Suzan Bilgen Özgün

Gün ağarıyordu. Sırt ve boyun ağrısıyla uykusuz geçen bir geceden sonra yine pencere önündeydi. Önce sessiz sokağa, sonra da siyah renkten kurşun grisine dönüşmüş göğe bakarken boyun hareketlerini yaptı. Herhangi bir anlam ve umut içermeyen yavan bir hafta sonu başlamıştı gene. Burada oturuyordu ama sokak onun sokağı değildi, gökyüzü bile onun değildi sanki. Oysa gökyüzü sonsuzdur ve hepimizindir, diye düşündü.

Karşı evde henüz bir hareket yoktu. Birazdan başlarlardı. Haftalardır aynı rutin! İlkin mutfaklarında loş bir ışık yanardı. Bir elinde kahve kupası, diğer elinde sigarasıyla önce adam çıkardı balkona. Montunun kapüşonuyla kafasını örterdi mutlaka, kemik çerçeveli gözlüklerinin ardından usulca etrafa bir göz attıktan sonra ferforje sandalyeye otururdu. Sigarasını yavaşça yakar, derin bir nefes çekip üflerdi yukarı doğru. Beş dakika oturup içeri girerdi. Hiç sekmezdi. Sonra kadın bazen açık bıraktığı, bazen topladığı kumral saçları ve salaş hırkasıyla çıkardı. Yine kahve kupası, yine sigara, yine tek başına ama on dakika… Belki daha uzun oturduğu için, bazen onun evinin penceresine doğru dikkatlice bakardı, hatta belli belirsiz gülümserdi. Görür müydü yoksa onu? Öyle durumlarda, panikle camın gerisine bir adım atardı.

Maskeyle kaplanmış bütün şehirde, yüzlerini çıplak görebildiği insanlar sadece bu çiftti galiba. Ondan birkaç yaş büyük gibiydiler. İşin ilginç yanı, balkonda iki adet sandalye olduğu halde ikisini yan yana hiç görmemişti.

Kabarık, beyaz tüylü ve siyah burunlu köpeklerini dolaştırmaya bile ayrı ayrı çıkarlardı. Kadın veya adam Benjie ile gezdiğinde o da kendi balkonuna çıkardı. Sevimli köpeğin adını böyle duymuştu.

Ev yine basmaya başlamıştı! Allahtan apartmanın bahçesiyle bitişik veranda tarzı balkonunda, karantina sürecinde biraz nefes alabiliyordu. Arada gelen kargocu dışında yüz yüze kimseyle iletişime geçmemişti ne zamandır. Hafta içi, iş nedeniyle bütün gün baktığı bilgisayar ekranı bile sağırlaşmış, parlaklığını yitirmiş mat bir suratla ona bakıyordu. Cumartesi Pazar, ekranı açmak bile gelmiyordu içinden.

Elektrikli aletlerin bazıları da bozulmaya başlamıştı ama umursamıyordu artık. Sen söküp attın ya fişini, dedi. Kimdi konuşan? Eşyalı olarak kiraladığı küçücük dairenin içinde volta atarcasına yürümeye başladı. Ev sahibinden kalan ıvır zıvırları bininci kez incelerken iyice uzamış sakalını kaşıyor, ensesinde topladığı saçlarıyla oynuyordu. Koridordaki boy aynasının önüne gelince durdu, uzun uzun baktı. Gözleriyle kalbi arasındaki bağ silinmişti sanki. Vatanından koparılıp yaban ellerde kafese tıkılmış bir hayvana benzetti kendini. Kükrer gibi yaptı. Bir kahkaha attı sonra. Kendi kahkahası değil miydi yoksa? Giderek evi ele geçiren yalnızlığı, başka biri gibi gülüyor muydu ona?

Bugün bütün saatler, beyninin içindeki tik takla onun ve yalnızlığının hizmetindeydi: İzolesin, bir başınasın, sevdiklerinden ve ülkenden uzaktasın! Oysa onu korumak için gitmesine destek olmuştu ailesi. Şimdi herkesle birlikte yarı açık bir cezaevindeydi!

Bizimkilerle bugün bir ara görüntülü konuşayım, diye düşündü. Sesli mi düşünmüştü, emin olamadı. Kendi dilinde konuşmak, dertleşmek… Ekrana hapsolmuş bir görüntü yerine, sözcüklerin soluğunun parmaklarına kadar uzanıp karşı tarafın bedenine dokunmasını sonra sarılmasını hissedebilmek isterdi.

Kız arkadaşı biraz daha kalabilseydi. Niye döndüğünü bile artık tam hatırlayamıyordu, o kadar çok zaman geçmiş gibiydi üzerinden. Sonra da seyahatler durdurulmuştu.

Midesi hırsla kasılarak açlığını hatırlattı. Bir şeyler yemeliydi. Sallama bir hayata uygun olarak hızlıca sallama bir çay yaptı. Yanına da sıkıştırılmış ve bastırılmış ruhuna uygun bir tost. Karşı evdekiler sigaralarını tüttürdükçe, onun da canı çekiyordu bazen. Ama bırakmıştı artık başlayamazdı! Böyle bir dönemde hastalıkla uğraşması çok riskli olurdu.

Balkona çıktı, sabah serinliğini ve çimlerin kokusunu içine çekti. Kadın dışarı çıkmış, Benjie ile oynuyordu. Yüzüne maskesini takmıştı. Benim de bir köpeğim olsaydı. Hiç değilse, dışarı çıkma iznim olurdu, diye düşündü.

Uzaklara daldı, yemyeşildi her taraf. Dümdüz, inişsiz ve çıkışsız! Dışarıdaki hayatını anımsamak istercesine dalların arasından gelen kuş seslerini dinledi bir süre. Başını kaldırıp umutsuzca aydınlığı aradı bulutların arasından. Sıçtığımın gri şehri, diye söylendi. Yoksa bağırdı mı? Oysa severdi bir zamanlar bu şehri. Ağaçları, parkları, eğlencesi ve özgürlüğüyle ona yaşadığını hissettirirdi. Şimdi onu öldürdüğünü düşünüyordu. Zihnini, bedenini, yüreğini kendi dev maskesiyle kaplayarak, yavaş yavaş, sinsice…

Kadınla köpeğe tekrar baktı. Benjie zıplarken beyaz, tombul bir yün yumağına benziyordu. Onunla birlikte eğilip bükülen kadının vücudunun ince ama kıvrımlı olduğunu düşündü. En sonunda oyunları bitmişti, evlerine doğru giderken kadın hafifçe arkaya dönüp el salladı. O da elini yarım kaldırarak cevap verdikten sonra karşı balkonun penceresine kaçamak bir bakış attı, hiçbir hareket gözükmüyordu. Adamın birazdan sigara molasına çıkması gerekiyordu. Döşemesi iyice yıpranmış açılır kapanır sandalyesinde rahatsızca kıpırdandı, uykusu gelmişti. Adamı görmek, biraz da onu inceleyerek vakit geçirmek istiyordu ama adam çıkmadı. Dolu dolu bir iki esnedikten sonra içeri geçmeye karar verdi. Kendi dünyasına, uykusuna sığınmaya ihtiyacı vardı. Ayaklarını sürüyerek yatağına girdi, gözlerini kapadı.

Uyandığında yağmur yağıyordu. Yattığı yerden görebiliyordu havanın iyice kararmış olduğunu. Beklentisiz bir kabullenişle gözlerini kapayıp tekrar açtı. Gerinip başucunda duran cebine baktı. Cevapsız iki arama vardı ailesinden, üniversite mezunlar grubundan da mesaj gelmişti. Sonunda güzel bir haber! Öğrenciler serbest bırakılmışlardı. Sosyal medyaya göz attı çabucak. Fotoğraflar paylaşılmaya başlanmıştı bile.

Derin bir nefes aldı. Birileriyle konuşmak istedi. Oysa bir şeyler istememeyi bile kanıksamıştı. Birazdan arardı sevdiklerini. Önce dışarı çıkmalı, sözcüklerini umutla yansıtmayı yeniden hatırlamalıydı. Spor ayakkabılarını ve kapüşonlu yağmurluğunu hızla giyindi. Verandaya çıktı, gökyüzünü aydınlatan şimşek çakımlarına baktı gülümseyerek. Islak toprak kokusunu içine çekerken gördü Benjie’yi. İpeksi tüylerinin rengi yağmurdan koyulaşmış, kabarıklığı sönmüştü. Etrafına bakındı, kimse yoktu.

İrileşmiş gözbebekleri ve çikolata parçasına benzeyen burnuyla köpeğin yardım ister gibi bir hali vardı. Elini dizine tempolu bir şekilde vurarak çağırdı, gel oğlum! Benjie ona doğru koşarken fark etti, tasmasızdı.

Önce nemli başını okşadı, sonra kucağına aldı. Köpeğin kalp atışlarını duyabiliyordu. Karşı eve baktı. Işık yanmıyordu. Haftalardır her gün belli saatlerde gördüğü adamı bugün hiç görmediğini hatırladı. Kadın sabah gene yalnız içmişti sigarasını, sonra köpeği dışarı çıkarmıştı. Yoksa bugün değil miydi gördükleri? Zihni sislerin arasında ilerlemeye çalışıyor gibiydi.

Hadi bakalım Benjie, eve gidiyoruz! Köpek anlarcasına koyu gözlerini ona dikmişti. Hayvanlara yardım etmek en çıkarsız eylemlerden biridir çünkü karşılığında sana verebilecekleri bir tek sevgileri vardır. Kim demişti? Bir filmde mi duymuştu, yoksa bir yerlerde mi okumuştu? Köpeğe daha sıkı sarılarak seri adımlarla kendi apartman bahçesinden karşı evin bahçesine geçti. Uzun zamandır ilk kez gerçek anlamda yürüyordu. Açık havada hareket etmeyi özlemişti. Soran olursa kapı gibi bahanesi kucağındaydı zaten. Yağmur, rüzgârla birlikte hızlanmış, ikisini ıslatmaya devam ediyordu. Ayakları balçıklaşmaya başlayan toprakta zorlanırken, Benjie, çabuk ol, dercesine ilk kez havladı.

Tam evin kapısını çalacakken ışıkların yandığını fark etti. Hiçbir şey söylemeden köpeği bırakıp gitse miydi acaba? Ama adamı da merak ediyordu. O çalmadan kapı açıldı. Kadının saçları omzuna dökülmüştü, üzerinde her zamanki salaş, uzun hırka yerine kimono benzeri, saten bir giysi vardı. İyi akşamlar, dedi. Kadının gülümseyerek ama anlamadan baktığını fark edince İngilizce pardon diyerek, devam etti: Benjie kaçmış galiba. Kadın kabahat işlemiş yaramaz çocuğundan bahseder gibi konuştu. Ah yapıyor bazen öyle, neyse şanslıymış gene de! Çok teşekkürler.

İçeriden hafif bir klasik müzik sesi ve kahveyle karışık tarçınlı bir içki kokusu geliyordu. Kapının gerisinden evin dağınık hali çarptı gözüne. Yerde devrilmiş gibi duran kalın, baston saplı, kocaman bir şemsiye, ahşap konsülün üzerinde kitaplar, kemik çerçeveli gözlük… Benjie şemsiyeyi koklamaya başlamıştı. Kadın bakışlarını fark etmişçesine yine o belli belirsiz gülümsemesiyle, gelmek istemez misiniz? Sıcak şarap yapmıştım, kahve de var, dedi. Rahatsız etmeyeyim… Duraksayarak devam etti. Eşinizi ve sizi. Kendi sesindeki heyecana sinir olmuştu. Kadının yüzünde kısacık bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Eşim mi? Ben yalnız yaşıyorum uzun zamandır.

Kafasından ışık hızında bin bir görüntü ve düşünce geçerken ne diyeceğini bilemedi. Kadının dudaklarına bu sefer hafif alaycı bir gülümseme yerleşmişti: İstersen kız arkadaşını da çağırabilirsin.

Kadının biçimli parmaklarıyla gösterdiği yere telaşla baktı. Kendi evinin penceresiydi. Camın gerisindeki tülle birlikte gölge gibi bir görüntü hareket etmişti sanki. Hiçbir şey söylemeden, ağır adımlarla kapıdan içeri girdi, etrafını inceleyerek salona geçti. Ev onun evine çok benziyordu.

Kadın mutfağın oradan seslenerek bir şeyler sordu ama onu doğru dürüst dinlemedi bile. Perdeyi aralayıp dışarı baktı dikkatle. Karşı evde henüz bir hareket yoktu. Birazdan başlarlardı. Haftalardır aynı rutin! İlkin mutfaklarında loş bir ışık yanardı…

Suzan Bilgen Özgün