G. K. Chesterton’ın “Bay Perşembe” adlı romanı Saltokur Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Bahadır Bingöl ile konuştuk.

Bahadır Bingöl

“Bay Perşembe”yi çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Çalıştığım yayınevine çevirmenlik için başvurduğumda, çevirmem için Bay Perşembe’yi önerdiler. İyi bir edebiyat eserini çevirmeyi çok istiyordum. Aslında edebiyat dünyasının dışında bir işle uğraşıyordum, dolayısıyla çeviri benim için bu dünyaya giriş kapısı gibiydi. Eseri okumaya başladığım günün gecesinde kitabı bitirmiştim ve yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşmişti. Gerçek bir edebiyat eseriyle karşılaşan her hevesli yazar adayı gibi ben de zevkle çevirmeye başladım.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Bay Perşembe çevirdiğim ilk kitap. Daha önceleri internet üzerinden yayın yapan bir dergi için çeviriler yapıyordum. O dergi için Philip K. Dick ve Robert Scheckley’nin bilim kurgu öykülerini çevirmiştim. Derginin editörü Sinan Güldal’ın tavsiyesiyle yayınevinde çalışmaya başladım. Üniversitelerin dil veya çeviri bölümlerinden mezun değilim. Lisans eğitimimi Hukuk Fakültesi’nde tamamladım ancak edebiyat sevgim ve yazma tutkum beni çeviriye yönlendirdi. Bu sene Rus Dili ve Edebiyatı’nda lisans eğitimime başladım, ileride Rusçadan da çeviriler yapmak ve karşılaştırmalı edebiyatla ilgilenmek istiyorum. Çeviri rutinimi ilk kitap çevirimle birlikte yavaş yavaş oluşturmaya başladım. Öncelikle çeviriye başlamadan önce mutlaka şiir okuyorum. Şiir, dilimin olanaklarını bana gösteriyor ve üzerinde çalıştığım çeviriyi çeşitli açılardan değerlendirmemi sağlıyor diyebilirim. Çeviriyi bitirip metnin son okumasını yapmadan önce Refik Halid, Bilge Karasu ve Salâh Birsel gibi Türkçe’nin ustalarını tekrar okuyorum ve çevirimi Türkçe’nin inceliklerini gözeterek bir kez daha inceliyorum. Çevirinin tam olarak ne zaman bittiğine karar vermek ise benim için sürecin en zor kısmı sanırım.

“Bay Perşembe”nin çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Bay Perşembe’yi çevirmem son okumalarla birlikte 2 ayımı aldı. İlk cümleyi okumamdan itibaren çok güçlü bir edebi eserle uğraştığımın bilincindeydim, çevirdikçe yazarın cümlelerine tekrar ve tekrar hayran kaldım. Benim için eğlenceli, öğretici ve yorucu olmakla beraber çok zevk aldığım bir süreçti. Karşılaştığım zorluklardan birisi yazarın ironisini Türkçe’ye aktarırken, bir diğer zorluğu da diyalogların sahiciliğini sağlamaya çalışırken yaşadım.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı G. K. Chesterton? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Çevirmeye başlamadan önce Chesterton’ın denemelerini okumuştum ancak kendisi hakkındaki bilgim çok sınırlıydı. Chesterton, diğer İngiliz yazarlara kıyasla Türkiye’de çok okunan bir yazar değil. Çevirmeye karar verdikten sonra kendisini daha iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Şu anda üzerinde çalıştığım kitap da Chesterton’ın bir başka romanı, kendisini gittikçe daha iyi tanıyorum ve ona olan hayranlığım gün geçtikçe daha da artıyor. İleride yapmak istediğim akademik çalışmalarda da Chesterton üzerine araştırmalar yapmak, makaleler yazmak istiyorum. Chesterton’ın bütün eserlerinin ve hakkındaki biyografik çalışmaların Türkçeye çevrilmesini çok isterim.

G. K. Chesterton orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Chesterton, okuduğum İngiliz yazarlar arasında dili en etkili ve ustaca kullanan isimlerden birisi. Oldukça ironik bir anlatımı var, Paradokslar Prensi adına yaraşır bir şekilde alışılmadık benzetmeler ve betimlemelerle örülü bir anlatımı tercih ettiği söylenebilir. Uzun cümleleri seven bir yazar ve bu cümleleri büyük bir ustalıkla kullanıyor. Yazarın cümlelerini aynı ustalıkla Türkçe’de söylemeye çalışmak takdir edersiniz ki çok kolay olmadı, takdir okurun. Eserlerini yazdığı dönem düşünülecek olursa, oluşturduğu atmosferin ve yarattığı karakterlerin çağının çok ötesinde olduğunu düşünüyorum. Chesterton’ın bir cümlesini okurken, önce müthiş bir imge dünyasının içine girip sonra da sürprizli bir benzetmeyle kahkahalara boğulabilirsiniz.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Karakterlerin betimlendiği bütün bölümler beni çok etkilemişti, yazarın hayal gücüne hayran olmuştum. Çevirirken en etkilendiğim bölümlerin Düello, Başkanın Peşinde ve Altı Filozof bölümleri olduğunu söyleyebilirim. Düello bölümündeki dinamizm ve sürprizlerden, Başkanın Peşinde bölümünün de absürtlüğünden çok etkilendim. Doğrusunu söylemem gerekirse en çok bu soruda zorlandım, kitap hakkında uzun uzun yazmayı çok isterim ama okurla kitap arasına girmekten korkuyorum.