Grace Paley’in 1995 yılında Pulitzer Ödülü’nde finale kalan Toplu Öyküler seçkisinden derlenen ve Türkçede ilk kez yayımlanan öykülerinden oluşan “Ölü Dilde Bir Hayalperest” Delidolu Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Püren Özgören ile konuştuk.

Püren Özgören

Ölü Dilde Bir Hayalperest’i çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Deli Dolu yayıneviyle daha önce de çalışmıştık, teklif gelince her zaman yaptığım gibi bir göz atmak için kitabı istedim. Kitap Paley’in Toplu Öyküler’i idi, oldukça kalın, hacimli bir kitaptı, ama tamamı değil, öykülerin bazıları çevrilecekti. Okuduklarım ilgimi çekti; adını duyduğum ama hiç okumadığım bir yazardı, ama böyle az ve öz yazan, lafı hiç dolandırmayan her yazar gibi anında kalbimi kazandı. Daha önce çevrilmemiş bir yazar olması da cazip geldi; İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden (çeviri Aylin Üçler) dışında çevrilmiş başka kitabı yok, bildiğim kadarıyla.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Neredeyse 40 yıldır keyifle, hevesle ve hep, daima tedirginlikle sürdürdüğüm bir iş çevirmenlik. İyi oldu mu, hata var mı, daha da önemlisi yazara ihanet var mı, daha iyi söylenebilir miydi tedirginlikleriyle, korkularıyla geçen, biraz yıpratıcı ama bir o kadar da doyurucu, tatmin edici bir süreç. Baştan beri, sevdiğim kitapları/yazarları çevirmek gibi bir şansım oldu, sevmediğim kitabı almak zorunda hiç kalmadım. Türler arasında bir ayrım yapmıyorum; roman, öykü, biyografi, hepsini zevkle çeviririm, yeter ki o uzun çalışma sürecinde beni sıkmasın, ilgimi, şevkimi canlı tutsun. Sıkıcı bulduğum kitabın okuru da sıkacağını tahmin etmek güç değil. Çeviri rutini malum, önce kitabı okumakla başlıyor. Sonra, eğer kitabın geçtiği dönem önemliyse –ki her zaman önemlidir– o dönem hakkında biraz bilgi edinmek gerekiyor. Diyelim, olaylar ABD’de İç Savaş sırasında gelişmekte; o savaşın nedenine, koşullarına, sonuçlarına ilişkin kabaca da olsa bir fikir edinmem şart. Çalışma yöntemime gelince; yazarın üslubuna, ritmine, sözcük seçimine her çevirmen gibi saygı duymak, hiç aceleye getirmemek, bitirdikten sonra bir kez daha, dikkatle okumak. İki kitap arasında mutlaka bir boşluk bırakırım. Bir de, günde 3 saatten fazla asla çalışamıyorum, kalite düşüyor, aynı sözcükleri tekrarlama tehlikesi baş gösteriyor. Adım boşuna “yavaş” çevirmene çıkmadı.

Ölü Dilde Bir Hayalperest’in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Keyifliydi, herhangi bir zorlukla karşılaşmadım. Hüzünlü bir öyküde bile var olan, alttan alta mutlaka hissedilen mizahı, ironiyi, özellikle de o sakin, yalın dili bozmamaya gayret ettim, hepsi bu. Ve elbette, yavaş çalıştım; asla aceleye getirmem, istesem de getiremem.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Grace Paley? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız? Grace Paley orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Daha önce de söylediğim gibi, Grace Paley adını duyduğum ama hiç okumadığım bir yazardı. Öyküleri bana gözlem gücü yüksek, ayrıntılara meraklı, hem uzaktan hem de çok içeriden bakabilen bir yazar olduğunu söyledi. Sıradan insanı, kenarda kalan, görmezden gelinen insanı anlatırken gerçekçi, sivri dilli, biraz alaycı, yer yer acımasız, ama daima bir umut var; bir de, okurken hep bir oto-biyografi duygusu veriyor; anlattıklarına birebir tanık olduğu, hatta bizzat yaşadığı duygusuna kapılıyorsunuz. Şehre, kenar mahalleye, gündelik ama bir o kadar da sürprizli, renkli yaşama dair öyküleri alabildiğine samimi, dürüst. Hiç kimseyi yermiyor, kayırmıyor, yargılamıyor.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Genel anlamda kadına bakışı, kadını sosyal, kültürel, siyasal bağlamda ele alışı, özellikle aile meselesine kafa yoruşu etkiledi beni. Paley güçlü, açıksözlü, yürekli bir kadın; bir o kadar da komik ve eğlenceli.