
Hayatımızdaki mutlak iyiler bayramın üçüncü günü el öpmeye gelen uzak akraba gibidirler. Gardıroptaki paltoların arasından zar zor seçilen, orta karar abiye misali, görevlerini tamam edip kovuklarına geri dönerler. Varlıklarıyla müteşekkir hissederiz, amma velakin yoklukları yara değildir. Tarih yazmayıp, tarih yazan adamların sağ yanlarında dikilmeyi görev edinen mutlak iyiler, ak kaşıktan ak olsalar da hiçbir zaman başrol oynayamazlar. Günlerini sükunetle tamamlayıp geceye karışırlar. Günün batmasıyla beraber ortaya çıkan çoğu iyi azı kötülerse hayat filminin Oscarlık oyuncularıdır. Kısmi ölçüde dahil oldukları şer eylemler “Beşer şaşar” kaidesine binaen içimizi hoş tutarken, iyi kalma gayretleri de takdire şayandır. Malum, güzele meyletmek kolaydır. Mühim olan istikrarlı olup, güzel kalabilmektir. Öte yandan, göz kamaştıran, şaşalı hikayelere sahiptir çoğu iyi azı kötüler. Kökleri sağlamdır. Bu yönleriyle, diğer insanlar için fevkalade çekicidirler. Leonardo Da Vinci, Cruella filminde Emma Stone’nla hayat bulan Estella De Vil ve son olarak da Şahsiyet dizisinin meşhur Agah Beyoğlu’su bilinen çoğu iyi azı kötüler’dendir. Haklarında detaylı malumata sahip olmak için ufak çaplı bir arama motoru gezintisi yeterlidir. 1982 yılından beri Kamışlı Sokak no sekiz buçukta hizmet veren Susamlıbahçe Gazozculuğun sahibesi Nimet Susamlıbahçe ise daha az bilinenlerindendir. Müstesnai kişiliği nedeniyle de anlatmaya değerdir. Bu arada yanlış duymadınız. Evet, “No Sekiz Buçuk” dedim. Yıllar evvel bir Mayıs sabahı, dükkanının kapısında elinde bir teneke yağlı boya ile beliren Nimet abla, üzerinde No 8 yazan tabeladaki sekiz rakamının yanına sonradan görme bir virgülle beş rakamını ahalinin şaşkın bakışları arasında kondurmuştur. Nimet ablanın nevi şahsına münhasır hallerine alışık olan mahalleli olanı biteni sorgulamamış, gazozlarını içmeye devam etmiştir. Peki ikamet zımbırtısından sorumlu belediye zabitleri? O aşamayı da kolaylıkla geçmiş olmalı Nimet Susamlıbahçe. Nasıl ve ne zaman yaptığına kafa yormaya gerek yok. Bazı merdivenleri üçer beşer çıkarken, bazılarında ömrünü heba etmek bir ona değil tüm yaratılmışlara özgü çünkü. Ademoğulları ilk Pazartesi’den beri böyle.
Kendimi tanıtmayı en sona koymak çocukluk kusuru. Mazur görün. Efendim, ben Feride. Minyatürcüyüm. Yalnızca sipariş üzerine çalışır, geleneksel yöntemlerle iletişim kurarım. Posta yoluyla elime ulaşan müşteri tekliflerinden vesikalık fotoğraflı olanlarla hem aklımın hem ruhumun ‘peki’ dediklerini değerlendiririm. Başka bir deyişle, gönlümden minyatür talep edenin vesikalığına doğru çiçekten bir köprü olmadı mı iki cihan bir araya gelse iş görmez ellerim. Neden mi böyle yapıyorum? Huyum kurusun. Evvelden ahirden alengirli işleri severim. Rutin fiiliyat ağrıma gider. Meşakkatse soyadım gibidir. Birlikte ağlar, birlikte güleriz.
Sıradaki işimse minyatür bir Susamlıbahçe Gazozculuk tasarlamak. Yazılı izin kısmını geçen hafta Nimet ablanın sağ tarafından kalktığı günlerin birinde hallettim. Geriye haftanın üç günü gidip gazozcu dükkanını uzun uzun gözlemlemek, sonrasında da resmetmek kaldı. Kalemle kağıtla değil ama polimer kille, çıtayla bir de avuç içi kadar spatulayla. Bugün günlerden Çarşamba ve anlaştığımız üzere tam tamına 14.03’te orada olmak üzere yola koyuluyorum. Rakamlar konusunda kapı numarası faslında da bahsettiğim gibi, olağanın üstünde hassastır Nimet abla. Erken gitsem kapıda bekletir. Geç varsam içeri koymaz. Alice Harikalar Diyarı’ndaki tavşan dahil kainattaki tüm zamanlayıcıları omzuma alıp doğru vakitte ulaşmalıyım Susamlıbahçe Gazozculuğa. Dakikalar sonra şükür ki, yazlık pabuçlarım, not defterim ve üç buçuktan dört endişeli gönlümle Nimet Susamlıbahçe’nin karşısındayım. Üzerinde çimen yeşili döpiyesi var. Dudakları rujlu, gözleri rastıklı. Fonda her zamanki gibi Rasputin çalıyor. Arkasındaki menekşelerle dolu duvar kağıdının üzerinde de merhum eşi Sait Metin’in bir düzine vesikalığı var. Döpiyesli Nimet abla, mor menekşeler ve bin bir çeşit Sait Metin haylaz bir tavırla tebessüm ediyorlar bana. Sonrasında da beklediğim cümle duyuluyor:
“Hoş geldin Feride çocuğu. Ben de tam radyo açmak üzereydim. Radyo demişken ülkedeki ilk yayın nerededir, nasıldır anlatayım mı? Hem kekle karpuz da var.”
Salyalı sümüklü bir ilkokul öğrencisi olduğum yıllardan beri aşina olduğum bu oluş, rutinden zerre kadar haz etmeyen ruhuma eş zamanlı olarak tuhaf bir dinginlik veriyor. Sebebini anlamak için uğraş vermiyorum. Zıtlıklar zerrelerime kadar nüfuz edip el ele verdikleri gibi iyileştiriveriyorlar yaralı bereli hücrelerimi. Ve ben usulca doğrulup konuşuyorum Nimet Susamlıbahçe’yle:
“Hayır demem valla. Anlat sen Nimet abla. Kayıttayım.”
Benden onay alır almaz sanki ilk defa gibi anlatmaya başlıyor Nimet abla. Böyle zamanlarda gezici sirklerdeki sihirbazları andırır zat-ı muhterem. Şapkasından tavşan çıkacak zannedersin, tezgâhın altından kakaolu kekle karpuz çıkar. Önce karpuzun çekirdeksiz kısımları tırtıklar. Sonra, kekinden bir dilim kadar yiyip kapanışı beyaz peynirle yapar. Tatlıyı tuzluya kapatmak hayatın bir tür çalkalayarak öğretme biçimi olsa gerek. Hepimiz aynı gemideyiz. Bellememek mümkün mü?
O, cüzdanındaki tüm bozukluklardan tek çırpıda kurtulmuş herhangi biri ferahlığıyla, büyükbabası Sedat Nuri’nin vakti zamanında umum müdürü olduğu radyo istasyonunun şemasının ta Paris’ten geldiğini, Osmaniye’deki telsiz teşkilatını, Gazi’ye gönderdikleri avizenin şeklini şemalini anlattı. Neyzen Tevfik’le Mesut Cemil kısmına gelmişti ki biçare gözlerim gazoz şişelerinin olduğu raflara kaydı. En üst rafta, eprimiş bir kilim parçasının üstündeki Hayat Ansiklopedilerinde kurşun asker ciddiyeti var. Nuh nebiden kalma ansiklopedi birliğine sırtını yaslayan Tilda bebekler de deniz sefası sonrası yorgunluk atıyorlar sanki. Orta rafla en alt raftaki Niğde gazozlarıyla Bademli Datça gazozları da kiracı hükmündeler. Güneş vurur gibi olursa buzdolabının içine girecekler. Bu manzarayı zihnine muazzam bir şekilde nakşetmen lazım kızım Feride. Kamışlı Sokağın yegâne minyatürcüsüsün. Eserini görende cumartesi öğleden sonrası neşesi olmalı.
“Feride çocuğu, ben müşterilere bakıyorum. Gitme emi?”
Anneanne evi kokan ‘Emi’’ takısına yağmur tıpırtıları eklenince bir başıma twist yapma isteği uyanıyor içimde. Dans ederken de etrafımdakilere çelme takmak istiyorum. Ya ben zır deliyim ya da Susamlıbahçe Gazozcusu bir nevi “Çoğu iyi azı kötüler lokali.”
“Buralardayım Nimet abla. İşim daha çok zaten.”
Yeşil döpiyesli Nimet abla kiraz çiçeği esanslı kokusunu da alıp cam kenarındaki iki kızın yanına gidiyor. Ki ben burada “yeşil döpiyes” derken Almanyalı Terzi Ali amcanınki gibi evlere şenlik bir moda anlayışından bahsediyorum. Sağ taraftaki kırkyamalı berjerde oturan kızıl saçlı, puantiyeli elbiseli kızdan haz etmedi. Oturduğum yerden anladım. Büyük ihtimalle ona Beyoğlu gazozu getirecek. Kızıl saçlı, puantiyeli elbiseli kızın karşısındaki kadife berjerde oturan küt saçlı blue jeanli kıza gönlü ısındı gibi. Sesindeki muhabbet kuşlarından belli. Ona da mandalinalı gazoz önerip yanında bir de mozaik pasta ikram edecek. Adım gibi eminim. Susamlıbahçe Gazozculukta gazoz içmek demek böyle durumları baştan kabul etmek demektir. Kapı nosu sekiz buçuk olan bir esnaf dükkanından bahsediyoruz. Olsun o kadar. Hem “her şeyi tam olanları” akla getiren tam sayılara çok da yüz vermemek lazım. Buçuklar gönlü yamalıları, ayağı topalları, yaşamaktan yana yorgun olanları anlatır. Bu sebeple de sesleri daha çok duyulmalıdır. Gıyaplarında mitingler yapılsa bile yeridir.
Nimet Susamlıbahçe dükkanında salınadursun, ben kafamı arkamdaki duvara çeviriyorum. Boynumla kalbim eş zamanlı kütürdüyor. Duvarın üzerinde ortaokul yıllarımdaki kırmızı renk duyuru panolarını andıran bir çerçeve var. Az daha bakınca, haylayf bisküvilerimi kaptığım gibi sınıfıma gitmek istiyorum. Keşke olsa. Olmuyor. Camlı panonun içinde Feriköy Antika pazarından alınan Yedigün mecmualarının titizlikle seçilen sayfaları mevcut. Dokunmak yasak, bakmak serbest bir. Ben de içimde ne kadar Minyatürcü Feride varsa hepsini bir araya toplayıp seyre dalıyorum uzun uzun. Tam bu anda hafiften rüzgâr esmeye başlıyor. Esen rüzgâr etek uçlarımdaki işlemeleri havalandırıp, zencefilli gazozun kokusunu yakın ediyor. Bir de Ave Maria duyulmaya başlandı mı Nimet ablanın radyosundan, kendimi ödüllü bir sanat filminin ortasında buluyorum.
Derginin Frigidaire isimli soğuk hava dolabı sayfasındaki dört adet kadının başında minik şapkalar, şapkaların kenarlarında da içinde bulunduğumuz yüzyılda görmeye hiç alışkın olmadığımız türden kuş tüyleri var. Saçları mizampleli, 1930’lu yıllardan kalma bu kadınları görünce yetişkinler için hazırlanmış bir masal kitabına gibi bakıyor oluyorum bir anlığına. Buzdolabı demek yerine soğuk hava dolabı demek hoşuma gidiyor. Ve görselin altındaki cümleleri ilk defa okuyormuşçasına, sesli sessiz mırıldanıyorum:
“Bugün soğuk hava dolabının kıymetini herkes anlamış bulunuyor. Hele çocuklu aileler için FRİGİDAİRE’nin kıymeti ölçülemeyecek derecede mühimdir.”
Bahsettiğim sayfanın sağında Tayyareden İstanbul Planını Yapanların haberleriyle Bisiklet tanıtımı yapan bir metin var. Aynen şöyle diyor yazar: “Bisikleti züğürt otomobili diye hor görmeyiniz. Sıhhat ve estetik bakımından otomobile üstün olduğuna şüphe yok. Ve Avrupa’nın birçok şehirlerinde bisiklet, genç kızların en çok sevdiği spor vasıtasıdır.”
Gülerek okuyorum. Çünkü bisiklet binmeyi de çok sever Nimet Susamlıbahçe. Afili döpiyesleri ve kiremit rengi bisikletiyle Amelie filmindeki Audrey Tautou’yu andırır uzaktan görenler için. Kafamı son kez panoya döndürüp Arlon marka saat reklamının olduğu sayfaya kısacık bakıyorum. Panoyla ilgili notlarıma, Susamlıbahçe Gazozculuğun önüne park edilmiş kiremit rengi Nimet abla bisikletini de ekliyorum. Kalkmaya niyet ettiğim sırada sesleniyor Susamlıbahçe Gazozculuğun evlere şenlik sahibesi:
“Feride, kalsana akşama. Siyah beyaz film gösterimi var. Al Yazmalım hem de. Sen seversin.”
Nasıl da biliyor bam telimi. Bilmese gönlüme gönlüme konuşur mu hiç? Son dakika gollerinde de çok iyidir Nimet abla. Maç bitti sanırsın. Kaybedecek sanırsın. Ne yapar ne eder. Doğru zamanda doğru hamleyle durumu lehine çevirir. “Çoğu iyi azı kötü” derken bu hallerini kast ediyorum hep.
“Olur tabi. Bayılırım. Yalnız, eve gidip gelmem lazım. Sen yerimi ayır olur mu? Şeftalili gazozumu da tabii.”
“Müessesemiz emrinize amade Feride hanımcım. Gitmeden bir iki satır bir şey de okuyayım mı sana? İyi gelir belki. Benim dükkânın minyatürünü yaparken, yad edersin Nimet ablanı.”
Yine beklemediğim zamanda beklemediğim şeyler vuku buluyor gazozcu dükkanında. Ruhum ürperiyor hafiften. Başka bir tabirle, bir sonraki alacalı Nimet Susamlıbahçe sahnesine hazırlanıyorum tüm varlığımla. Nimet ablayı saniyeler sonra poplin kumaşlarla kaplı bir romanla karşımdaki iskemlede buluyorum. Okumaya başlıyor. Tane tane okuyor. Satır atlamadan okuyor. Evlilik yemini gibi, ilk ezberlediği şiir gibi okuyor:
“Ben artık senin dediklerinden ibaretim. Kelimelerine büründüm. Ağzından çıkanlar alaşağı etti beni. Günlerdir kara bir delikteyim. Haberin yok. Varla yok arasıyım. Haberin yok. Söyle. İki elimi birden en tepeye yaslayıp, nasıl kurtulacağım bu dipsiz kuyudan? Aşkın hangi hali bu? İkimiz diye bir şey sahiden var mı?”
Ben şaşkın şavalak bakıp dururken, beş on sayfa kadar geriye dönüp okumaya devam ediyor Nimet Susamlıbahçe:
“Ben bol kusurlu, yaralı bereli ve de eksik bir kadınım. Rengim portakal çiçeği.”
“Ben de kalbi dikişli, çokça hatalı ve de otuzlarının başında gri bir adamım.”
“Birbirimize karışsak ne hoş olur. Olur mu? Olur muyuz?”
“Tüm bu dediklerin çok kıymetli. Neden ben? Neden beni seçtin?”
“Bu sefer de çocukluğumuz beraber geçmeyiversin dedim. Kalbini görür gibiyim. Güvendim gitti.”
“Tükendi benim söyleyeceklerim. Lal oldum.”
“Benim heybem dolu daha. İkimize de yeter diyeceklerim.”
“Söz veriyorum sana kadın. Ömrüm oldukça kırıp dökmeyeceğim seni.”
“Söz vermekten korkuyorum hala ama sevmekten değil. Seninleyim, seninim gri adam. Çünkü kelimelerin çok güzel!”
Zihnimde havai fişekler patlıyor, Nimet abla okuyor. Nimet abla okuyor, gönlümden bilmediğim bir gönüle zeplinler havalanıyor. Hengâmeli şeyler midemin sol üst çaprazında. Çünkü Nimet Susamlıbahçe ilk defa okuyor. Sayfaları hızlıca çeviriyor. Yüzü buruşur gibi oluyor. Ve o cümleyi dillendiriyor yarı sesli hepten sessiz:
“Ben evime dönüyorum portakal çiçeği. Hoşça kal.”
Noktayı koyup kitabı kapattıktan sonraki halet-i ruhiyesini betimlemekte güçlük çekiyorum. Mona Lisa tablosu misali hem hüzün hem neşe barındırıyor. Son okuduğum kitaptaki ‘Gemiler batarken ne düşünür?’ cümlesini anımsıyorum. Çünkü Nimet ablanın büyük bir kısmı sular altındaymış meğer. Şu dakika idrak ediyorum. Bize şimdiye kadar ezberlettiği buçuklu kısmı su üstünde kalan şaşalı versiyonuymuş. Bu cümleler kime ait? Hayalden mi ibaretler yoksa hayattan mı? Yazan kim? Yazdıran Nimet Susamlıbahçe mi? Zihnimde bunlar gibi onlarca soru tur atsa da sormaya yeltenmiyorum. Biliyorum ki cevap vermeyecek. Biliyorum ki gösterisine kaldığı yerden devam edecek.
“Ağzına sağlık Nimet abla. Ne güzel okudun.”
“Rica ederim Feride çocuğu. Hemen git de gel hadi. Yer kalmazsa karışmam ona göre.”
İçimdeki Susamlıbahçe gazozuna, zihnimdeki Susamlıbahçe tasavvurları eşlik ediyor kalkarken. Bu kadının huzurunda bir kez daha zamanın doğrusal değil döngüsel olduğunu anlıyorum. Dakikalar içerisinde biri otuzlarında diğeri ellilerinin ortalarında iki adet kadınla karşılaştım çünkü. İkisini birden bağrıma basmak istiyorum. Minyatürüm ne hallere bürünecek diye de pır pır ediyor içim. Bugün şahitlik ettiğim tüm oluşları anlatmam lazım. Öte yandan da “Oyalanma Feride.” diyorum kendi kendime. Daha Al Yazmalım izleyeceksin. ‘Sevgi emektir.’ diyen Türkan Sultanla bizim Nimet Susamlıbahçe’yi yan yana düşününce tebessüm ediyorum içten içe. Kadın olmak demek bin bir türlü hale bürünmek demek. Ya da bin bir türlü halin hepsi kadın olmaya denk. Bilemiyorum, yürüyorum. Attığım her bir adım yeni bir hikâyeye yaklaşmak demek. Biliyorum, yürüyorum.
Nihan Özebeoğlu
Ne kadar şekerli bir anlatım ve ne güzel ayrıntılar. Kalemine sağlık yazar çocuğu. :))
Teşekkür ediyorum😇
Harika olmuş bayıldım umarım devamı gelir!
Teşekkür ediyorum😇
Sevgili Nihan,
Gönülden Tebrikler. Necip Amcan