Orhan Pamuk’un yeni romanı Veba Geceleri edebi ortamı yeterince renklendiremese de epeyce konuşuldu. Kitaptan memnun olan Pamuk hayranları da var, kitabı uzun ve sıkıcı bulan, hem karakter hem de dönem anlatısı acısından yeterince derinleşemediğini savunanlar da. Ama estetiği üzerinde duran pek yok. Zaten kültürel ortamımız henüz estetik eleştiriyi yüceltecek olgunlukta değil maalesef.

Pamuk’un bana göre en büyük başarısı her eserinde yeni bir estetik kurabilmesi. Dünyada bunu yapabilen çok ama çok az yazar var. Hazır bütün ödülleri toplamışken ve dünyaca tanınmışken konforlu bir yazım alanını seçip kariyerine gayet güzel devam edebilirdi; ama onun yerine hep en riskli şeyi yani her eserde yepyeni bir estetik yapı inşa etmeyi deniyor ve bunda başarılı oluyor.

Veba Geceleri de yeni bir estetik deneme aslında. Romanın ilk cümlesi bu iddiayı özetliyor: “Bu hem bir tarihi roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir.” Yaşam dediğimiz deneyimi anlamak için pek çok şeye başvururuz. Bazen “düz anlatım” yardımcı olur bize (bilim, felsefe tarih vb.) bazen de metaforik, imgesel anlatımlar (sanat gibi). Galiba gerçeğin ne sadece akılla ne de sadece hayal gücüyle kavranacağını hissedebiliyoruz. Bu, okumamızı da etkiliyor bence; roman okurken mesela, anlatılanların kurgu olduğunu bilmemize rağmen içindeki “gerçekliği” arar, ondan etkileriz. Oysa tarih okurken tersi olur; o tarihsel nesnellik içinde o dönemi, o insanları kafamızda canlandırmadan, sanki birer roman kahramanı gibi okumadan yapamayız. Yani roman okurken tarihsel gerçekliği aradığımız gibi (özellikle dönem romanlarında) tarihsel bir metinde de hayali kahramanları kafamızda canlandırmak isteriz. İşte Pamuk, bu iki yaklaşımı bir potada eriten bir estetik deniyor.

Romanda müthiş bir “tarihsel nesnellik” kurgusu var. Minger adasının hayali olduğunu bilmenize rağmen haritaya bakmadan yapamıyorsunuz – ben baktım. Tarihsel kişiliklerle tamamen kurgusal kişiliklerin karışımında ise Pamuk’un alışkın olduğumuz oyunculuğu var. Bunun yanında “VEBA” hem tarihsel bir gerçeklik olarak karşımızda (artık hepimizin bildiği salgının etkileri) hem de metafor olarak (adeta bir roman kahramanı gibi) işlenmiş.

Özellikle veba karşısında “batılıların” rasyonel tutumları ile “doğuluların” kaderci yaklaşımı arasındaki gerginlik çok iyi anlatılıyor. Kitabın başındaki Tolstoy alıntısı da bunun üzerine. Nihayetinde Pamuk’un kurduğu estetik o kadar başarılı ki, kimi zaman tarihsel bir metin okur gibi hissederken kimi zaman da bir dönem romanının macerası içinde buluyoruz kendimizi.

Bu gidiş gelişler o kadar ustaca yazılmış ki çoğu zaman bir romanın içinde miyiz yoksa bir tarihsel gerçeklikle mi karşı karşıyayız ayırt etmekte zorlanıyoruz. Bu hiç şüphesiz büyük bir estetik başarı.

Bence kitabın talihsizliği COVID döneminde çıkmış olması. Anlatılan salgın hikâyesiyle zaten o kadar iç içe yaşıyoruz ki, metin ister istemez “sıkıcılaşıyor.” Kolağası Kamil ve Atatürk benzerliği üzerinden yöneltilen eleştirilere de katılıyorum; son derece gereksiz, kaba bir alegori olmuş. Kitapta havada kalan bir de Sherlock Holmes esprisi var. Holmes’un tümevarımcı yaklaşımıyla (batılı anlayış) Osmanlı yöneticilerinin tümdengelimci (doğulu) yaklaşımı arasındaki gerilim güzel vurgulanıyor fakat cinayetin çözümü biraz havada kalmış, eğer Holmesvari bir vaka çözüm olsaydı romana ayrı bir lezzet katabilirdi.

Her şeye karşın Veba Geceleri kıymetli bir roman çünkü estetik bir başarı. Pamuk’a bu başarısı ve Türkçeye katkısı için minnet borçluyuz. Nihayetinde bir dili etkileyen pek çok etmen olsa da (dil organik bir yapı) onu geliştiren tek bir şey var; estetik.

Ercan Başer