Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler ne okuyacağımı bilemediğimde edebiyatın basit ama muazzam gücünü bana hatırlatsın diye başucumda tutuğum kitaplardandır. Yıllar içinde Italo Calvino’nun neredeyse bütün yazdıklarını okudum ama Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’in yeri başkadır. Can Yayınları 1991 basımı kitabım haliyle epeyce yıpranmıştır. Jale Sancak’ın Tanrı Kent kitabındaki öykülerinden Tarlabaşı’nı uzun yıllar önce Eşik Cini dergisinde okuyup pek sevmiştim. Kaç defa okuduğumu bilmiyorum. Tanrı Kent İthaki Yayınları tarafından yayımlanınca Jale Sancak’ın İstanbul öykülerini topluca okuyabileceğim için sevindim.
Birtakım ortaklıklar ve farklılıklar gördüğüm bu iki öykü kitabını çaprast okumalara konuk etmek istedim.

Söz edeceğimiz iki kitap da kentte yaşam kurmaya çalışan yoksul insanların öykülerinden oluşuyor. Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler muhtemelen Avrupa’da, adını bilmediğimiz bir şehirdeki yoksul, emekçi bir ailenin yaşadıklarını anlatıyor. Tanrı Kent ise Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’den elli beş yıl sonra yazılmış. Öyküler İstanbul’da yaşayan, çoğunluğu yoksul insanların hikâyelerinden oluşuyor.
Italo Calvino 1923 doğumlu. Kurmaca yazarlığının yanı sıra Komünist Parti üyeliği, Einaudi Yayınevi’ndeki görevi, çeşitli gazete ve dergilerdeki yazıları aracılığıyla İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan kültürünün en önemli adlarından biri olmuştur. Denemeleri, öyküleri ve romanlarıyla anlatmanın farklı yollarını aramaktan bıkıp usanmaması onu çağdaşlarından farklı kılmıştır. Yazara, editörü Cesare Pavese tarafından “kalem sincabı” yakıştırması yapılmış.
Yaşantısı boyunca Avrupa ve Amerika’nın büyük kentlerinde bulunan Calvino bu yerleşim merkezlerinin oluşum ve çağrışımları üzerine etraflıca düşünür. Gözlemlerini kentler ve imgeleri üzerine kurmaca eserler vererek ölümsüz kılar. Görünmez Kentler, Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler bu kitaplarındandır. Italo Calvino 1985 yılında beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybeder.
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler ilk defa 1965 yılında Einaudi Yayınevi’nin çocuk dizisinden, Sergio Toffano’nun çizgileriyle yayımlanmıştır. Kitap yıllar içinde yetişkin serisinde yayımlanır ve oldukça ilgi görür.
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler birbirine bağlı yirmi kısa öyküden oluşur. Öyküler Bahar, Yaz, Güz, Kış üst başlığıyla dönerek tekrarlanır, dolayısıyla Marcovaldo ve ailesinin beş yıllık zaman dilimi anlatılır. Marcovaldo büyük bir firmada hamaldır. Karısı ve dört çocuğuyla kentte yaşam savaşı verirler. Hemen hemen bütün yoksullar gibi bir parça hüzünlüdür. “Kendini hep suçlu bulma alışkanlığı içindeki Marcovaldo” her aksaklığın sorumlusu olduğunu düşünecek kadar naiftir.

Sıcak yaz gecelerinde bodrum katındaki havasız oda yerine parkta bir bankın üzerinde yatmayı yeğler Marcovaldo. Kısıtlı yaşam koşullarını bir parça iyileştirebilmek için doğadan medet umar. Yağmurdan sonra ağaçların dibindeki mantarları toplamak, çatıya ökse otu bulamacı sürerek göç eden kuşları avlamaya çalışmak, açıkgözlüklerinden bir kaçıdır. Marcovaldo uyanıktır ama her seferinde kentin kurallarına toslar. Yemeye niyetlendiği tavşan laboratuvardan kaçmış hastalık taşıyan bir deney hayvanıdır, topladığı mantarlar zehirlidir. Çocuklarını temiz hava alsınlar diye kentin dışına götürdüğü meyve ağaçlarıyla dolu arazi sanatoryumun bahçesidir ve orada karşılaştığı işçi emeklisi hastada kendi geleceğini görür. Buna rağmen Marcovaldo umutsuz bir kahraman değildir. Kentlilerin süpermarket alışverişlerinden aldığı hazzı bile kendine özgü bir yöntemle ailesine yaşatır.
Irmağın en mavi yeri adlı öykü, “En basit yiyeceklerin bile tehlikeler, tuzaklar, hileler içerdikleri bir dönemdi. Gazetelerin çarşılarda, pazarlarda ele geçirilen tüyler ürpertici şeylerden söz etmedikleri gün olmuyordu; peynirler plastikten, tereyağı stearinli mumlardan yapılıyordu, meyvelerde, sebzelerde böcek öldürücülerden kalan arsenik yüzdesi, vitaminlerin yüzdesinden daha yüksekti, tavukları yağlandırmak için verilen kimi haplar, tavuğun bir budunu yiyenleri tavuğa dönüştürecek nitelikteydi” diye başlar. Kitabın 1965’te yayımlandığını düşünecek olursak Calvino’nun daha o zamandan tüketim çılgınlığına dikkat çektiğini, dünyanın geleceği için en büyük problemlerden olan gıda güvenliği, temiz su tedariki üzerine endişelendiğini görürüz. Öykülerde dizginsiz tüketim hevesi, sınıf eşitsizliği, kentte yaşayan yoksulların yeterince sağlıklı gıdaya erişememesi, sağlık hizmetinden yararlanamaması gibi toplumsal konuların yanında uzun çalışma saatleri, sağlıksız koşullarda barınma, düşük ücretli çalışma koşulları da Marcovaldo ve ailesi üzerinden anlatılır. Öykü dilinin sadeliği, Calvino’nun abartısız anlatımı ve mizah tonu, öykülerin sert gerçekleri yüzünüze çarpmasına engel değildir. Engel olmadığı gibi yazarın üslubunun, meselelerin önemine dikkat çeken bir işlevi olduğunu hissetmemek de mümkün değildir.

Öykülerde Marcovaldo’nun dört çocuğunun naif diyalogları sorunların aslında ne kadar ortada olduğunu hissettirirken bir yandan da kırsaldan kente göçen insanın bilgiyle kirlenmemiş saf yanını simgeler. Çocukların net, önyargısız soruları ironi de barındırır.
Sıcak bir yaz gecesi kentin boş sokaklarından geçip otlamak için dağlara giden inek sürüsünü uyku mahmurluğuyla izleyen Marcovaldo’yla çocukları arasında şöyle bir diyalog geçer:
“Baba” dediler çocuklar, “inekler de tramvaylar gibi mi? Duraklarda dururlar mı? Son durakları neresi?”
“Tramvay gibi değil,” diye açıklama getirdi Marcovaldo, “dağa çıkıyorlar.”
“Kayak mı yapacaklar?” diye sordu Pietruccio.
“Besiye gidiyorlar otları yiyecekler.”
“Çimenlere basınca para cezası verecekler mi?”
Kitabın Noel Baba’nın çocukları adlı son öyküsünde, Marcovaldo Noel yaklaşırken hediye hazırlayan çocuklarına hediyeleri kime vereceklerini sorar. “Yoksul bir çocuğa. Yoksul bir çocuk bulup armağan vereceğiz,” diye yanıtlar çocuklardan biri:
“Bu da nereden çıktı?”
“Okuma kitabımızda yazıyor.”
Marcovaldo “Sizden iyi yoksul çocuk mu olur?” diyecekti, ama o hafta boyunca herkesin istediğini alabildiği, yaşamın tadını çıkarttığı, başkalarına armağanlar verdiği bir düşler ülkesinde yaşadığı izlenimini öylesine benimsemişti ki, yoksulluktan söz etmeyi kendine yakıştıramadı. “Yoksul çocuk yok ki artık,” demeyi yeğledi.
Calvino’nun öykülerindeki şehrin adı yoktur. Marcovaldo ve ailesi dünyanın herhangi bir büyük şehrinde boğaz tokluğuna yaşamaya çalışan milyonlarca yoksul aileden biridir yalnızca. Tanrı Kent ise Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’in aksine gerçek isimlerin belirgin olarak kullanıldığı bir kitaptır. Öykülerin tamamı İstanbul’un farklı semtlerinde geçer. Öykü isimleri semtlerden seçilmiştir. Kuzguncuk, Laleli, Kadırga, Hacı Hüsrev… Jale Sancak cadde, sokak isimlerini hatta çok bilinen mağazaları, kafeleri de anar öykülerinde. Yazarın kurduğu bu gerçeklik ilişkisi elbette belgesel tadında değildir ve kurmacaya zarar vermez, aksine öyküyle okur arasında farklı bir bağlantı kurar sanki.
Jale Sancak yazmaya şiirle başlamış. Yazarın şiirle ilişkisini öykülerinde görmek şaşırtıcı değil bu yüzden. Kısa, vurucu cümleleriyle okurun zihninde oluşturduğu anlar öyküsünü zenginleştiriyor. Yazarın sözcük seçimindeki özeni, cümlelerin ritmi okurun kendisini öykünün bir parçası gibi hissetmesini sağlıyor. Sancak için “İstanbul yazarı” diyebiliriz, bütün yazdıklarında İstanbul’u karış karış bilen ve o ölçüde seven bir yazarın izini sürebiliyoruz. İstanbul öylesine bir kenttir ki yalnız cadde ve sokaklardan, semtlerden ibaret değildir. Tarihten, arkeolojiden, edebiyattan, farklı inanç ve dillerden oluşmuş sonsuz bir mekândır. Öykülerde Matrakçı Nasuh’tan Şeyh Galip’e, Amir Ateş’ten Hezarfen Ahmet Çelebi’ye kadar adı İstanbul’la anılan isimler arz-ı endam eder. “Cenevizli Şövalyeler” de “şanlı bankerler” de “tinerci tayfası” da anlatıya dahildir. Tanrı Kent’teki öykülerde İstanbul’un konu edildiği edebi yapıtlardan da söz eder Jale Sancak. Sevim Burak’ın Ford Mach 1’i, İlhan Berk’in Galata’sı, Orhan Arıburnu’nun şiiri bunlardan birkaçıdır. Bana kalırsa Tanrı Kent’i İstanbul üzerine yazılmış öykülerden ayıran en önemli ayırım Jale Sancak’ın bütünsel bir yapı kurmakta gösterdiği hünerdir.

İstanbul’un en öncelikli sorunlarından olan göç meselesi Tanrı Kent’teki öykülerde farklı karakterler ve yaşamlar üzerinden irdelenir. Jale Sancak’ın öykü kişileri ağırlıklı olarak Doğu illerinden göçen, kan davası ve töre cinayetinden kaçarak İstanbul’un kalabalığında yaşam kurmaya çalışan yoksullardır. Eğitimsizlik, işsizlik gibi nedenlerle yoksulluklarına yoksulluk eklenen göçmenler arasında “Çekilen bir silahın içindeki Dilan” da vardır, Laleli’de bavul ticareti yapan “Lila Leyla” da. Nişantaşı ile New York arasında mekik dokuyan Asu da vardır, Nişantaşı vitrinlerinin ışıltısı arasında Hrant Dink’i kurşunladıktan sonra “beyaz beresini fırlatıp koşarak uzaklaşan delikanlı” da.
Öykülerdeki kadın karakterlerin çokluğu, Jale Sancak’ın erkekler şehrinde sıkışıp kalmış kadınları anlatma tercihinden kaynaklanmaktadır. “Kulaksız” öyküsündeki Kulaksız, Hacı Hüsrev’e yakın bir yokuştur. Burası Giresunlularla Rizelilerin yaşadığı bir mahalledir, iki grup arasında bir çekişme vardır. Nuray muhafazakâr mahallede yaşayan isyankâr bir kadındır. Ezan sesiyle işin bırakıldığı, başörtülü kadınların yoğunlukta olduğu bu mahallede Nuray blue jeaniyle, kısa kollu, yakası açık tişörtle dolaşır. Mahalledeki kadınlara boncuk, payet işlettiği bluzları Laleli’ye götürüp satar fakat her zaman parasını almaz. Tekstil sektörü hep krizdedir, bunun sıkıntısını yaşar. Bu öyküde kırsal kesimden İstanbul’a göç eden insanların büyük şehirde yine muhafazakâr, küçük yapılar kurduklarını görürüz. Nuray’ın sevdiği vardır, evlenmek ister, aynı memleketli olmadıkları için bir araya gelemezler. Nuray başını örtmekle örtmemek arasında kalmıştır. Jale Sancak bu öyküde 2020 yılının İstanbul’unda yoksul işçi bir kadının karmaşık siyasi ilişkilerin içinde ne tarafa gideceğini bilemez halde muhafazakârlık ile şehre uyum sağlamak arasında yaşadığı gelgiti ortaya koyar. Kadın emeğinin sömürüsüne de dikkat çeker.
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’in ana öykü karakteri erkektir, Tanrı Kent’te ise farklı öykü kişileri olmakla beraber “kadın” öykü kişileri baskındır. Dolayısıyla kente sıkışan yoksulların sorunları kadın sorunuyla iç içe geçmiştir. Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’de şehirleşmenin doğanın canına okuduğu tezi baskınken Tanrı Kent’te şehrin doğayı yok ettikten sonra kendi kendisini de yok etmeye çalıştığı bir zaman anlatılır. Elbette bütün bunları söylerken kitapların yazıldığı tarihler arasındaki elli beş yıllık zaman farkını, bu süreçte değişen dünyayı gözden uzak tutmamak gerekir.
Konu dışına çıkmış olmayı göze alarak bir parantez açıp adından söz etmek istediğim iki kitabı da buraya not düşmek isterim. Feride Çiçekoğlu’nun İstanbul’un akıl almaz değişiminin, özellikle kadın açısından şehirde yaşamanın sinema üzerinden izini sürdüğü Vesikalı Şehir ve “Gezi direnişi öncesi İstanbul filmlerinde isyan eşiği” alt başlığıyla yayımlanan Şehrin İtirazı. Metis Yayınlarından çıkan bu kitaplar şehir ve kurmaca ilişkisi üzerine düşünmemi sağladı. Belki bir başka yazıda bu iki kitabı anma fırsatı bulabilirim.
Aysun Kara
“Çaprast” Hulki Aktunç’un sözcüğüdür, yazarın hazinesinden seçtiğimiz bu sözcüğü kullanıyor, kendisini saygıyla anıyoruz.
KAYNAKÇA
Italo Calvino, Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, Türkçeleştiren: Rekin Teksoy, Can Yayınları, 1991.
Jale Sancak, Tanrı Kent, İthaki Yayınları, 2020.