Karin Tidbeck’in “Zeplin” adlı öykü kitabı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Tülin Er ile konuştuk.

“Zeplin”i çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Zeplin ilk kez 2014’te Aylak Kitap tarafından yayınlandı. Yayınevinden teklif gelince kitabı okudum ve yazarın üslubuna, hayal gücüne hayran kaldım. Karin Tidbeck, kısacık öykülerde derin dünyalar yaratabilen güçlü bir yazar. Yollarımız kesiştiği için mutluyum.
Yazarın yayınevi değiştirmesiyle birlikte kitabın yeni baskısı Temmuz 2019’da İthaki Yayınları’ndan çıktı. Yeni baskıda çok büyük değişiklikler yapmamakla birlikte çeviriyi yeniden gözden geçirdim.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Çeviriye yaklaşık yirmi yıl önce başladım. O zamanlar Varlık Dergisi’nde Enver Ercan’ın asistanıydım. Oradaki üç yılın ardından, beş buçuk yıl da Everest Yayınları’nda editörlük yaptım. Dergide ve yayınevinde çalışırken çeviri çalışmalarım haliyle bu kadar yoğun değildi. 2009’dan beriyse tamamen serbest çevirmenlik, editörlük yapıyorum. Arada kısa bir dönem bir ajansta metin yazarlığı deneyimim oldu ama çok geçmeden yine kitap çevirisine, editörlüğüne döndüm.
Ağırlıklı olarak edebiyat çevirmeyi tercih etsem de özellikle son yıllarda sağlıklı beslenmeden çocuk psikolojisine dek farklı alanlarda kitaplar çevirdim.
Gerçekten rutini olan, disiplinli çevirmenler varken bir rutinim var demekten hicap duyarım. Maalesef uzun yıllar sürdürebildiğim bir disiplinim hiç olmadı. Ama genel olarak kışları gündüz, yazları gece çalışmayı seviyorum diyebilirim. Kurgu dışı kitaplarda çeviriye hemen başlıyorum ama kurgu olanlarda başlamadan önce kitabı okumayı tercih ediyorum.

“Zeplin”in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Sanırım iki ila üç ay arası bir zaman aldı. Çok keyifli bir süreçti, çeviri anlamında herhangi bir zorlukla karşılaşmadım. Belki “Teyzeler” öyküsündeki o patlayana dek yiyen karakterlere dair canlı betimlemeler, okuması bile zor gelirken onları Türkçeye aktarmak biraz huzursuz etti. Ama çevirinin böyle bir cilvesi var. Büyük olasılıkla şiddetle, yasla, rahatsız edici, üzücü olaylarla karşılaşırsınız ve Türkçeye aktarırken bunlar, kitabı sadece okurken olduğundan biraz daha fazla işler içinize. Yakın zamanda, ergen çocuğu olan ebeveynlere yönelik bir kitap çevirdim. Kitabın başlarında yazar bu kitabı yazma motivasyonunu açıklarken, çocukken kendi başından geçmiş bir istismarı anlatıyor. Bunlar aktarılması zor şeyler.
Bunun dışında, Zeplin’in çevirisinin su gibi akan bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Öykülerin güzelliği, yazarın şiirsel üslubu da böyle olmasındaki en büyük etkendi.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Karin Tidbeck? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Karin Tidbeck daha önce okuduğum bir yazar değildi. Aslında Tidbeck’in anadili İsveççe. Yazmaya 2002’de İsveççe başlayıp, 2010’dan itibaren İngilizce kısa öyküler ve şiirler de kaleme almış. Zeplin’i de İngilizce yazmış. Kitabın çeviri sürecinde e-posta yoluyla kendisine ulaşıp birkaç soru yöneltme fırsatım oldu, o da sorduğum her şeyi nazikçe hemen yanıtladı.
Güzel bir haber olarak, buradan şunu da duyurayım: Önümüzdeki günlerde Karin Tidbeck’in yurtdışında yeni çıkan The Memory Theater romanını çevirmeye başlayacağım. Yazar bu romanı da İngilizce yazmış. Kitap burada yine İthaki Yayınları tarafından yayınlanacak.
Karin Tidbeck orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Yukarıda da bahsettiğim gibi Karin Tidbeck İngilizce de yazan ama anadili İsveççe olan bir yazar, o yüzden sadece İngilizce bakımından yorumda bulunabilirim.
Tidbeck’in öykülerinin rüya gibi bir havası var. Yeryüzünden kopuk değilse de bağlantısı muğlak, özenle örülmüş atmosferler yaratmakta usta. Şiirle de ilişkisi olduğu için belki, bazı öyküler bende yüksek sesle, şiir gibi okunabilirmiş hissi uyandırdı. Gerçeği masalla harmanlayan, Kuzey coğrafyasının doğası kadar efsanelerini de ince ince yazdıklarına işleyen bir yazar. Kitabın başında Elizabeth Hand’in kaleme aldığı “Önsöz” ile yazarın kitabın sonunda yer alan “Sonsöz: Başkalaşan Dünyalar” başlıklı metni, rüya havası taşıyan o öykülerin derinliklerine biraz daha inebilmek için iyi birer rehber niteliğinde.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
Yukarıda “Teyzeler”den bahsetmiştim, o yüzden onu burada tekrarlamayayım. Aslında bütün öyküler demek istiyorum ama o da kolaya kaçmak olacak. Sanırım kitabın ilk öyküsü “Beatrice” ile “Rebecka” ve “Norveç Böğürtleni Reçeli” çok sevdiğim öyküler oldu. Yine de böyle bir seçim yapınca diğer güzel öykülere haksızlık etmiş gibi hissediyorum kendimi.