Suç ve Ceza’nın yazılmasından tam yüz elli üç yıl sonra sorgu yargıcı Porfirij ile Raskolnikov arasındaki tartışmayı, “devlet”, “düzen” ve “özgürlük” kavramları çerçevesinde yeniden başlatan Onur Orhan, Suç ve Keza adlı oyununda Dostoyevski’nin tüm olgunluk eserlerinde görebileceğimiz “dava adamı” misyonu taşıyan karakterleri üzerine eğilmiş ve yazarı yirmi birinci yüzyıl dünyasında yeniden yorumlamıştır. Dostoyevski gibi bir yazarın put kırıcı yanlarını anlatma çabasının büyük bir cesaret ve derinlik gerektirdiğine kuşku yoktur. Nitekim André Gide, Rus yazınını Fransa’ya sokan M. De Vogué’nin bile onun büyüklüğü karşısında korktuğunu ve insanları “aman kendinizi ondan sakının” diyerek uyardığını söylemişti.[1] Dolayısıyla Onur Orhan’ın riskli ve tehlikeli bir alana el attığını söylemek abartı olmayacaktır. Bununla birlikte yazarın giriştiği işin üstesinden geldiğini iddia etmek de epey zordur; çünkü oyun Dostoyevski’nin herhangi bir düşüncesiyle yan yana gelemeyecek kadar onun uzağındadır.

Suç ve Ceza, bilindiği gibi radikal görüşleri olan bir delikanlının ilkeleri uğruna cinayeti meşrulaştırmasını konu alır. Raskolnikov, insanları “olağan” ve olağandışı” olarak iki gruba ayırarak toplumun yararına bazı kişilerin yasayı çiğneyebileceği, ilerlemenin ancak bu şekilde, “sınırı aşarak” mümkün olabileceğini savunur. “Bir kötülüğe karşı yüz iyi şey”[2] ilkesinden hareketle tefeciyi ve onun kız kardeşini öldüren kahraman, roman boyunca işlediği cinayetin sancılarını çeker ve hikâye Raskolnikov’un Sibirya’da mahkumiyeti ile sona erer.

Dostoyevski’nin günlüklerinden de çok iyi anlayabileceğimiz gibi Suç ve Ceza, birey ile suç arasındaki ilişkiye odaklanmış ve dönemin toplumcu kuramlarına karşı varlığı temel alarak bir çözüm üretmiştir: Acı çekerek kurtuluşa ulaşma. Raskolnikov’un teslim olması ilk bakışta pişmanlıktan doğmaz. Değişimin başlangıcı -ki değişim demek de güçtür- Sonya’nın hasta olduğunu öğrendiğinde gerçekleşir ve onun yokluğunu derinden hissederek ayaklarına kapandığı sırada anlatıcı şöyle der:

“Bu hasta, solgun iki yüzde yepyeni bir yaşama yeniden doğuşun ışıltısı vardı. Aşk yeniden yaşama döndürmüştü onları. Birinin yüreği ötekinin yüreğine tükenmez bir yaşam kaynağı olmuştu.”[3]

Kitap şöyle sona erer:

“Ne var ki, burada yeni bir öykü başlamaktadır. Bir insanın yavaş yavaş yeniden doğuşunun, bir dünyadan başka bir dünyaya adım adım geçişinin, o güne dek hiç tanımadığı, bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü… Başka bir öykünün konusu olabilir bu… Ama bu öykü burada bitti.”

Dostoyevski’nin romanlarındaki çokseslilik kuşkusuz yorum konusunda okuyucu ve eleştirmenlere güçlükler çıkartır. Zira onun “değişik görüşleri tutanları hoşnutsuz bırakacak yanları”[4] vardır.” Joseph Frank, “Yanıltıcı ipuçları, okura Raskolnikov’un tamamıyla maddesel, toplumsal ve psikolojik nedenlerle hareket ettiğini düşündürür ama kitabın kendisinde böylesine gerekirci bir bakış açısına savaş açılmıştır.”[5]der. Birey ve toplum arasındaki çatışmayı en uç noktalarına kadar götüren yazar, suç ve suçlu arasındaki ilişkiye odaklanarak insan varlığının birtakım toplumsal koşulların ürünü olduğu iddiasına roman boyunca karşı çıkar. Sorgu yargıcı Porfirij’in evinde Razumihin’in ağzından şunları duyarız:

“Sosyalist görüşün tartışılmasından açıldı konu. Sosyalistlerin savundukları düşünceyi biliyorsundur: Suç sosyal düzenin bozukluğuna bir başkaldırıdır. Geçerli olan yalnızca budur, başkaca bir neden kabul edilemez. Her şeyi “toplumdaki bozukluklara” bağlıyorlar. Toplumdaki bozukluklar düzeltilirse protesto edilecek bir şey kalmayacağı için her türlü suç da bir anda kalkacaktır ortadan, herkes dürüst olacaktır. Doğa hiç hesaba katılmıyor. İnsan doğası dışlanıyor. Kırklık bir adam on yaşındaki bir kızı kirletiyor… söyler misin, çevre mi zorladı onu buna?”[6]

Romanda, suçun toplumsallığını savunan bütün karakterler mizahi bir dille eleştirilir ve bunun en güzel örneklerinden biri, Lebezyatnikov’un ağzından çıkan ünlü sosyalist yazar Çernişevski’nin düşünceleridir:

“Kavga diye bir şey olmamalı, geleceğin toplumunda kavga söz konusu olamaz… dolayısıyla kavgada eşitlik diye bir şey… Günün birinde ben de saçmalığı seçip yasal bir evlilik yaparsam, sizin o yere batasıca boynuzlarını takmaktan haz bile duyacağım. Boynuzlandığımda şöyle diyeceğim karıma: “Sevgili karıcım, bugüne kadar yalnızca sevdim seni, ama artık saygı da duyuyorum sana, protesto etmesini bildin çünkü. (…) Her şey insanın nasıl bir ortamda olduğuna bağlı. İnsanın kendisi bir hiçtir.”[7]

Bir Yazarın Günlüğü’nde de benzer bir bakış açısıyla karşılaşırız:

“Kim suçlu? Çevre elbette. Ortada iğrenç bir çevre vardır ve asla suç yoktur.” Kendini artık suçlu bile saymayan bir suçludan daha talihsizi yoktur. Bir hayvan, bir canavardır o. Bir hayvan olduğunu ve kendi vicdanını yok ettiğini anlamıyorsa ne yapalım? Çok talihsizdir, iki misli talihsiz, ama aynı zamanda iki misli de suçludur.”[8]

Dostoyevski’deki temel problematik Onur Orhan tarafından yazılan Suç ve Keza’da tersine çevrilir ve Raskolnikov’un hezeyanları, bir toplumcu, anarşist ya da sosyalist olması hokus pokusla “ideal” hale gelir. Oyunda, “özgür irade” ve “insanın sorumlu varlık olması” tezleri hiçe sayılarak suç kavramı toplumsal-kamusal bir anlama bürünür: “Eğer bütün suçların politik olduğunu düşünürseniz işin aslında o kadar karmaşık olmadığını görürsünüz. Her şey politiktir Porfiri. Ekmek almaya çıkmak bile öyle.”

Karşımıza bir sosyalist olarak çıkan Raskolnikov 19. yüzyıl katı bilimsel anlayışından arındırılarak sözde daha tutarlı olmuştur. Eski hatalarını aşan kahramanımız oyunda şöyle der:

“İnsanlara sonsuz bir hayatın olmadığını söyleyeceğiz. İnsan hayatı dâhil hiçbir şeyin kutsal olmadığını veya bir kutsal varsa her şeyin kutsal olduğunu. Ve eskisinden farklı olarak onlara liderlik de etmeyeceğiz, peşlerinden de gitmeyeceğiz, yan yana yürüyeceğiz onlarla birer arkadaş, dost olarak. İnsanda emrin verdiği sızı da onun yarattığı hınç da kalmayacak.” Peki ya suçlular? “O gün geldiğinde suçlu kalmayacak, herkes birbirine sarılacak çünkü.”

Bu sahnede her Dostoyevski okurunun aklına Yeraltından Notlar gelir: “Tatlı hayallerdir bunların hepsi. Ah çocuk, temiz saf çocuk!”

Edward Hallet Carr, kişisel anlamda Raskolnikov’u suça iten ahlaki kuramın, toplumsal anlamda ihtilal ile sonuçlanacağını ileri sürer ve ekler: “Özel hayatın Raskolnikov’u, politikanın nihilistidir. Dostoyevski’nin ortaya koymaya çalıştığı tez budur. Suç ve Ceza’nın ahlaki sorunu, Cinler’in ahlaki-politik sorunu olur.”[9]

Dostoyevski’nin Vasiliy Perov tarafından 1872’de çizilen portresi

Dostoyevski’nin sosyalizmi doğrudan karşısına aldığı Cinler romanı ve Şigayev karakteri, Suç ve Keza’da iç tutarlılıktan yoksun, güdük ve kitaptaki bağlamından kopuk olarak karşımıza çıkar. Şigayev, romandaki tüm düğümlerin çözüleceği sırada şöyle demektedir: “Sınırsız bir özgürlükten yola çıkıp sınırsız bir despotizmle bağlıyorum sonucu. Ama şunu da söyleyeyim, benimkinden başka bir çözümü olamaz toplumsal sorunun.”[10]Dostoyevski’nin yaptığı bu tespit her ne kadar “Rus İhtilali kâhini” olarak anılmasına yol açsa da[11] aslında buradaki düşünceler Platon’un Devlet’inin sekizinci kitabından alınmıştır: “Aşırı özgürlüğün tepkisi, insanda da toplumda da aşırı bir kölelikten başka bir şey olamaz. (…) Zorbalığın ancak halk devletinden doğması tabii bir şeydir o halde. En taşkın özgürlük orada olduğuna göre, en yaman, en dayanılmaz kölelik de orada olacak.”[12] Adalet ve hak arayıcılığın vardığı sonuç gerek Dostoyevski gerek Platon’da “kölelerin efendi olarak belirmesinden”[13] başka bir şey değildir.

Suç ve Keza adlı oyunda ise bu düşünce sistematiği anlaşılmaz bir şekilde ezilen gruplar lehine çarpıtılmış ve bağlamından kopartılarak Raskolnikov’un “ilerici düşüncelerinden” biri haline dönüştürülmüştür. Oyunda Cengiz Han, Timur, Sezar, “Hitler ve niceleri” için “sınırsız özgürlükten yola çıkıp, sınırsız despotizme varmışlardır” denilerek Dostoyevski’nin odaklandığı nokta bilinçli veya bilinçsiz çarptırılmıştır. Hitler ve nicelerinin sınırsız özgürlükten yola çıkması absürt olduğu gibi, kitaptaki temel düşünceyle de hiçbir ilgi alakası yoktur.

Oyunda göze çarpan eksikliklerden bir diğerini ise Karamazov Kardeşler’deki Büyük Engizisyoncu bölümünün yeniden yorumlanmasında görürüz. Sistem karşıtı Raskolnikov ile düzen yanlısı Porfirij arasındaki tartışmada, Dostoyevski’deki temel problematiğe -bir kez daha- karşıt olarak şöyle denir: “Yüz yıllar geçecek, belki de yeni bir gün gelecek, insanlık hikmet sahibi insanların ağzından suç diye, günah diye bir şeyin olmadığını, yalnızca açlık diye bir şey olduğunu duyacak.”Porfirij’in insanlara “ekmek” vereceğiz önerisi, “devrimci Raskolnikov” tarafından ilginç bir şekilde cevaplanır: “Yalnız ekmekle yaşanmaz!”

“Büyük Engizisyoncu” bölümünden yapılan bu alıntı oyundaki en büyük açmazlardan biridir. Dostoyevski’nin bu bölümü yazma amacı Rusya’da “gerçeklikten kopmuş genç insanlar arasında görülen ve yokoluş düşüncesinin tohumu olan dine saygısızlığı sözcüklerle resmetmek, ayrıca bu saygısızlık ve anarşinin yanı sıra …ölmekte olan yaşlı Zosima’ya söylettiği son sözlerle bunları çürütmektir. İvan’ın görüşleri Tanrı’nın reddi değil, Tanrı’nın yarattığı dünyanın anlamının reddidir. Sosyalizm, tarihsel gerçekliğin anlamının reddinden çıktı, bir imha ve anarşizm programında son buldu.”[14]

İhtiyar engizisyoncu hapsedilen İsa’ya şunları der: “İnsanlar özgür kaldıkça dünyanın bütün bilgileri ekmek sağlamaz onlara. Sonunda özgürlüğü ayaklarımızın dibine sererek “köleliğe razıyız, tek doyurun bizi” diyecekler, özgürlükle doyasıya dünya nimetinin bir arada olamayacağını anlayacaklar ve bunu aralarında paylaşmaya asla yanaşmayacaklar. Sen onlara gökteki nimeti vaat etmişsin, ama tekrar söylüyorum, zayıf, içi daima bozuk, ezelden soyluluktan yoksun insanoğulları gökteki nimetleri yeryüzündekine üstün tutar mı hiç?[15]

İsa’nın halka “ekmek” sunmamasının ve “yalnız ekmekle yaşanmaz” demesinin tek sebebi “hiçbir baskının etkisinde kalmamış insan sevgisini arzulamasındandır.”[16] Joseph Frank, Dostoyevski’nin bu bölümde hiç sosyalizm lafı etmeden sosyalizmi eleştirdiğini iddia etmiştir, çünkü komünizmin temelinde hiç şüphesiz “ekmek problemi” yatmaktadır.[17] İvan’ın düşüncelerine cevap niteliğindeki Zosima’nın düşünceleriyse şöyledir: “Yoksul tabaka ulaşamadığı isteklerini, kıskançlıklarını şimdilik sarhoşlukla köreltiyor. Ama pek yakında şarap yerine kanla sarhoş olacaklar, gidiş o gidiştir. Sorarım size: Böyle insan özgür olabilir mi? Bir fikir cenkçisi tanıdım. Bir gün hapishanede tütünsüz bırakılınca tütün uğruna az kalsın iradesi gevşeyerek “fikrine” ihanet etmeye kalkıştığını anlatmıştı bana. Bir de bunun gibileri, insanlık için mücadele etmeye gidiyorum, derler. Nereye giderler, ne gelir ellerinden? Ancak apansız bir patlayıverirler, o kadar; sürekli hiçbir şey yapmazlar. Böylece özgürlük yerine köleliğe hizmet eder, kardeşliği, insanların birleşmesini sağlayacak yerde ayrılığa, yalnızlığa gömülürler. (…) Şunu bil ki, herkes birbirine karşı her bakımdan suçludur. Bunu sana nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Gerçeğin bu olduğunu, içim sızlayacak kadar hissediyorum.”[18]

Şimdi Suç ve Keza’daki alıntıyı tekrar hatırlayalım: “Yüz yıllar geçecek, belki de yeni bir gün gelecek, insanlık hikmet sahibi insanların ağzından suç diye, günah diye bir şeyin olmadığını, yalnızca açlık diye bir şey olduğunu duyacak.”Karşıtlık ortadır, çünkü Dostoyevski’ye göre herkes birbirine karşı her bakımdan suçludur. Onur Orhan’ın bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çarpıttığı düşünceler, esasında Dostoyevski’yi bir toplumsal gerçekçiye dönüştürme amacı taşımaktadır. Fakat bu boş bir çabadır. Orhan’a Çernişevski, Turgenyev hatta Tolstoy bile yardımcı olabilir ama Suç ve Keza, Dostoyevski’nin hiçbir düşüncesiyle uzlaşamayacak kadar onun uzağındadır. Maksim Gorki, biraz da talihsiz biçimde, şöyle bir yazı kaleme almıştı:

“Dostoyevski, kendisi de büyük bir zalim ve vicdanı hasta biri olarak özellikle bu karanlık, anlaşılmaz ve iğrenç ruhu yazmaktan hoşlanmıştır. (…) Ruh sağlığı yerinde olan herkese, Rus yaşamının iyileştirilmesi gerektiğini anlayan herkese Dostoyevski’nin yapıtlarının tiyatro sahnelerinde temsilini protesto etmelerini öneriyorum.”[19]

Maksim Gorki Suç ve Keza’yı izleseydi, kuşkusuz Dostoyevski’ye böyle bir eleştiride bulunmaz, aksine onu ayakta alkışlardı.

Barış Karakuş


[1] André Gide, Dostoyevski, Payel Yayınları, İstanbul: 2. Baskı 1998, s.39

[2] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, İstanbul: 21. Baskı 2012, s.577

[3] Dostoyevski, Suç ve Ceza, s.642

[4] André Gide, age., s.34

[5] Joseph Frank, Dostoyevski: Çağının Bir Yazarı, Everest Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 2017, s.515

[6] Dostoyevski, Suç ve Ceza, s.300-301

[7] Dostoyevski, Suç ve Ceza, s.433

[8] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 4.Baskı 2017, s.21-22

[9] Edward Hallet Carr, Dostoyevski, İletişim Yayınları, İstanbul: 9. Baskı, 2018, s.211

[10] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Cinler, İletişim Yayınları, İstanbul: 18. Baskı, 2012, s.401

[11] Carr, age., s.222

[12] Platon, Devlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 24. Baskı, 2013, s.294

[13] Ayrıntılı bilgi için bkz: Albert Camus, age., s.21-124

[14] Joseph Frank, age., s.820

[15] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 10. Basım, 2014, s.337

[16] Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, s.340

[17] Joseph Frank, age.s.826

[18] Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, s.385 ve 419.

[19] Maksim Gorki, Fyodor Dostoyevski ve “Karamazovluk” Üzerine, Fyodor Dostoyevski ve “Karamazovluk” Üzerine – Maksim Gorki | edebiyathaber.net