Wallace Stegner’ın “Doyma Ânı” adlı romanı Kafka Kitap tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Arzu Altınanıt ile konuştuk.

“Doyma Ânı”nı çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Öneri yayınevinden geldi. Pulitzer ödülü almış bir kitap çevirme düşüncesi beni çok heyecanlandırdı elbette ama her zamanki gibi karar vermeden önce metni görmek istedim. Kitabı gözden geçirdim, yazar ve eser hakkında araştırma yaptım. Kitabı gerçekten çok sevdim ve çevirmeye karar verdim.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Çalışma hayatı içindeyken bir-iki çeviri denemem olmuş ama o yoğun süreçte bu işe odaklanamamıştım. 2006 yılında emekli olduktan sonra başladım ve o günden beri çok severek, her defasında “Acaba oldu mu? Acaba yazarı yansıtabildin mi?” tedirginliği yaşayarak sürdürüyorum. Her yeni çeviri yeni bir heyecan ve o “daha iyisi nasıl olur” kaygısı hiç bitmiyor. Bilim kurgu ve fantastik dışında her tür çeviriyorum diyebilirim. Okur olarak bilim kurguyu çok sevsem de çeviri aşaması ürkütücü benim için. Gerek bilim kurgu gerekse fantastik kitaplardaki dünyayı kafamda tam olarak canlandıramıyormuşum gibi hissediyorum. Bu yüzden de tabir-i caizse o topa girmek istemiyorum. Kurgu dışı pek tercih ettiğim bir tür değil ama kıramadığım editörlerden gelince bazen geri çeviremiyorum. Okakura Kakuza’nın Çınar Yayınları’ndan çıkan Çay Kitabı da böyle bir çalışmaydı örneğin ve ilginç bir şekilde çok keyif aldım. Hatta en severek yaptığım çevirilerimden biri oldu diyebilirim.
Hem çeviri öncesi hem de çeviri sırasında bir rutinim var elbette. Öncesinde kitap, yazar ve dönem hakkında epey bir araştırma yapıyor, gerekirse notlar alıyorum. Çeviri sırasında da önemli noktaları not alıyor, içime tam sinmeyen yerleri işaretleyerek devam ediyor ve bittikten sonra mutlaka baştan sona okuyup bu notları da kullanarak gereken düzeltileri yapıyorum. Çok hızlı çalışabilen bir çevirmen değilim. Günlük bir sayfa hedefim olsa da buna her zaman ulaşabildiğim söylenemez. Gece çalışabilen çevirmenlerden de değilim, gündüzleri çok daha verimliyim. Bu yüzden de gün içinde belli bir saat aralığında çalışıyor ve zorunluluk olmadıkça bunu değiştirmiyorum.

“Doyma Ânı”nın çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Dürüst olmak gerekirse zor bir süreçti ama çok da keyifliydi. On aylık bir çalışma oldu. Bunun sebebi hem kitabın uzun olması hem dönemi hem de Stegner’ın bitmek bilmeyen uzunluktaki cümleleriydi. Tek bir kişiye odaklanmış görünse de dört nesli içeren bir hikâye Doyma Ânı. Anlatıcı tekerlekli sandalyeye mahkûm bir tarih profesörü. Babaannesinin (farklı bir isim kullanılmış olsa da bu kişi aslında Viktorya Dönemi’nde yaşayan bir kadın yazar ve ressam olan Mary Hallock Foote) hayatını anlatıyor. Bir yandan geçmişe bakarken diğer yandan günümüzün medeniyeti, doğası, aşkları, ekonomisi, cinselliği, evliliği, ahlâkına değiniyor. Kısaca nesiller arası görüş farklılıklarını çok güzel biçimde yansıtan bir çalışma olmuş. Bana biraz Marguez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı eserinin tadını verdi. Doğa tasvirlerinde ise Yaşar Kemal’i buldum diyebilirim. Hikâyenin özü Altına Hücum döneminde Amerika’da geçiyor. Babaanne doğuda yetişmiş entelektüel bir kadın. Evlenip batıya gidiyor ve madenci kasabalarında çok daha ilkel bir yaşam sürmek zorunda kalıyor.
En zorlayan şey madencilik terimleri oldu. Çünkü hepsi o devre ait kullanımlar, çağımızda artık hiçbiri yok. Madencilik Sözlüğü edindim, yetmedi. Maden mühendisleriyle konuştum, aldığım cevap, “Böyle bir şey artık yok, karşılığı da yok,” oldu. Uzun araştırmalar sonucu karşılıklarını ya da yakın karşılıklarını buldum ama gerçekten çok zamanımı aldı. Upuzun doğa betimlemelerini çevirmek de epey zorlayıcı ve zaman alıcı bir çalışma oldu. Gözümün önünde canlandırdığım görüntüleri, yazarın tarzını bozmadan, cümleleri kesip biçmeden çevireceğim diye epey uğraştım. Ayrıca Altına Hücum döneminde herbiri farklı kültürden, doğadan, yaşantıdan gelen, dilleri, inançları farklı insanlar söz konusuydu. Dolayısıyla bu konuda da epey araştırma yapmak gerekti. Aslında bu işi bu denli keyifli kılan da biraz bu yanı sanırım. Bulmaca çözer gibi uğraşmak.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Wallace Stegner? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Adını duymuştum ama daha önce okumamıştım. Doyma Ânı Türkçeye çevrilen ilk kitabı zaten.
Wallace Stegner orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Daha önce de söylediğim gibi zor bir yazar. Cümleleri çok uzun, betimlemeleri çok ayrıntılı, gerçek hayattan esinlenilmiş noktalar çok fazla. Oldukça sivri ve alaycı bir dili var. Çeviri sırasında zaman zaman gülümserken buldum kendimi. Kalemi gerçekten çok güçlü. Okurken kendinizi olayın geçtiği yerde hissediyorsunuz. Yani sizi içine öyle alıyor ki kendinizi bir anda o dünyada buluyorsunuz. Kahramanların hissettiklerini hissedebiliyorsunuz.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
Çok yer var. Ama genel olarak Susan Burling’in (anlatıcının babaannesinin) yaşadığı doğu-batı çatışması, doğulu bir entelektüel olarak batıya bakış tarzı, doğulu arkadaşlarının gözünde maden mühendisi kocasını yüceltme çabaları (ki bu, hem çok eğlendirici hem de çok düşündürücüydü) beni gerçekten çok etkiledi. Aslında Susan Burling’in kişiliği etkiledi sanırım. Bir yandan iyi bir eş olmaya çalışırken diğer yandan yaşadığı çelişkiler, doğu özlemi, batıyı aşağılayıcı tavrı, zaman zaman kocasından utanması çok güzel yansıtılmıştı. Bir de daha önce sözünü ettiğim doğa betimlemeleri var. Öylesine güzel, öylesine ayrıntılı anlatılmıştı ki kendinizi o dağlarda, o yaylalarda, o mekânlarda hissediyorsunuz.