
Hohlasaydın gider miydi bu karanlık. Bu siyah, bu gitse de erkenden
Dönecek olan. Farkına varabilir miydin, varabilir miydin uykuyu
Geceye peşkeş çekseydin. (‘Peşkeş’, bir tesadüf sonucu bu metne sızmıştır.)
Şimdi buraya gelsen (yani ne zaman istersen)
Göztepe’nin biradan bozma bir başkent olduğunu.
Anasonun yancısı Karşıyaka’yı.
Sevincin kırlenti Alsancak’ı yürür müydün.
(soru işaretlerini hırçınlığa kaldırdım.)
Yürüsen de, koşsan da mahcubiyetin yokuşlarında bir Bornova.
Bir keşmekeşin köşeli parantezi olan Buca.
(‘Keşmekeş’ de gayet anlaşılabilir bir tesadüf.)
Yağmur yağdığında Gültepe, evet başka Gültepe yok,
Karanlığı ıslatır (Sen ‘karanlığımızı’ deyip kişiselleştirebilirsin meseleyi).
Yağmıyor ama Lal, yağacak gibi oluyor
Zamirinden vaz geçmeye inanıyor bulutlar.
(Bulutlar vazdan başka nedir ki hem.)
Haziran yazınca baştan çıkması diğerlerinin.
Ya da haziranın çıkması.
Geçenlerde, (aslına bakarsan kimse geçmemişti)
Nora aradı eski bir ahizeden.
Yeni bir defter bulduğunu, çekmecelere.
Kimsenin bilmediği bir adada, büyük.
Boğazına kadar hasrete battığını, tekrar ediyorum, hasrete.
Servilerin büyüdüğünü, tütüne tekrar başladığını Adıyaman, geceleri yürüdüğünü uzun uzun ve gocuklu, sabahları uçak modunda olduğunu (mod ne kadar çirkin bir kelime, sanki cebirden bahsediyoruz), zayıfladığını, İzmir’in ne kadar hiç, esmer bir rüzgarın kamburuna estiğini (Neden esmer?), bu sırada körfezde bir geminin oturduğunu, karanın kara esmerin esmer olduğu günleri, okunmuş mektupları yaktığını, geride hiçbir şey bırakmak istemediğini, imkansıza doğru kanat açmak, öncesinde kanatlarının olduğuna inandırılmak, sevişmek istemediğinde de melek diye anılmak, sarkacı bu yana doğru çevirmek, pencereyi değil camı açar mısın diye seslenmek.
Kibrini bir müfrezenin büyüttüğü.
Bir müfrezenin kibriyle büyüdüğünü.
Bir büyüğünün kibrini.
(Servileri ve tütünü yine başka bir şiirinde anlatır mısın?)
Olcay Özmen
(*) Bu manzumeyi yazmaya çalışırken camdan (pencereden) tatlı bir Perşembe (!) gibi esen rüzgara, on iki cevapsız aramanın sahibi Nora’ya, metinlerarası göndermeler ile uğraşacağına Ergin Günçe’nin bazı sözcüklere neden büyük harfle başladığını çözmeye çalışsaydın şiir geleneğimiz için daha faydalı olurdu diyen ve beni bu metinden yine de soğutamayan canım müteşairlere, yine böyle saçmalık mı olur diyerek bendeki bulut fikrini milim etkileyemeyen tanışlarıma, semt adları kullanarak kolaycılığa kaçtığımı düşünen ama bendeki kent yarılmasını göremeyen emekli olmuş şair arkadaşıma, Keltçe rüya görüp İngiliz dilinde viski içebilenlere, ‘gökkuşağının başladığı yer’e diye belirtecek iken bu görüntünün sadece bir yanılsama olduğunu bana itinayla öğreten meslektaşıma, sorsalardı söylerdim Kilimanjaro’nun tepesindeki Pars’ın aslında ben olduğumu diyen Altıok Metin’e, pH seviyesine aldırmadan musluktan su içebilenlere ve elbette Laleş’e, dünyadaki bütün virgülsüzlere,