatta daha da büyüyebileceğini, bazen seni de içine alacak kadar derinleşebileceğini gördün.

O gün babanın üzerine örtülen ipek yorganın, bıraktığı boşluğu da örtebileceğini zannederek belki, hep vişne çürüğü renginde yorganların olsun istedin. Hayatındaki yokların, olamamışların ve olamayacakların yerine.

Fethiye Yıldırım