Varlık Dergisi’nin 15 Mart 1957 tarihli 450. sayısının son sayfasında yer alan “OKUYUCULARIMIZLA BAŞBAŞA” başlıklı bölümde okuyuculardan gelen sorular, yorumlar, eleştiriler ve derginin bunlara cevapları var.
Mehmet Vehbi GÜRSES sormuş: “Şahsi kütüphaneniz yok olursa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olacak? diye bir anket açacağınızı söylemiştiniz, bir hayli önce. Mayk Hammerlerle yalnız çıplak kadın vücudu teşhir ederek genç dimağları zehirleyen roman ve dergilerin piyasayı doldurduğu şu günlerde böyle bir soruşturmayı faydalı bulmuyor musunuz?”
Cevapta imza yok ama muhtemelen Yaşar Nabi Nayır da şöyle cevap vermiş: “O anket sorusunu yazar arkadaşlarımızdan bir kısmına dağıtmıştık. Tek birinden bile cevap alamadık. O zaman bu soruya cevap vermenin güçlüğünü düşünerek vazgeçmek zorunda kaldık.”
Sorunun güçlüğü ortada ama 64 yıl sonra Parşömen olarak biz tekrar sormak istiyoruz: “Şahsi kütüphaneniz yok olsa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olurdu?”

Koca bir kitaplığı yeniden oluşturmaya başlamak için seçilecek ilk on kitap ne olabilir diye düşündüğümde aklıma gelenlerin büyük çoğunluğunun beni en az on yıl geriye, kimi zaman çocukluğuma, hatta daha öncesine götürdüğünü görüyorum. Hemen hemen tamamen bilinçaltı olan bu eğilim, kaybolan geçmişi yakalamak yönünde bir arzunun –ve büyük ölçüde başarısız olmaya mahkûm bir çabanın– dışavurumu sanırım.
Güvercine Ağıt (Gürsel Korat). 1200’lerin Orta Anadolu coğrafyasında geçen bu roman, o devrin kaynaklarından alınmış gibi gözüken ama tamamen yazarın kaleminden çıkmış özgün deyişleriyle beni büyülemişti. Yazarın bundan önceki kitabı Zaman Yeli’nin açtığı kulvardan bizi havuzun çok ötesine, koca bir okyanusa taşıyor bu roman.
Öfkenin Şenliği (Jaklin Çelik). Hem konusuyla hem de yanardağı kayası keskinliğindeki diliyle Türkçede yazılmış en etkileyici romanlardan biri.

Gece Müfettişi (Frederick Busch). Winslow Homer’in Amerikan İç Savaşı’nda görev yapan bir askeri betimlediği Nişancı adlı tablosundan esinlenen bu roman, insanlığın korkunç yüzünü en iyi sergileyen yapıtlarından biri; benim için Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’a yakın bir yerde duruyor. Herman Melville’in küskün bir gece müfettişi olarak boy gösterdiği kitap, o yılların dilini anlatımına başarıyla yedirerek bizi daha ilk sayfalardan bir, bir buçuk asır geriye taşıyor.
Ağaç Kabukları (Annie Proulx). Koca bir kıtanın gasp edilmesinin uzun hikâyesini o topraklardan söktükleri ağaçlar gibi kök salmaya çalışan ailelerin yaşamına yazarın doğrulttuğu mercekten izliyoruz. Bu tür destansı anlatıların arasından çarpıcı diliyle sivrilen dev bir roman.
Göçmenler (W.G. Sebald). Her sayfası yazar olmaya yeltenenleri kıskandıran cümlelerle dolu bir kitap. Listenin en tanınmış yapıtı olduğundan fazla söze gerek yok.
Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek: 70’li Yıllarda Hayatımız (Ayfer Tunç). Çocukluğu benim gibi 1970’lerin Türkiye’sinde geçmiş insanlar için daimi başucu kitabı olmayı hak eden bu kitabı 1980’den Z’ye kadar uzan kuşaklar da okursa aramızdaki iletişim sorunları çözülebilir belki…
Türklük Sözleşmesi: Oluşumu, İşleyişi ve Krizi (Barış Ünlü). “Türklük” dediğimiz, hissettiğimiz bu kimliğe nasıl ulaştığımızı ve bunun bizim ve başkalarının üzerindeki etkisini daha iyi anlatan bir yapıt bilmiyorum. Belki de listemin en elzem kitabı.
Karanlıkta Oynayanlar: Beyazlık ve Edebiyatta İmgelem (Toni Morrison). Barış Ünlü’nün kitabının bir nevi okyanus ötesi izdüşümü; fakat onun sosyolojik ve tarihi geniş açısına kıyasla edebiyatın bir dilimi üzerine yoğunlaşan, incecik, çarpıcı bir kitap.
Gündelik Hayatımızın Tarihi (Kudret Emiroğlu). Muhtarlık müessesesinden kol düğmesine, diş macunundan prezervatife türlü obje ve kavramın dünya kültürüne ve coğrafyamıza ne zaman katıldığının izini süren kaynak kitap. Ayfer Tunç’un kitabıyla birlikte ansiklopedik bir ikili oluşturuyor benim için.

Dünyanın En Cinfikirli Çocuğu Jimmy Corrigan (Chris Ware). 2001 yılında “resimsiz” rakiplerinin önüne geçip Guardian İlk Kitap Ödülü’ünü alan bu çizgi roman, tekrar tekrar okudukça sırlarını dışa vuran, çok katmanlı bir başyapıt. Ware’in benzersiz yapıtının anlatım cambazlıklarına ne yazıyla ne de sinemanın teknik olanaklarıyla erişmek mümkün. Buna bir örnek vermek gerekirse, aşağıdaki saklambaç sahnesini oluşturan 12 paneli takip ederken yalnızca mekan içinde değil, aynı zamanda zaman içinde hareket ediyor, metinde yeri geldiğinde yarım yüzyıl öncesine, Amerika kıtasının yerlilerinin coğrafyaya hakim olduğu bir döneme geri dönüyor, başka bir noktada ise etrafında dolanılan evin inşa aşamasında olduğu yıllara gidiyoruz. Aşık olduğu kızı harıl harıl arayan küçük Jimmy’nin bu tablo içinde gözüktüğü beş noktayı birleştirdiğimizde ise, rotasının bir soru işaretini oluşturduğunu fark ediyoruz.